Derinleşmiş bilgi ve aydınlatıcı iman..
Bu ikisi kişiyi dinin tümüne inanmaya yöneltir. Bir olan
Allah'ın katından gelen dinin tek olduğu sonucuna götürür.
Derinleşmiş bilginin, iman gibi, kalbi nura açan
dosdoğru tanımaya bir yol olarak tavsif edilmesi, o günkü
pratik durumu tasvir ettiği kadar, insan ruhunun her zamanki
olgusunu da tasvir eden Kur'an'ın ifade tarzının
bir özelliğidir. Buna göre yüzeysel bilgi inatçı küfür
gibidir. Bu ikisi, kalp ile sağlam bilgi arasına girip
engel oluşturur. Bunu her zaman görmemiz mümkündür.
Çünkü ilimde derinleşenler ve ondan gerçek bir pay
alanlar, kendilerini imanın evrensel
kanıtlarının önünde bulurlar. Yada en azından
bu evrenin, bir tek ilahının olduğuna, bu
ilahın her şeye egemen olduğuna, dilediği gibi
evirip-çevirip tasarrufta bulunduğuna, biricik irade sahibi
olduğuna ve bu evrensel tek yasağı koyduğuna
inanmaktan başka cevabı bulunmayan, birçok evrensel
soruların belirtilerin karşısında
bulacaklardır kendilerini. Böylece, hidayet arzusu
gönüllerine dolan bu müminlerin, kalplerini yüce Allah açar
ve ruhlarını hidayete bağlar. Ancak sırf bu
bilgi peşinde koşup kendini bilgin zannedenler, kabukta
kalınış bilgiyi, kalpleri ile iman
kanıtlarını kavrama arasına engel yaparlar.
Yada eksik ve yüzeysel bilgileri nedeniyle, kafalarında soru
uyandıracak işaretleri göremezler. Bunlar, kalpleri doğru
yolu bulmak için çarpmayan ve böyle bir arzu duymayan kimseler
gibidirler. Her iki durumda da kalp, iman noktasında tatmin
olmak için araştırma ihtiyacı duymaz. Yada bir
dine bağlı bulunmayı bilgisizlik
saplantısı kabul ederler. Yahut da herşeye tek
başına hakim yüce Allah'ın katından birbirine
bağlı Resuller (Allah'ın selâmı üzerlerine
olsun) kervanının eliyle gelen gerçek dinleri
birbirinden ayırırlar.
Yaygın rivayete göre, Kur'an'ın bu işaretinden
en başta, Resulullah'ın (sâlat ve selâm üzerine olsun)
çağrısına uyan yahudi grubu kastedilmektedir.
Bunların da isimlerini daha önce belirtmiştik. Ancak
ayet geneldir. Her zaman onlardan, derin bilginin yada gerçeği
gören inancın yol göstericiliğinde, bu dini kabul
edenleri kapsamaktadır.
Kur'an'ın akışı hem bunları hem de
onları, sıfatlarını belirlediği müminler
kervanına katıyor:
"Namaz kılanlar, zekat verenler, Allah'a ve ahiret gününe
inananlar."
Bunlar, müslümanların ayırıcı
sıfatlarıdır; namaz kılmak, zekat vermek
Allah'a ve ahiret gününe inanmak. Bunların mükafatı
da yüce Allah'ı belirlediğidir:
`...
Ayette geçen `Mukiymines-salah (Namaz kılanlar)' deyimi,
alışık olmadığımız bir
kalıpta yer almaktadır. Bunun nedeni, bir yoruma göre
namaz kılmanın önemini iyice vurgulamalıdır.
Özel bir münasebetle akış içinde özel bir anlamı
belirginleştirmek için, bu tur ifade tarzına Arap
üslubunda ve Kur'an`da rastlamak mümkündür. Her ne kadar
İbn-i Mes'ud (r.a) mushafında, "Mukiymunes-salah"
şeklinde merfu olarak yer almışsa da diğer tüm
mushaflarda bu şekildedir.
Ayetlerin akışı Ehl-i Kitap'la -burada
özellikle yahudilerle- yeniden karşılaşmaya
başlıyor. Peygamberimizin (salât ve selâm üzerine
olsun) peygamberliğine karşı tutumlarına ve yüce
Allah'ın kendisini peygamber olarak göndermediğini
iddia etmelerine karşılık vermektedir.
Peygamberleri birbirinden ayırmaya
kalkışmalarını ve peygamberliğine delil
olarak üzerlerine gökten bir kitap indïrmesini istemek
suretiyle O'nu sıkmalarını dile getirmektedir. Böylece
peygambere valıyin gelmesinin, şimdiye kadar görülmemiş
ve garip bir şey olmadığını
belirtmektedir. Bu, Nuh (a.s)'dan Hz. Muhammed (salât ve selâm
üzerine olsun)'a kadar tüm peygamberlerin gönderilişinde
uygulanan bir kuraldır. Bu peygamberlerin tümü de
müjdelemek ve korkutmak için gönderilmişlerdir.
Allah'ın kullarına karşı rahmeti böyle
gerektirmiştir. Böylece onlara karşı bir delil ve
hesap gününden önce bir uyarı
kılmıştır bunu. Tüm peygamberler bir tek
hedefi gerçekleştirmek için, bir tek vahiyle gelmişlerdir.
Onların arasını ayırmak, hiçbir kanıta
dayanmayan sırf inatçılıktan kaynaklanan bir
davranıştır. Ancak onlar inat ediyorlarsa, Allah
şahittir. -Zaten O şahit olarak yeterlidir- Melekler de
şahittir.