Yahudiler kendi peygamberlerine inandıklarını
iddia ediyorlardı. Ancak, İsa ve Peygamberimizin (salât
ve selâm üzerine olsun) peygamberliklerini inkar ediyorlardı.
Hıristiyanlar, Hz. İsa'yı
ilahlaştırmalarına ek olarak; Peygamberimizin (salât
ve selâm üzerine olsun) peygamberliğini de inkar
ediyorlardı.
İşte Kur'an hem onları hem de bunları
reddediyor. Allah ve peygamberlerinin, ayrıca bütün
peygamberlerin arasını ayırmaksızın iman
etmeye ilişkin kapsamlı ve eksiksiz İslam düşüncesini
yerleştiriyor. İşte bu
kapsayıcılığıyla "din",
İslâm'dır. Allah, bunun dışında
insanlardan başkasını kabul etmeyecektir. Çünkü
yüce Allah'ın birliğine ve bu birliğin gereklerine
uygun tek din budur.
Kuşkusuz yüce Allah'ın mutlak birliği, onunla
peygamberlerin insanlara gönderildiği "dinin"
tekliğini gerektirmektedir. Aynı şekilde bu emaneti
insanlığa taşıyan peygamberlerin
birliğini zorunlu kılmaktadır. Peygamberlerin ya da
peygamberliğin birliğini inkar edenler, gerçekte Allah'ın
birliğini inkar etmektedirler. Ayrıca bu durum
onların, yüce Allah'ın birliğinin gerekleri
hakkındaki yanlış düşüncelerini
göstermektedir. Yüce Allah'ın ïnsanlığa gönderdiği
dininin ve onlar için seçtiği hayat' sisteminin
kaynağı değişmediği gibi esasları da
değişmez.
Bu nedenle, Allah ile peygamberlerinin arasını
ayırmak isteyenler, ayetin akışında; "Allah'a
inanan fakat peygamberleri inkar edenler" olarak, ifade
edilmektedir. Peygamberlerin arasını ayırmak
isteyenler de; "bazısına inanan ancak
bazısına inanmayan" olarak tabir edilmektedirler.
Her iki grup da, "Allah'ı peygamberlerini inkar edenler"
olarak; nitelendirilmektedirler. Böylece, Allah ve
peygamberlerini ayırmak ve peygamberlerinin
bazısını bazısından ayırmak; Allah
ve peygamberlerini inkar etmek olarak
değerlendirilmiştir.
Kuşkusuz iman bölünmez bir bütündür. Allah'a iman
etmek O'nun birliğine inanmaktır. Yüce Allah'ın
birliği de, insanların hayatlarını (bir birlik
gibi) esaslarına göre düzenlemelerini istediği dinin,
birliğini gerektirmektedir. Aynı zamanda bu dini, kendi
yanlarında yada onun irade ve vahyinin dışında
bir kaynaktan getirmeyip, O'nun katından getiren
peygamberlerin ve onlara karşı takınılacak
tavrın birliğini gerektirmektedir. Mutlak küfür
olmadan, bu birliği parçalamak imkansızdır.
Taraftarları kimine inandıklarını kimini de
inkar ettiklerini zannetseler de Allah katında cezaları,
hepsine birlikte hazırlanan onur kırıcı
azaptır.
"Onlar gerçek anlamı ile kafirdirler. Biz kafirler için
onur kırıcı bir aza hazırladık."
Müslümanlara gelince, onların itikadî düşünceleri,
Allah'a ve peygamberlerine aralarını
ayırmaksızın topluca iman etmeyi kapsamaktadır.
Her peygamber onların yanında inanılması ve
saygı gösterilmesi gereken kişidir. Semavi tüm dinler
haktır, bozulmaları söz konusu olmadığı
sürece. Çünkü bozulmamış tarafları
kalmış olsa bile artık, Allah'ın dini olmaktan
çıkmıştır. Yoksa Allah'ın dini tektir
-Onlar, konuyu gerçekte olduğu gibi- şöyle düşünüyorlar:
Bir tek ilah vardır ve bu ilah, insanlar için hoşlandığı
tek bir din göndermiştir. Hayatları için bir tek
sistem koymuştur. Peygamberleri bu din ve bu sistemle göndermiştir
insanlara. Müminlerin düşüncesine göre iman kervanı,
birbirine bağlı bir kervandır. Öncülüğünü
Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Muhammed ve bütün bunların
kardeşleri olan diğer peygamberler (Allah'ın salât
ve selâmı hepsinin üzerine olsun) yapmaktadır. Onlar
kendilerini bu köklü kervana dayandırırlar. Onlar da
bu büyük emanetin taşıyıcılarıdır.
Şu kutlu yol boyunca uzanan iyiliğin varisleridir onlar.
Ne bir ayrılık, ne bir farklılık ne de
kopukluk... Bu gerçek dinin mirası sadece onlara aittir.
Onların yanında bulunanların dışında
kalanların tümü batıl ve sapıklıktan
başka bir şey değildir.
İşte, yüce Allah'ın ondan
başkasını kabul etmediği "İslâm"
budur. Yaptıklarına karşılık Allah
katında mükafat ve yaptıkları kusurlardan
dolayı bağışlanma ve merhamet hakkeden "müslümanlar"
bunlardır:
"Allah onların mükafatını ilerde
verecektir. Hiç şüphesiz Allah affedicidir, merhametlidir."
İslâm, Allah ve peygamberlerine ilişkin birlik
inancını son derece sıkı tutar. Çünkü bu
birlik, müminin ilah anlayışına ilişkin düşüncesine
yakışır bir temeldir. Ayrıca
ayrılığa, kargaşaya terk edilmemiş bir düzenin
varlığına da yaraşır bir temeldir.
Çünkü bu nereye bakılırsa bakılsın,
varlık alemine egemen yasanın birliğini gören
insana layık bir inançtır. Bu düşünce,
müminleri küfür saflarına karşı duracak tek bir
kafilede toplamayı, şeytanın hizbine
karşı duracak bir hizipte bir araya getirmeyi
garantileyen bir düşüncedir. Ancak bu tek saf, -semavi bir
temele dayansa bile- sapık inançların
taraftarlarının oluşturduğu saf değildir.
Bu saf, dosdoğru imanın ve sapıklık
bulaşmamış inancın taraftarlarının
oluşturduğu saftır.
Bunun için "din" "İslâm"dır ve
müslümanlar da "insanlar için ortaya çıkarılmış
en hayırlı ümmettir." Doğru akideyi
benimseyen ve bu akideyi uygulayan müslümanlar kastedilmektedir.
Yoksa bir müslüman aileden doğan yada İslâm
kelimesini geveleyip duranlar değil elbette.
Bu açıklamanın ışığında,
Allah'ın ve peygamberlerinin arasını ayıranlar,
peygamberlerden bazısını bazısından
ayıranlar, iman kervanından ayrılmış,
Allah'ın topladığı birlikten
ayrılmış ve Allah'a iman etmenin
dayandığı birliği inkar etmiş
oldukları ortaya çıkmış oluyor.
Peygamberler ve peygamberliğe ilişkin iman ve küfür
gerçeği hakkında İslâm düşüncesinde yer
alan bu başlıca kural yerleştirildikten sonra,
yahudilerin, bu alanda takındıkları kimi
tavırlarını ve dersin başlangıcında
yer alan kötülüğü açıklama hususunda sergiledikleri
hareketlerini sunmaya başlıyor. Yahudilerin, peygamber (salât
ve selâm üzerine olsun)'e ve O'nun peygamberliğine
karşı takındıkları tavır -mucize ve
işaretler istemek suretiyle incitmeleri-
kınanmaktadır. Böylece bu tutumları ile kendi
peygamberleri Musa'ya (a.s.) ve ondan sonra Allah'ın
peygamberi İsa (a.s)'a karşı
takındıkları tavır arasındaki
benzerliğe işaret edilmiş oluyor. Bu, onların
ardarda gelen tüm nesillerinden belirginleşen
karakterleridir. Ayetlerin akışı, Resulullah (salât
ve selâm üzerine olsun)'ı karşılayan nesil ile,
Hz. İsa (a.s)'ı karşılayan nesli ve daha önce
Hz. Musa (a.s)'yı karşılayan nesli bu noktada
birleştirmektedir.
Böylece bu anlam pekiştirilmiş ve bu karakterleri
ortaya çıkmış oluyor. Yahudiler Arap
yarımadasında İslâm ve İslâm peygamberine
karşı düşmanca; katı ve inatçı bir
tutum içinde bulunuyorlardı. Ona karşı
Kur'an'ın ayrıntılarıyla açıkladığı;
bizim de birkaç örneğini Bakara sûresinde, Al-i İmran
sûresinde ve bu sûrede -beşinci cüzde- sunduğumuz
gibi, inatçı ve sürekli tuzaklar kuruyorlardı.
Ayetlerin burada ele aldığı da bu tuzaklardan bir
başkasıdır.