Toplum oldukça duyarlı olur ve bu yüzden bu duyarlığına
uygun toplumsal davranış kurallarına ihtiyaç duyar.
Kimi sözler vardır ki, söyleyen ötesini hiç hesaplamaz.
Çoğu söylentiler de onu çıkaran sadece bir
insanı kastetmiştir. Ancak bu toplumun
kişiliği, ahlâkı, gelenek ve atmosferi üzerinde
öldürücü etkiler bırakır. Artık olay hedeflenen
bireyi aşmış toplumun alanına girmiştir.
Her ne şekilde olursa olsun dille kötü söz söylemek,
vicdanda sakınma ve Allah korkusu yoksa, dile kolay gelir. Bu
kötülüğün yaygınlık kazanması, toplum
vicdanında derin etkiler bırakır. Bu toplumda çoğu
zaman karşılıklı güven yok olur.
İnsanlar gittikçe kötülüğün her tarafı
kapladığını düşünürler. İçlerinde
kötülük işleme isteği bulunmasına rağmen,
bunu yapmaktan çekinen çoğu kimsenin, kötülüğün
toplumun alışkanlığı haline
geldiğini ve yaygınlaştığını görmesi
onu işlemesine neden olur. Artık böyle bir durumda
çekinmelerine ve saklamalarına gerek yoktur. İlk defa
onları yapmıyorlar ki! Çoğu zaman kötülükten
tiksinti duymanın nedeni kötülükle, fazlaca içiçe yaşamaktır.
Çünkü insan, ilk karşılaştığında
kötülükten şiddetli bir şekilde iğrenir. Ancak
yapılması ya da söylenmesi sıklaştıkça
iğrenmenin ve tiksinmenin oranı düşer. Giderek kötülüğü
işitmek -hatta görmek bile- basit gelir kalplere. Artık
kötülüğü değiştirmek için harekete geçmez
olurlar.
Bütün bunlar, -kötülükten uzak oldukları halde- kötülükle
itham edilen ve haklarında dedikodu çıkarılan
insanlara yapılan haksızlığın
yanında olmaktadır. Ancak kötülük yaygınlık
kazandığı zaman, kötülüğü açıklamak
kolay ve alışılmış bir şey
olduğu zaman, iyilerin de kötüler gibi haklarında
dedikodu çıkarılır. İftira ve ithamdan
çekinmeksizin, kötülüğe karışır iyiler de.
Dilleri kötü söz söylemekten alıkoyan ve çoğu
kimsenin kötülük yapmasına engel olan kişisel ve
toplumsal utanma duygusu kaybolup gider.
Kötülüğü açığa vurmak -sövmek ve iftira
etmek şeklinde- kişisel ithamlarla başlar.
Toplumsal çözülme ve ahlâkî bozulma ile sonuçlanır.
Fert olsun toplum olsun insanların birbirlerini
değerlendirme ölçekleri sapıtır. Artık
insanların birbirlerine olan güvenleri sarsılır.
İthamlar öylesine yaygınlaşır ki, diller
çekilmeksizin geveleyip dururlar bu söylentileri.
Bütün bunlardan dolayı yüce Allah, müslüman kitlenin
içinde dedikodunun yaygınlaşmasını hoş
karşılamamıştır. Sadece zulme
uğrayan birinin kendini savunmak için, zalime karşı
söyleyebileceği kötü sözle sınırlandırmıştır;
kötülüğü açıklama hakkını. Tabii ki bu
hak, uğranılan zulmün sınırları içinde
olacaktır:
"Allah zulme uğrayanlar dışında hiç
kimsenin açıkça kötü söz söylemesini sevmez."
Böyle bir durumda -hukuk terminolojisinde sövme ve iftira
kapsamına girmekle beraber- kötülükle vasfetme, zulümden
intikam almak, düşmanı savmak, bizzat kişinin
uğradığı kötülüğe
karşılık vermek içindir. Ayrıca toplumun
mazluma yardım etmesini, zalimi zulmetmekten
alıkoymasını sağlamak içindir. Böyle olunca
zalim yaptığının sonucundan çekinir, bir daha
yapma konusunda tereddüt geçirir. O zaman da kötülüğü
açıklayacak kaynak sınırlıdır. Zulme
uğrayan kişi sebebi de
sınırlandırmıştır. O da mazlumun
nitelendirdiği belli bir zulümdür. Kendisinden zulüm
kaynaklanan kişiye karşı bizzat söylenebilir. O
zaman bu açıklama sonucu gerçekleşen iyilik, kötülüğü
karşılamış olur. Sırf teşhir etmek
değil de adalet ve hakkaniyetin gerçekleşmesi
hedeflenmiş olur böyle bir durumda.
Kuşkusuz İslâm -zulmetmedikleri sürece- insanların
namına ve şanına saygı gösterir. Ancak
zulmettikleri zaman bu saygıyı hakketmezler. Ancak o
zaman zulme uğrayana, zulmedenin kötülüğünü açıklama
izni verir. Dillerin kötü söz söylemesine ilişkin
yasağın tek istisnası budur.
Böylece İslâm'ın, zulme imkan tanımayan
adaleti koruması için ferd ya da toplumun utanma duygusunun
yırtılmasına izin vermeyen ahlakî koruması
birbirine uygun düşmektedir.
Bu açıklamanın ardında Kur'an'ın
akışında şu değerlendirme yer
almaktadır:
"Hiç kuşkusuz Allah her şeyi işiten ve görendir."
Amaç, bu işi başlangıçta Allah'ın sevgi
ve hoşnutsuzluğuna bağladıktan sonra, sonuçta
da Allah'a bağlamaktır. Allah hiç kimsenin açıkça
kötü söz söylemesini sevmez. Maksad; insan kalbinin,
niyet ve sebeplerin, söz ve ithamların
değerlendirilmesinin, söylenen her şeyi işiten ve
bunların ötesinde göğüslerin gizlediklerini bilen
yüce Allah'a ait olduğunu bilmesidir.
Kur'an'ın akışı, kötülüğü açıklamayı
yasaklamakla pasif bir pozisyonda durmuyor aksine, genel ve aktif
bir iyiliğe yöneltiyor insanı. Kötülüğü
affetmeye sevk ediyor kişiyi. İnsanı tutup hesaba
çekebildiği halde, insanları bağışlayan
yüce Allah'ın bu sıfatını öne çıkarmasının
amacı, ellerinden geldiği ve ' yapabildikleri kadariyle
müminlerin Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanmalarını
sağlamaktır:
"Bir iyiliği açığa vursanız da gizli
tutsanız da veya bir kötülüğü bağışlasanız
da biliniz ki, Allah bağışlayıcıdır
ve gücü her şeye yetendir."
Böylece ilahî eğitim sistemi, mümin bireyi ve
müslüman toplumu bir üst dereceye daha yükseltmektedir.
İlk derecede, yüce Allah'ın kötülüğün, açıklanmasından
hoşnut olmadığından söz etmektedir. Bu arada
zulme uğrayan ; birinin intikam almak ya da adaletin gerçekleşmesini
istemesi durumunda, zulme uğradığı konuda ve
uğradığı oranda, zulmedenin kötülüğünü
açıklamasına için verilmektedir. İkinci derecede
ise, hepsini birlikte iyilik yapmaya yöneltmektedir. Zulme uğrayan
kişiyi de -zulmü açığa vurmak şeklinde
intikam alması mümkünken- affetmeye ve vazgeçmeye
yöneltmektedir. Ancak gücü yettiği zaman, yoksa gücü
dahilinde olmayan şeyi affetmek söz konusu değildir.
Kişiyi intikam almaktan vazgeçirip, hoş görecek bir
düzeye yükseltmektedir bu. Kuşkusuz bu, çok daha yüce ve
üstün bir düzeydir.
Bu durumda, iyilik açıklandığı zaman, müslüman
toplum içinde yaygınlık kazanır. Gizli
tutulduğu zaman ise, ruh terbiyesindeki rolünü gerçekleştirir.
-Çünkü, iyiliğin gizlisi de açığı da güzeldir-
Böyle bir durumda bağışlamak duygusu, insanlar
arasında yaygınlaşır. Artık kötülüğü
açığa vurmaya imkan kalmaz. Ancak bu
bağışlama olgusu insanın elinde
olmalıdır. Kişinin hoş görüsünden
kaynaklanmalıdır, acizliğin verdiği zilletten
değil. Aynı zamanda, gücü yettiği halde
bağışlayanın amacı, yüce Allah'ın
ahlâkı ile ahlâklanmaya yönelik olmalıdır.
"Biliniz ki, Allah
bağışlayıcıdır ve gücü her
şeye yetendir."
YAHUDİLER
Bundan sonra ayetlerin akışı genel olarak Ehl-i
Kitap'la yeni bir gezintiye başlıyor. Sonra bir turda
yahudilere geçiyor, diğer turda da hristiyanlarla yol
alıyor. Yahudiler -yalan ve iftira ederek- Meryem ve İsa
hakkında kötü sözler sarf ediyorlardı. Bu
dedikodulara gezinti esnasında değinilmektedir. Böylece
bu gezinti ile sûrenin akışında geçen iki ayetin
içerdiği bu açıklama, birbirine
bağlanmaktadır. Gezinti tümüyle başlangıçta
Kur'an'ın, Medine'de müslüman kitlenin düşmanlarına
karşı giriştiği çarpışmanın
bir yönünü oluşturmaktadır. Bu çarpışmanın
diğer yönleri bu surede, Bakara suresinde ve Al-i İmran
suresinde ele alınmıştı. Şimdi
Kur'an'ın akışında yer aldığı
gibi sunmaya başlayalım: