Evet, şayet şükreder ve inanırsanız, Allah
sizi niye cezalandırsın? O, inkar ve nankörlüğün
karşılığı olarak azap verir. Belki şükretmeye
ve inanmaya yöneltir diye, bir tehdit olarak kullanır
azabını. Azap etmek istediği, işkenceye arzusu,
acı çektirmekten zevk almak, güç ve otorite gösterisinde
bulunmak, söz konusu değildir. Yüce Allah, bütün
bunlardan yücedir, uludur. Ne zaman şükür ve iman ile
korunursanız, Allah'ın bağışlaması
ve hoşnutluğu ile
karşılaşacaksınız. Allah'ın, kuluna
karşılık verişini ve kullarından haberdar
oluşunu göreceksiniz.
Yüce Allah'ın, kuluna teşekkürle karşılık
vermesi, göçüle derin şefkat duygularını
akıtmaktadır. Yüce Allah'ın teşekkür
etmesinin hoşnutluk anlamında olduğu bilinmektedir.
Hoşnutluğun gerektirdiği sebep anlamı da
vardır. Ancak yüce Allah'ın teşekkür etmesi,
ifade olarak derin etkileri söz konusudur.
Yoktan var eden, lütfedip nimetler veren, alemlere ihtiyacı
bulunmayan yüce yaratıcı... İyi
davranışları, imanları ve iyilikleri
karşısında kullara teşekkür ediyorsa...
Onlara, imanlarına, şükür ve iyiliklerine ihtiyacı
olmadığı halde yoktan var eden, lütfedip nimetler
veren ve alemlere ihtiyacı bulunmayan yüce yaratıcı
teşekkür ediyorsa... Rızıkları veren, lütfedip
nimet bahşeden, yaratıcı karşısında,
yaratılmış, sonradan var edilmiş ve
Allah'ın nimetleri içinde yüzen kulların ne
yapması gerekir?
Dikkat edin, bu kalpleri harekete geçiren, utandıran ve
karşılık vermesini sağlayan, derin olduğu
kadar şefkatli bir ifadedir.
Dikkat edin bu, yolun belirtilerine yönelik aydınlatıcı
bir işarettir. Bahşeden, nimetler veren, kullarına
teşekkür eden ve herşeyi bilen yüce Allah'a giden
yolun..
Kur'an'ın otuz cüzünden biri olan bu cüz, müslüman
toplum hayatında girişilen uygulama, inşa,
onarım, arındırma ve sağlamlaştırma
faaliyetlerinin şu olağanüstü kısmını içermektedir.
Böylece ruhsal alanda, toplum pratiğinde ve sosyal düzende
şu muazzam, uyumlu ve geniş yapıyı meydana
getirmektedir. Yeni bir insanın doğuşunu ilan
etmektedir. İdealistlik ve realistlik her alanda beşeri
enerjisini sarf etmesine yardımcı olmakla beraber
arınmışlık ve temizlik bakımından,
bundan önce ve sonra, insanlık bu doğuşun bir
benzerini görmemiştir. İlahî hayat sisteminin cahiliye
bataklığından çıkardığı;
yavaş, yavaş daha yükseğe, erişilmez zirveye
kolaylık, şefkat ve yumuşaklıkla çıkarttığı
insanın...
Bu cüz iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm
dördüncü cüzün sonlarında başlayan beşinci cüzün
tümünü kapsayan son kısmı da, şu cüzde yer alan
Nisa sûresini bütünlemektedir. İkinci bölüm ise -kalan
cüzün önemli bir kısmını
oluşturmaktadır- Maide sûresinin başlangıcıdır.
Burada birinci bölüm hakkında sözü kısa
tutacağız. Amacımız Maide sûresinin "kişiliğini"
ve konularını bu kitapta
uyguladığımız yöntem uyarınca bir bütün
olarak sunmaktadır, Allah'ın yardımı ile...
Nisa sûresinin geri kalan kısmı da dördüncü
cüzde yer alan girişinde açıkladığımız
sûrenin genel metodu doğrultusunda devam etmektedir. Ancak
çok özel bir şekilde de olsa burada sûrenin sunuş
metoduna değinmemiz yerinde olacaktır.
Kuşkusuz bu sûre, İslâm'ın, daha yükseğe,
erişilmez zirveye çıkarmak için cahiliye bataklığından
çekip çıkardığı insanların
oluşturduğu müslüman toplumun vicdanında,
İslâm düşüncesinin tutarlı
yapısını kurmaktadır. Aynı şekilde
bu vicdanlarda çöreklenen cahiliye kalıntılarını
gidermektedir. Yada daha önce dediğimiz gibi cahiliyenin
izlerini silip yerine İslâm'ın belirtilerini
yerleştirmektedir.
Sonra bu sûre, -yeni düşüncenin
ışığında- müslüman ümmetin vicdanını,
ahlâki yapısını ve toplumsal geleneklerini; yeni
baştan düzenlemek, gerek ahlâk, gerekse gelenek bakımından
cahiliye kalıntılarından kurtarmaktadır. Düşünce
ve inanç noktasında cahiliye tortularını
giderdiği gibi, sağlam yapılı ilahi sistem
uyarınca toplumsal hayatını ve ailesel
ilişkilerini de düzenlemektedir.
Sûre, -bunların yanında- bozuk inançları ve bu
inançları benimseyen müşrikleri, yahudi ve
hıristiyanlardan oluşan Ehl-i Kitab'ı
karşılamaktadır. Bu inançları düzeltme
yönüne gitmekte ve bu inançların bozulmasına neden
olan sapıklıkları giderip, doğrusunu
yerleştirmektedir.
Ardından sûre, müslüman toplumla birlikte genelde Ehl-i
Kitab, özelde yahudilere karşı, şiddetli bir
savaşa tutuşmaktadır. Çünkü Rasulullah (salât
ve selâm üzerine olsun)'ın Medine'ye varmasından beri,
bu yeni çağrıya karşı çıkan
onlardır. Yahudiler, bu yeni çağrının,
Medine'deki varlıklarına ve seçkin konumlarına,
Allah'a yakınlık bakımından öncelikli olma
iddialarına ve kendilerini Allah'ın seçkin halkı
olarak kabul etmelerine karşı bir tehlike
oluşturduğunu anladıkları andan itibaren
karşı koymuşlardı. Her türlü silaha başvurarak,
yeni çağrıya karşı
başlattıkları savaşın nedeni budur. Bu
arada sûre, onların gerçek özelliklerini, başvurdukları
yöntemleri ve kendi peygamberleriyle geçirdikleri tarihi gözler
önüne sermektedir. Temsilcisi kim olursa olsun, kendilerinden
olan bir peygamber, bir komutan bir uyarıcı dahi olsa,
hak çağrısı karşısındaki
tutumlarını ortaya çıkarmaktadır.
Ayrıca sûre -bütün bunlardan sonra- müslüman ümmete
omuzlarına yüklenen sorumluluğun büyüklüğünü,
kendisine takdir edilen rolün önemini açıklamaktadır.
Bu arada, hazırlanmalarının,
arındırılmalarının, vicdanlarında ve
hayatlarında cahiliye kalıntılarının
giderilmesinin hikmetini, bu işin gerektirdiği
uyanıklık ve güç hazırlama zorunluluğunun
nedenini ve bu önemli rolün istediği yükümlülükleri
yerine getirmesinin kaçınılmazlığının
sebebini açıklamaktadır. Ruh aleminde, realite dünyasında
verilen cihad ve katlanılan ağır fedakarlıklar
bu yükümlülükler karşısında yer almaktadır.
Tüm bölümleriyle sûre bu doğrultuda devam ediyor. Sûrenin
bu cüzde yer alan kısmı da aynı yöntemin bir
parçası olarak yoluna devam etmektedir.
Bu cüz, vicdan ve toplum temizliğinin bir yönüyle başlamaktadır.
Müslüman toplum atmosferinde, güven duygusunu yaygınlaştırmakta,
haksızlığa misillemede bulunurken adaletli
olmayı, affetmeye ve hoşgörülü davranmaya teşvik
etmenin yanında, toplum içinde dedikodu çıkarmayı
da önlemektedir. Bu arada zulme uğramış birinin
misillemede bulunmasının dışında, yüce
Allah'ın kötülüğün yaygınlaşmasından
hoşnut olmadığını açıklamakla
birlikte, yüce Allah'ın kötülüğü affetmeyi sevdiğini
de açıklamaktadır. Çünkü O, bağışlayıcıdır,
herşeye gücü yetendir.
Sonra İslâm düşüncesinin mahiyeti açıklanmaktadır.
Bu düşünceye göre, Allah'ın dini tektir. Tarih
boyunca gelmiş geçmiş tüm peygamberler de bu tek dinin
taşıyıcıları ve sürekli bir kafile
konumundadırlar. Peygamberler arasına bir
ayırım koymanın, getirdiklerine farklı gözle
bakmanın açık küfür olduğunu açıklamaktadır
cüz. Bu açıklama, kendi peygamberleri
dışında ırkçılık ve kindarlık
nedeniyle peygamberliği inkar eden -Ehl-i Kitap'tan-
yahudilerin eleştirildiği bir sırada
yapılmaktadır.
Bu noktada; yahudilerin kendi peygamberleri, önderleri ve uyarıcıları
olan Musa (a.s)'ya verdikleri eziyetleri ortaya çıkaran bir
gezinti başlıyor. Bu sayede kötü hareketleri, en
büyük peygamberleri Musa (a.s) da dahil olmak üzere hakka ve
hak davetçilerine karşı tutumları, ortaya çıkmaktadır.
Hz. İsa (a.s)'ya ve annesine karşı tutumları
-Allah'ın yasakladığı ve sevmediği
dedikoduları çıkarmaları- da gözler önüne
serilmektedir. Bu arada peygamberimize İslam'a ve görünüm
olarak hakkın son davetine karşı
takındıkları tavır da gün yüzüne çıkmaktadır.
Yahudilerin Mesih (a.s)'e attıkları iftiralar ve O'nu
öldürmekle övünmeleri münasebetiyle, Kur'an-ı Kerim, bu
iddianın mahiyetini bildirmektedir. Haksızlık
yapmaları, insanları Allah'ın yolundan
alıkoymaları, kendilerine yasaklandığı
halde faiz almaları ve insanların mallarını
gayr-i meşru yollarla yemeleri nedeniyle yüce Allah'ın
yahudileri nasıl cezalandırdığını, dünyada
kendilerine daha önce helal kılınan bazı
şeylerin haram kılındığını ve
ahirette kendilerine bekleyen acıklı azabı
hatırlatmaktadır. Bu arada ilimde derinleşenler ve
hakkı öğrendikten sonra iman edip hakka uyanlar bu hükmün
dışında tutulmaktadır.
Kur'an-ı Kerim, yahudilerin Hz. Peygamberin
peygamberliğini inkar etmelerine cevap verirken, bunun son
derece tabii ve alışılmış bir şey
olduğunu hayret edilecek, garipsenecek ya da inkar etmeyi
gerektirecek birşey olmadığını
bildirmektedir. Çünkü Hz. Peygamberimiz Nuh (a.s)'dan sonra
İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunları
İsa, Eyyüb, Yunus, Harun, Süleyman ve Davud (selâm
üzerlerine olsun) gibi yahudilerin kimini kabul ettikleri kimini
de taassub ve kinlerinden dolayı kabul etmedikleri
peygamberlerden buyana, yüce Allah'ın insanlara elçi
gönderme kanunu uyarınca gelmişti Resulullah. Yüce
Allah'ın kullarına müjdeleyici ve korkutucu
peygamberler göndermesi de son derece doğaldır.
"Peygamberlerden sonra insanların ileri sürebilecekleri
hiçbir bahaneleri olmaması için." (Nisa Suresi, 165)
Bu doğallığın ötesinde zorunlu bir iştir
de.
Ancak yahudilerin inkarı karşısında, yüce
Allah'ın ve meleklerin şahitliği yer
almaktadır ayet-i kerimede. Allah'ın şahitliği
yeterlidir kuşkusuz. Bunun yanında kafir olanlar ve
Allah'ın yolundan insanları alıkoyanlar; kafir ve
zalimler, tehdit edilmektedirler. Yüce Allah'ın onları
bağışlamayacağı, içinde sürekli
kalacakları cehennemin yolundan başka bir yola hidayet
etmeyeceği bildirilmektedir. Bunun ardından tüm
insanlara yönelik bir çağrı yer almaktadır.
Onlara bu peygamberin hak üzere Rableri tarafından gönderildiği
bildirilmektedir. Ayrıca bu peygambere inanmaları
istenmektedir, aksi takdirde göklerde ve yerde bulunan herşeyin
Allah'a ait olduğu gerçeği ilan edilmektedir.
Kuşkusuz insanlar bu peygamberliğin
doğruluğunu gözleriyle gördüler ve bu çağrıyla
da muhatap oldular. O halde, göklerin ve yerin sahibinin çağrısı
karşısında takındıkları tavrın
sonucuna da katlanacaklardır.
Böylece Ehl-i Kitab'tan yahudilerle yapılan gezinti de
sona ermiş oluyor. Bu sayede özellikleri, başvurdukları
yöntemleri, eskiden beri alışkanlık haline
getirdikleri kötülükleri ortaya çıkarılmış
oluyor. Bu şekilde hile ve tuzakları etkisiz hale
getirilmiş ve Muhammed (salât ve selâm üzerine olsun)'in
peygamberliği hakkında gerçek söz söylenmiş
oluyor. Bu konuda yüce Allah'ın şahitliği
insanlara bir delil olarak sunuluyor. Bunun yanında
peygamberlerin ve hak davetçilerin büyük sorumlulukları da
bildirilmektedir. Bir taraftan insanlar için kanıt
oluşturmak, öte taraftan tüm insanların
sorumluluğunun peygamberlerin ve müminlerin boynunda olması,
bu sorumluluk içinde yer almaktadır. Bunun nedeni,
insanları Allah'ın azabından kurtarmak ya da
cezayı hakk edenin, bir delilden sonra hakketmesini
sağlamaktır. Kuşkusuz bu son derece önemli ve ağır
bir sorumluluktur.
Yahudilerle yapılan bu gezinti sona erdikten, yüce Allah,
Meryem oğlu İsa (selâm üzerine olsun) ve annesi hakkında
çıkardıkları söylentileri yalanladıktan
sonra, İsa (selâm üzerine olsun)'ya uyan hıristiyanlarla
yapılan ikinci bir gezinti başlamaktadır. Bununla,
Allah'ın kulu ve peygamberi olan Mesih'e ilişkin
aşırılıklarını düzeltmek, onları
bu aşırılıklardan el çektirmek ve bu konuda
gerçeği yerleştirmek amaçlanmaktadır.
Kuşkusuz Mesih (a.s) Allah'ın kuludur ve ona kul
olmaktan da kaçınmaz. Melekler de öyle. Böylece Ruhul
Kudüs'e ilişkin iddiaları düzeltilmiş, teslis
inancı ve yüce Allah'ın baba olduğu savı
reddedilmiş oluyor.
Bu düzeltme işlemi esnasında, dosdoğru
İslam düşüncesi de yerleştirilmiş oluyor. Böylece
sorun tamamıyle ilahlık ve kulluk çerçevesinde ele alınıyor.
Yüce Allah'ın, ilahlığı, O'ndan başka
herkesin ve herşeyin kulluğu... Kuşkusuz bu
İslâm inancın büyük bir kuralı, açık bir
özelliği ve temel bir ilkesidir.
Bunun için müminlere yönelik müjdeleme yer alırken,
Allah'a kul olmaktan kaçınan kafirlere yönelik de bir
korkutma yer almaktadır. Yahudilerle birlikte çıkılan
birinci gezintinin sonunda olduğu gibi burada da Rabbleri
tarafından bir kanıt, apaçık bir nur
geldiğine, bundan sonra karşı çıkanların
ileri sürebilecekleri bir bahanenin, kuşku ve mazeretin
olmadığına ilişkin, tüm insanlara yönelik
bir duyuru yer almaktadır.
Sure (Kalale: Babası ve çocuğu olmayan ölü)
konusunda, mirasın geri kalan hükümlerini içeren bir
ayetle son bulmaktadır. Kalale'nin bazı durumları
daha önce sûrede açıklanmıştı. Bu ayet
Kalaleye ilişkin hükümlerin geri kalan kısmını
oluşturmaktadır. Bununla İslâm, müslüman toplumu
-sûrenin başlarında dediğimiz gibi- kendine özgü
belirgin özellikleri ve bağımsız bir düzeni olan
bir ümmete dönüştürmüştür. Böylece beşer
hayatında, insanlık aleminde üstlendiği önemli
rolü yerine getirmiş oluyor. İnsanlığa
öncülük, önderlik ve yol göstericilik yapmak...
Sûrenin bütününde ve ondan bir parça olan şu
kısımdan, toplumsal ve ekonomik düzenleme ile ahlâkı
güzelleştirme, inanç ve düşünceyi düzeltme,
müslüman cemaate pusu kuran düşmanlarla savaşa
tutuşmak, bu toplumun yerine getirmek zorunda olduğu
sorumluluk ve rolün önemini vurgulamak bir arada yürütebileceği
anlaşılmaktadır. Bir de -bu davanın
kitabı ve bu ümmetin anayasası olan- Kur'an'ın, bütün
bunları son derece kapsamlı, eksiksiz, dengeli ve
özenli bir şekilde yerine getirdiği
anlaşılmaktadır. Kur'an'ın
uyguladığı bu yöntem, yeni baştan
sorumluluğunu ve rolünü yüklenmesi için bu ümmeti,
yeniden inşa etmek, yaşatmak ve diriltmek isteyen
herkesin, davet metodunu ve hareket metodunu, Kur'an'dan
almasını zorunlu kılmaktadır. Kur'an, ilk defa
olduğu gibi şimdi de rolünü yerine getirmeye hazırdır.
O, her zaman aşamasında, insan ruhuna yönelik Allah'ın
kitabıdır. Onu en iyi anlayan, onunla kafirlere, münafıklara,
sapık Ehl-i Kitab'a karşı cihad eden ve
insanlık tarihinde onunla eşine rastlanılmayan bir
ümmet meydana getiren zatın dediği gibi, tekrarlamakla
olağan üstünlükleri tükenmez, yıpranmaz,
Kur'an'ın.
Bu Kur'an, yeni bir ümmet meydana getiriyordu. İslâm,
içinde, yüzdükleri cahiliye bataklığından çekip
çıkardığı müslüman toplumlardan, bir ümmet
oluşturuyordu. Böylece elinden tutup daha yükseğe,
erişilmez, zirveye çıkarmayı, -oluşumunu
tamamladıktan sonra- insanlığın önderliğini
teslim etmeyi ve bu önderlikle birlikte üstlendiği önemli
rolü açıklamayı amaçlıyordu.
Bu inşa sürecinin başka etkenlerinin arasında,
toplum vicdanlarının arındırılması,
içinde yaşanılan toplumsal atmosferin temizlenmesi ve
ahlâksal, ruhsal düzeyin olgunlaşacak bir noktaya çıkarılması
yer almaktadır.
Bu toplum, bu düzeye ulaştığı zaman,
itikadî düşüncesinin üstünlüğü oranında,
yeryüzünün diğer sakinlerine karşı, bireysel ve
toplumsal ahlak bakımından da üstünlük sağlamıştır.
O zaman yüce Allah, yapabildikleri kadar yeryüzünde onlarla
dilediğini yapmıştır. Onları, dininin ve
hayat metodunun koruyucuları, sapık
insanlığı aydınlığa ve hidayete götüren
önderler; insanlığın önderleri ve doğru yolu
bulması için güvenilir kişiler
kılmıştır.
Bu toplum, bu özellikleriyle sivrildiği sürece, bütün
yeryüzüne üstünlük sağlamıştır.
Artık bunun insanlığa önderlik yapması son
derece tabii, fıtrî ve düzgün temellerine dayanan bir işti.
Bu seçkin konumu nedeniyle de bilim, uygarlık, ekonomi ve
siyaset alanında da üstünlük sağlamıştır.
Bu son üstünlüğü de inanç ve ahlâksal düzey noktasındaki
üstünlüğünün ürünüdür. Yüce Allah'ın fert ve
toplumlara ilişkin değişmez yasası işte
budur.
Fert ve toplumun, arındırılmasının bir
yönü, şu iki ayette söz konusu edilmektedir.