Sûrenin başlarında inen ayetler, kadınlara
ilişkin bir takım soruları ve onların
bazı durumları hakkında fetva istemelerini
anlatmaktadır. Müslümanların soru sormak ve bazı
hükümlere ilişkin fetva istemek gibi girişimleri müslüman
toplumun gelişimini ve müslümanların hayatî konularda
dinlerinin hükümlerini öğrenme isteklerini göstermektedir.
Kuşkusuz cahiliyeden İslâm'a dönüşümün ruhlarında
meydana getirdiği sarsıntı son derece derindi.
Öyle ki cahiliyeden kaynaklanan her konudan, İslâm'da
geçersiz olduğu yada değiştirildiği
korkusuyla kuşkulanır ve sakınır
olmuşlardı. Bu yüzden günlük hayatlarında
karşılarına çıkan her şeye ilişkin
İslâm'ın hükümlerini öğrenmek istiyorlardı.
Bu uyanıklık ve durumlarını İslâm'a
uydurma konusunda duydukları bu arzu, -hayatlarında kimi
cahiliye kalıntılarının henüz bulunmasına
rağmen- o dönemin en belirgin özelliğidir.
Kuşkusuz önemli olan durumlarını İslâm'ın
hükümlerine uydurmada duydukları gerçek ve güçlü arzu
ve aynı ruhla bazı hükümlerin yorumlanmasını
istemeleridir. Yoksa günümüzde bir çoğunun müftülere başvurduğu
gibi sırf, bir şeyler öğrenmek, bilgin olmak için
fetva isteminde bulunmazlardı.
Toplum, dininin hükümlerini öğrenmek zorundaydı.
Çünkü yeni hayat düzenlerini bu şekillendirecekti.
Ayrıca öğrenmeyi şiddetle istiyorlardı.
Çünkü, amaç, pratik hayatlarıyla dinlerinin hükümleri
arasında uygunluk meydana getirmekti. Cahiliyeden yeni yeni
soyutlanmışlardı. Cahiliyenin gelenek,
alışkanlık, sistem ve hükümlerinden kaçınıyorlardı.
Bu arada İslâm'ın hayatlarında meydana
getirdiği bu büyük değişimin yada daha doğru
bir ifadeyle, İslâm'ın eliyle gerçekleştirilen bu
yeniden doğuşun değerini de çok iyi biliyorlardı.
Burada, Allah için öğrenmek istemelerinin, bu istekteki
içtenliklerinin ve öğrendiklerine uymadaki
kararlılıklarının gerçekliğinin
karşılığını görüyoruz. Bütün
bunların karşılığı olarak yüce
Allah'ın koruma ve gözetimini görüyoruz. İstedikleri
fetvayı yüce Allah üzerine alıyor:
"Onlar senden kadınlara ilişkin fetva isterler.
De ki; onlar hakkında size fetvayı Allah veriyor."
Onlar Resulullah'tan (salât ve selâm üzerine olsun) fetva
istemişlerdi. Ancak yüce Allah lütfedip peygamberine şöyle
söylemesini emrediyor! Kadınlar ve ayette zikredilen
diğer konular hakkında size Allah fetva veriyor.
Kuşkusuz yüce Allah'ın kullarına şefkati, müslüman
cemaate lütfu, onlara bizzat hitap etmesi, onları gözetmesi,
fetva isteklerini ve yeni hayatlarının ihtiyaç duyduğu
şeyleri karşılaması olayı değeri
ölçülemeyecek kadar büyük bir iltifattır.
Fetva; ilahî sistemin müslüman toplumu içinden çekip çıkardığı
cahiliye kalıntısı olguyu tasvir ettiği gibi,
müslüman toplumun hayat düzeyinin yükselmesi ve cahiliye kalıntılarından
arınması için uyulması istenen direktifi de içermektedir.
"De ki; Allah onlar hakkında size şu
fetvayı veriyor! Bu fetva paylarına düşen
mirası vermediğiniz yada nikahlamak istemediğiniz
yetim kadınlar, mağdur çocuklar ve yetimlere karşı
adil davranmanız konusunda size okunan Kur'an ayetleridir.
Bu ayet hakkında Ali b. Ebu Talha, İbni Abbas (r.a)'dan
şöyle nakleder: Cahiliye devrinde adam tutar yanındaki
yetim kızın üzerine elbisesini atardı. Bunu
yaptıktan sonra kimse o kadınla evlenemezdi artık.
Şayet güzel olur da hoşuna giderse kendisi evlenip
malını yerdi. Yok eğer çirkin olursa, ölene kadar
erkek yüzü görmesine müsaade etmezdi. Ölünce de mirasına
konardı. Bunu yüce Allah haram etti, böyle bir şey
yapmayı yasakladı. "... Mağdur çocuklar...
sözü hakkında, ibni Abbas, cahiliyede çocuklar ve kızlar
varis olamazlardı, der. "...paylarına düşen
mirası vermediğiniz..." sözü, bunu
göstermektedir. İşte yüce Allah bu durumu yasaklamıştır.
Her pay sahibinin payını belirlemiştir. Büyük
olsun küçük olsun erkeğin payı, kadının
payının iki katıdır, buyurmuştur.
Yüce Allah'ın "...Yetimlere karşı adil
davranmanız..." sözü hakkında Said b. Cubeyr
şöyle der: "Nasıl ki, güzel olduğu zaman
adam, "onu nikahladım kendime seçtim" diyorsa, mal
ve güzelliği olmadığı zaman da nikah
lasın tercih etsin."
Ayetin,
yüzden,
adil davranmadıkları sürece yetim kızları
sırf malları ve güzelliklerinden dolayı
nikahlamaktan engellediler. Çünkü gönülsüz davranıyorlardı
bu konuda."
Bu hadisler ve Kur'an ayetinden cahiliyenin durumu özellikle
yetim kızların içinde bulunduğu durum açıkça
görülmektedir. Yetim ki; velisinin göz dikmesi ve aldatmasıyla
karşı karşıya kalırdı. Velisi,
kızın malına göz dikerdi. Mihrini de vermemek
suretiyle aldatırdı. Şayet kendisi evlenecek olsa
hem mihrini hem de malını yerdi. Çirkin olduğu için
evlenmezdi. Üstelik, elinin altındaki malına,
kocasının ortak olmaması için başkasıyla
evlenmesine izin vermemekle de aldatırdı.
Küçük çocukların ve kadınların durumu da böyleydi.
Miraslarını koruyacak bir güçleri bulunmadığı
için mirastan yoksun bırakılırlardı. Yada
savaşacak güçte olmadıkları için, kabileci düşüncenin
etkisiyle mirasta hakları bulunmazdı. Çünkü kabile
düzeninde herşey savaşçılarındır.
Zayıfların hiç bir şeyi yoktur.
İşte İslâm'ın değiştirdiği
yerine üstün, insana yaraşır gelenekler
yerleştirdiği, bu iğrenç ve ilkel geleneklerdir.
Daha önce de dediğimiz gibi bu sırf Arap toplumunda söz
konusu olmuş bir sıçrama, bir uyanış
değildir kuşkusuz. Bu gerçekte yepyeni bir oluşumdur.
Yeni bir doğuştur. Bu ümmetin cahiliyedeki
realitesinden farklı bir gerçektir bu.
Şunu özellikle belirtmemiz gerekir: Bu yeni oluşum,
herhangi bir hazırlık döneminin sonucu bir gelişme
değildir. Yada bu halkın hayatında maddi olgunun
ani değişikliğinden de kaynaklanmamaktadır.
Miras ve mülkiyet haklarını savaşçılık
esasına dayandırmaktan insanlık esasına
dayandırmak, çocuk, yetim ve kadına savaşçılıklarından
dolayı değil de insan olmalarından dolayı
haklarını vermek değişimi; toplumun savaşçılara
değer vermeyen sağlam kurallar edinmesi, bu yüzden savaşçıların
kazanılmış haklarını iptal etmesi ve
onların öncelikli olmasını gerektirecek bir
durumun söz konusu olmadığı bir aşamaya
gelmesinden kaynaklandığı sanılmasın!
Kesinlikle hayır. Kuşkusuz bu yeni dönemde de savaşçılara
büyük değer verilir. Onlara duyulan ihtiyaç da son derece
önemlidir. Ancak burada artık İslâm vardır.
Burada insanlığın yeniden doğuşu söz
konusudur. Bir kitaptan, bir hayat sisteminden kaynaklanan bir doğuş,
aynı yeryüzünde, aynı şartlarda; üretim tarzında,
araçlarında ve üretimde bir devrim meydana getirmeksizin
yalnızca bu yeni doğuşun etkisiyle, bir düşünce
inkılabı gerçekleştirerek bu yeni doğmuş
toplumu oluşturmuştur.
Kur'an'ın eğitim metodunun, ruhlarda ve hayat
tarzında cahiliyenin belirtilerini söndürüp gidermek,
ruhlara ve hayat tarzına İslam'ın belirtilerini
yerleştirip sağlamlaştırmak için, (hem de
uzun bir) mücadeleye giriştiği bir gerçektir. Diğer
bir gerçek de cahiliye kalıntılarının tekrar
hareketlendiği, bazı bireysel durumlarda kendisi
değişik kılıklara büründürüp yeniden
ortaya çıkmaya çalıştığıdır.
"Maddi olgularla mücadeleye girişenin, onları
ortadan kaldırıp değiştirenin, gökten
indirilen bu ilahî sistem ve bu sistemin oluşturduğu bu
düşüncenin ta kendisi olduğu gerçeğidir. Hiçbir
zaman bu değişikliği sağlayan; maddi olgu ve
maddenin özünde taşıdığı çelişki
yada üretim araçlarının değişmesi veya
üretim araçlarının öngördüğü bu değişikliği
düzenlemek için düşüncelerin, hayat sistemi ve
sistemlerinin değişmesini zorunlu gören Marksist
hezeyanlardan biri olmamıştır.
Burada, bu halkın hayatında yeni ve tek birşey söz
konusudur. Yüceler aleminden indirilmiş bir şey. Ruhlar
hemen karşılık verdiler. Çünkü yüce Allah yerleştirdiği
fıtratın derinliklerine hitap ediyordu. Bu yüzden,
böyle bir değişiklik gerçekleşmişti. Daha
doğrusu insanlığın bu yeniden doğuşu
mümkün olmuştu. Bu doğuşta; bütün yönleriyle
cahiliye de hayat, bilinen görünümünden tamamen farklı
bir görünüm kazanmıştı.
Eski ve yeni görünüm arasında bir çatışma söz
konusu olmasına, bir takım sancılar ve fedakârlıklardan
dolayı acılar çekilmesine rağmen, tüm bunlar
gerçekleşmişti. Çünkü burada yüce bir mesaj,
itikadî bir düşünce söz konusuydu. Şu yeniden
doğuşta ilk ve son etken oydu. Tabi ki bu dalgayı
İslâm toplumuyla sınırlı tutması mümkün
değildi. Aynı şekilde tüm insan topluluklarına
da yönelecekti kuşkusuz.
Müminlerin kadınlara ilişkin Resulullah'tan fetva
istediği, yüce Allah'ın da kendilerine fetva
verdiği yetimlerin ve mağdur çocukların
haklarını bildirdiği şu Kur'an ayeti, bütün
bu hakları ve prensipleri, bu sistemin getirdiği
kaynağa bağlamakla son bulmasının nedeni de
budur:
"Ne iyilik yaparsanız kuşkusuz Allah onu
bilir."
Bilinmemesi mümkün değildir. Kaybolması düşünülemez.
Allah katında kayıtlıdır. Allah katında
kayıtlı iyiliğin kaybolması mümkün değildir.
Müminin yaptıklarıyla döndüğü son merci
burasıdır. Niyeti ve çabasıyla gözettiği tek
yön budur. Bu prensiplerin ve bu metodun ruhlarda, davranışlarda
ve tüm hayatta bu denli güçlü etkin olmasını
sağlayan; bu merciin gücü ve otoritesidir.
O halde bir takım direktifler vermek, hayat metodları
belirlemek ve sosyal düzenler kurmak önemli değildir.
Önemli olan bu direktiflerin, metod ve düzenlerin dayandığı,
güçlerini, insan nefsi üzerindeki etki ve faaliyetlerini aldıkları
otoritedir. İnsanların otorite ve azamet sahibi yüce
Allah'tan aldıkları prensip, hayat metodu ve düzenler
ile, insanlar arasındaki kendileri gibi bir kuldan
aldıkları prensip, hayat metodu ve düzenler arasında,
ne kadar da fark vardır. Diyelim ki, tüm sıfat ve
özellikleri ile de her ikisi aynı düzeyde bulunsun ve
böylece birlikte aynı zirveye ulaşsalar bile -bu da mümkün
değil ya- şu sözün kaynaklandığı
zatı düşünmem, ruhumda hakkettiği yeri vermem
bile, yücelerin yücesi Allah'ın sözü ile insanoğlunun
sözünün ruhumda hakkettikleri etkiyi, bırakmaları için
yeterlidir.
Ardından İslâm'ın, madde aleminde ya da üretim
dünyasında geçerli yeryüzü menşeli değişim
etkenlerinden çok, mele-i a'ladan -yüceler aleminden indirilen
Allah'ın sistemi aracılığıyla
oluşturduğu bu toplumda -aile ortamında gerçekleştirilen
sosyal düzenlemeyle birlikte bir adım daha atıyoruz: