O

 

O

   

123- Allah'ın vereceği mükafatı elde etmek ne sizin ne Kitap Ehli'nin kuruntularına göre olmaz. Kim kötülük işlerse cezasına çarpılır ve Allah'tan başka hiçbir dost, hiçbir yardım edici bulamaz.

124- Buna karşılık erkek yada kadın kim inanarak iyi bir amel işlerse, böyleleri de zerre kadar haksızlığa uğramaksızın cennete girerler.

125- Hem iyi ameller yapıp hem de tüm varlığı ile Allah'a teslim olandan ve İbrahim'den tek ilahlı dine uyandan daha iyi bir dindar kim olabilir? Allah, İbrahim'i dost edinmişti.

Yahudi ve hıristiyanlar "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" (Maide Suresi, 18) diyorlardı. "Sayılı günlerden başka katiyen bize ateş dokunmayacak." (Bakara Suresi, 80) iddiasında bulunuyorlardı. Yahudiler, "Allah'ın seçtiği halk olduklarını" da iddia ediyorlardı.

Bazı müslümanlar da insanlar arasında seçilmiş ümmet olmaları düşüncesinden hareketle, müslüman olmalarından dolayı yüce Allah'ın kendilerinden kaynaklanan hataların hesabını sormayacağını düşünmüş olabilirler.

Bunun üzerine şu ayet, onları ve şunları amel yapmaya, ama yalnız amel yapmaya yöneltiyor. Tüm insanları bir tek kritere döndürüyor. Allah'a güzellikle teslim olmaktan, Allah'ın dost edindiği İbrahim'in yolu olan İslâm'a uymaktan ibarettir bu kriter.

Kuşkusuz dinlerin en güzeli -İbrahim'in yolu olan- şu İslâm dinidir. Amellerin_en güzeli de "ihsan"dır. "İhsan; Allah'ı görür gibi ona ibadet etmendir. Her ne kadar sen onu göremiyorsan O, seni görür." Her şeyde ihsan gereklidir. Hatta kurban kesiminde bile bu gözetilir. Kesilirken azap çekmemesi için bıçağın keskin olması gibi.

Ayet-i kerimede insan ruhunun, amel ve karşılığına ilişkin iki şıkkı arasında bir denge göze çarpmaktadır. Aynı şekilde amelin kabul olmasının iman şartına bağlı olduğu yani Allah'a iman etmenin gerektiği de belirtilmektedir.

"... Erkek yada kadın kim inanarak iyi bir amel işlerse böyleleri de zerre kadar haksızlığa uğramaksızın cennete girerler."

(Erkek yada kadın) insan türünün iki şıkkına karşı muamelede uyulan kuralın tekliğini açıkça belirten bir hükümdür bu. Ayrıca amelin kabul olması imanın zorunluluğunu da açıkça belirtmektedir. Çünkü imandan kaynaklanmayan ve imana eşlik etmeyen hiçbir amelin, Allah katında değeri yoktur. Bu doğal olduğu kadar mantıksaldır da. Çünkü iyi bir amelin belirgin bir düşünceden kaynaklanıp, bilinen bir hedefe doğru yönelmesini sağlayan, Allah'a imandır. Bu iman, işlenen ameli, doğal ve sürekli bir harekete dönüştürür. Böylece kişisel arzunun karşılığı yada hiçbir kurala uymayan geçici bir davranış olmaktan çıkar.

Bu açık sözler; Üstad İmam, Şeyh Muhammed Abduh (Allah rahmet etsin)'un Amme cüzü tefsirinde, yüce Allah'ın "Kim bir zerre kadar iyilik yaparsa karşılığını görecektir." (Zilzal Suresi, 7) sözünü tefsir ederken ileri sürdüğü görüşlere aykırı düşmektedir. Abduh, ayetin hükmünü müslüman-müslüman olmayan herkesi kapsayacak şekilde genelleştirmiştir. Oysa diğer açık nasslar bu görüşü tamamen reddetmektedir. Aynı şekilde Üstad Şeyh Merağî (Allah rahmet etsin)'nin görüşünü de reddetmektedir ayet-i kerime. Bu konuya Amme cüzünde (Fi Zılâl'in otuzuncu cüzünde) değineceğiz.

Kuşkusuz yüce Allah'ın şu sözü müslümanlara son derece ağır gelmişti: "Kim bir kötülük işlerse cezasına çarpılır ve Allah'tan başka hiçbir dost, hiçbir yardım edici bulamaz."

Çünkü müslümanlar insan ruhunun tabiatını çok iyi biliyorlardı. Ne kadar salih ameller işleseler ne kadar iyi işler yapsalar da kötülük yapmanın kaçınılmaz olduğunu biliyorlardı.

İnsan ruhunu -gerçekte olduğu gibi- biliyorlardı, bu yüzden kendilerini de tanıyorlardı. Gerçek durumları konusunda kendilerini kandırmıyorlardı. Nefislerinden kötülüklerini gizleme yoluna gitmiyorlardı. İnsan ruhunda kimi zaman beliren zaaftan habersiz değillerdi. Bu zaafla karşılaştıklarında onu inkar etmeye, örtbas etmeye yeltenmiyorlardı. İşledikleri tüm kötülüklerin cezalandırılacağını duyunca titremeleri bu yüzdendi. Sonuçla fiilen karşılaşmış ona dokunmuş biri gibi titriyorlardı. Onların üstünlükleri de buydu zaten. Ahireti bu şekilde duyumsamaları, duygularıyla ahireti oradaymış gibi yaşamaları, sadece geleceğinden kuşku bulunmayan bir gün olarak değil... Bu vurgulu tehdit karşısında titreyip sarsılmaları bu yüzdendi.

İmam Ahmed anlatıyor: Bize Abdullah b. Numeyr, Ebu Bekir b. Ebu Zübeyr'den İsmail anlattı: Bana Ebu Bekir (r.a)'in Resulullah'a (salât ve selâm üzerine olsun) şöyle dediği haber verildi:

- Ya Resulullah, "Allah'ın vereceği mükafatı elde etmek ne sizin ne de Kitap Ehli'nin kuruntularına göre olmaz. Kim kötülük işlerse cezasına çarpılır." ayetinden sonra kurtuluş mümkün mü? Çünkü işlediğimiz her kötülük için cezalandırılacağız. Bunun üzerine peygamberimiz, "Allah seni affetsin ya Ebu Bekir, sen hiç hastalanmaz mısın? Yorulmaz mısın? Üzülmez misin? Bir yerin yaralanmaz mı?" buyurdu. Ebu Bekir:

- Evet, dedi.

Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun):

- İşte bunlar çekeceğiniz cezalardır, buyurdu. (Hakim Süfyan-ı Sevri kanalıyla İsmail'den rivayet etmiştir.)

Ebu Bekir İbni Murdeveyh İbni Ömer (r.a)'e isnad ederek Ebu bekir Es-Sıddık (r.a)'ten şöyle nakleder: Peygamber'le beraber bulunduğum bir sırada, "Kim bir kötülük işlerse cezasına çarpılır ve Allah'tan başka hiçbir dost, hiçbir yardım edici bulamaz." ayeti nazil oldu. Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) ya Ebu Bekir, "Şu anda bana nazil olan bir ayeti sana okuyayım mı?" buyurdu. Ben de;

- Evet ya Resulallah bana oku dedim... Bilmiyorum, nasıl olduysa birden belimde kırgınlık hissettim ve gerindim. Bunun üzerine Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun):

- Ne oldu sana ya Ebu Bekir, dedi.

- Anam babam sana feda olsun ya Resulallah, hangimiz bir kötü iş yapmaz? Kaldı ki işlediğimiz tüm kötülüklerin cezasını çekeceğiz, dedim. Bunun üzerine Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) şöyle buyurdu:

- Sana ve mümin arkadaşlarına gelince ya Ebu Bekir; siz bunların cezasını dünyadayken çekersiniz, öyle ki günahsız olarak Allah'ın huzuruna varırsınız. Başkaları ise; tüm kötülükleri kendileri için biriktirilir ve kıyamet günü cezasına çarptırılırlar. (Tirmizi)

İbn-i Ebu Hatem -kendi isnadiyle- Hz. Aişe (r.a)'den şöyle rivayet eder: Dedim ki, "Ya Resulallah, Kur'an-ı Kerim'deki en ağır ayeti biliyorum." Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) "Hangisidir ya Aişe?" buyurdu. "kim kötülük işlerse cezasına çarpılır" ayetidir, dedim. Bunun üzerine Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun); "Mümin kulun başına gelen her şey hatta ayağına değen bir çakıl bile..." buyurdu. (İbn-i Cerir rivayet etmiştir.)

Müslim, Tirmizi ve Nesaî Süfyan b. Uyeyne'nin -kendi isnadiyle- Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet ettiğine göre; "Kim bir kötülük işlerse cezasına çarpılır" ayeti indiğinde müslümanlara oldukça ağır geldi. Bunun üzerine Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) onlara şöyle buyurdu: Dosdoğru olun ve Allah'a yaklaşın. Kuşkusuz müslümanın başına gelen herşey keffarettir. Ayağına batan bir diken, bir çakıl taşı bile... " (Müslim, Tirmizi, Neseî)

Her nasılsa, bu da amel karşılığına ilişkin doğru imanî düşüncenin oluşum aşamalarından birini oluşturmaktadır. Bir yönden düşüncenin diğer yönden pratik olgunun istikamet bulmasında son derece önemlidir bu aşama. Bu ayet, müslümanların bünyelerini sarsmıştı, ruhlarını titretmişti. Çünkü onlar işi ciddiye alıyorlardı. Allah'ın sözünün doğru olduğunu çok iyi biliyorlardı. Daha dünyadayken bu sözün gerçekliğini ve ahireti yaşıyorlardı.

En sonunda amel ve karşılığı sorunu ve ondan önce de, göklerde ve yerde bulunanların tümüyle Allah'a döndürülmesi, yüce Allah'ın hayatta ve hayat sonrasında olan herşeyi kuşattığının belirtilmesi suretiyle şirk ve iman sorunu üzerine bir değerlendirme yer almaktadır:

 

 

O

 

O