O

 

O

   

110- Kim bir kötülük işler ya da kendine zulmeder de Allah'tan af dilerse Allah'ı bağışlayıcı ve esirgeyici olarak karşısında bulur.

111- Kim bir suç işlerse onu kendi aleyhine işlemiş olur. Kuşkusuz Allah bilir ve hakimdir.

112- Kim bir kusur ya da bir suç işler de onu bir masumun üzerine atarsa açık bir iftira, bir günah yükünün altına girmiş olur.

Bu üç ayet, yüce Allah'ın kullarıyla olan ilişkisinin dayandığı genel prensipleri belirlemektedir. Kullar da birbirleriyle ilişkilerinde bu prensiplere uyabilirler. Allah ile olan ilişkilerinde bunlara uymuş olsalar hiç bir zarara uğramazlar.

Birinci ayet, tevbe kapısının iki kanadını ve bütün genişliğiyle bağışlanma kapısını sonuna kadar açıyor. Böylece tevbe eden her günahkârda bağışlanma ve kabul görme ümidi doğuruyor: "Kim bir kötülük işler ya da kendine zulmeder de Allah'tan af dilerse Allah'ı bağışlayıcı ve esirgeyici olarak karşısında bulur."

Tevbe edip bağışlanma dileyerek Allah'a yönelenler onu bağışlayıcı ve merhamet edici görürler. Kuşkusuz bir kötülük işleyen başkasına ve kendisine haksızlık eder. Şayet kötülük şahsını aşınıyorsa o zaman da yalnızca kendisine haksızlık eder. Her iki durumda da bağışlayıp esirgeyen yüce Allah her an için bağışlanma dileyenleri kabul eder, ona tevbe ederek yöneldikleri sürece onları bağışlar, merhamet eder. Bu şekilde kayıtsız, şartsız, engelsiz ve kapıcısız... Tevbe edip bağışlanma dileyenler her zaman Allah'ı affedici ve merhamet edici bulacaklardır.

İkinci ayet, bireyin sorumluluğunu yerleştirmekte ve ceza konusunda İslâm düşüncesi bu kurala dayanmaktadır. Bu da her kalbe, korku ve güven duygusunu bahşetmektedir. İşlediğinden ve kazandığından dolayı da kendisini güvencede hissetmesini sağlamaktadır.

"Kim bir suç işlerse onu kendi aleyhine işlemiş olur. Kuşkusuz Allah bilir ve hakimdir."

Kilise düşüncelerinde sözü edildiği gibi, İslâm'da, miras kalan bir suç anlayışı yoktur. Kişinin kendi cezasını çekmesi dışında, başkası adına ceza çekmesi söz konusu değildir. Bu durumda her kişi, yaptığı şeyden sakınmak ve yapmadığı şeyden dolayı sorgulanmayacağından emin olmak üzere özgürdür. İşte bu eşsiz düşüncede yer alan olağanüstü denge. Kuşkusuz bu, İslâm düşüncesinin özelliklerinden ve ilkelerinden biridir. Çünkü İslâm, fıtratı tatmin eder, insanoğlunun davranışları için mihenk edinmesi istenen mutlak adaleti gerçekleştirir.

Üçüncü ayet de bir suç işleyip sonra da onu suçsuz birine yükleyenin sorumluluğunu belirlemektedir. Bu durum söz konusu grubun durumuna uygun düşmektedir:

"Kim bir kusur ya da bir suç işler de onu bir masumun üzerine atarsa açık bir iftira, bir günah yükünün altına girmiş olur."

Hem masum birine iftira atmanın günahını, hem de o suçu bizzat işlemenin yükünü birlikte taşıyacaktır. Manayı iyice öne çıkarıp güçlendiren Kur'an'ın tasvirli ifadesinin somutlaştırdığı gibi bunlar, taşınacak yüktürler sanki.

Kur'an-ı Kerim belirlediği bu üç kural ile, her ferdin yaptıkları ile hesaba çekileceği adalet terazisini tablolaştırmaktadır. Bu terazi, suçunu başkasının üzerine atmakla hiç bir suçlunun yakasını bırakmaz. Aynı zamanda tevbe ve mağfiret kapısını sonuna kadar açık tutmaktadır. Kapıları çalıp duran şu bağışlanma dileyen tevbekârlar, her an Allah'la buluşabilirler. Hatta izin istemeden bile huzura girip rahmet ve bağışlanma dilerler.

Son olarak yüce Allah, geceleyin komplolar kuranların peşine düşmekten koruması, anlaşmalarından haberdar etmesinden dolayı peygamberine yaptığı iyiliği belirtiyor. Öyle ki, bu adamlar anlaşmalarını tüm insanlardan gizleyebildikleri halde Allah'tan gizleyememişlerdi. -Çünkü hoşlanmadığı sözü tasarlarlarken yüce Allah yanlarındaydı- Ardından yüce Allah, kendisine kitap ve hikmet indirmekle ve bilmediğini öğretmekle yaptığı en büyük iyiliği hatırlatmaktadır peygamberine. Kuşkusuz bu, öncelikle Allah yanında en şerefli ve ona en yakın olanın şahsında tüm insanlığa yapılmış bir iyiliktir:

 

 

O

 

O