Bu üç ayet, yüce Allah'ın kullarıyla olan
ilişkisinin dayandığı genel prensipleri
belirlemektedir. Kullar da birbirleriyle ilişkilerinde bu
prensiplere uyabilirler. Allah ile olan ilişkilerinde bunlara
uymuş olsalar hiç bir zarara uğramazlar.
Birinci ayet, tevbe kapısının iki
kanadını ve bütün genişliğiyle
bağışlanma kapısını sonuna kadar açıyor.
Böylece tevbe eden her günahkârda bağışlanma ve
kabul görme ümidi doğuruyor: "Kim bir kötülük işler
ya da kendine zulmeder de Allah'tan af dilerse Allah'ı
bağışlayıcı ve esirgeyici olarak
karşısında bulur."
Tevbe edip bağışlanma dileyerek Allah'a yönelenler
onu bağışlayıcı ve merhamet edici görürler.
Kuşkusuz bir kötülük işleyen başkasına ve
kendisine haksızlık eder. Şayet kötülük
şahsını aşınıyorsa o zaman da
yalnızca kendisine haksızlık eder. Her iki durumda
da bağışlayıp esirgeyen yüce Allah her an
için bağışlanma dileyenleri kabul eder, ona tevbe
ederek yöneldikleri sürece onları bağışlar,
merhamet eder. Bu
şekilde
kayıtsız, şartsız, engelsiz ve
kapıcısız... Tevbe edip bağışlanma
dileyenler her zaman Allah'ı affedici ve merhamet edici
bulacaklardır.
İkinci ayet, bireyin sorumluluğunu
yerleştirmekte ve ceza konusunda İslâm düşüncesi
bu kurala dayanmaktadır. Bu da her kalbe, korku ve güven
duygusunu bahşetmektedir. İşlediğinden ve
kazandığından dolayı da kendisini güvencede
hissetmesini sağlamaktadır.
"Kim bir suç işlerse onu kendi aleyhine
işlemiş olur. Kuşkusuz Allah bilir ve hakimdir."
Kilise düşüncelerinde sözü edildiği gibi,
İslâm'da, miras kalan bir suç anlayışı
yoktur. Kişinin kendi cezasını çekmesi dışında,
başkası adına ceza çekmesi söz konusu değildir.
Bu durumda her kişi, yaptığı şeyden
sakınmak ve yapmadığı şeyden dolayı
sorgulanmayacağından emin olmak üzere özgürdür.
İşte bu eşsiz düşüncede yer alan olağanüstü
denge. Kuşkusuz bu, İslâm düşüncesinin
özelliklerinden ve ilkelerinden biridir. Çünkü İslâm, fıtratı
tatmin eder, insanoğlunun davranışları için
mihenk edinmesi istenen mutlak adaleti gerçekleştirir.
Üçüncü ayet de bir suç işleyip sonra da onu suçsuz
birine yükleyenin sorumluluğunu belirlemektedir. Bu durum söz
konusu grubun durumuna uygun düşmektedir:
"Kim bir kusur ya da bir suç işler de onu bir
masumun üzerine atarsa açık bir iftira, bir günah
yükünün altına girmiş olur."
Hem masum birine iftira atmanın günahını, hem
de o suçu bizzat işlemenin yükünü birlikte taşıyacaktır.
Manayı iyice öne çıkarıp güçlendiren Kur'an'ın
tasvirli ifadesinin somutlaştırdığı gibi
bunlar, taşınacak yüktürler sanki.
Kur'an-ı Kerim belirlediği bu üç kural ile, her
ferdin yaptıkları ile hesaba çekileceği adalet
terazisini tablolaştırmaktadır. Bu terazi, suçunu
başkasının üzerine atmakla hiç bir suçlunun
yakasını bırakmaz. Aynı zamanda tevbe ve
mağfiret kapısını sonuna kadar açık
tutmaktadır. Kapıları çalıp duran şu
bağışlanma dileyen tevbekârlar, her an Allah'la
buluşabilirler. Hatta izin istemeden bile huzura girip rahmet
ve bağışlanma dilerler.
Son olarak yüce Allah, geceleyin komplolar kuranların
peşine düşmekten koruması,
anlaşmalarından haberdar etmesinden dolayı
peygamberine yaptığı iyiliği belirtiyor. Öyle
ki, bu adamlar anlaşmalarını tüm insanlardan
gizleyebildikleri halde Allah'tan gizleyememişlerdi. -Çünkü
hoşlanmadığı sözü tasarlarlarken yüce Allah
yanlarındaydı- Ardından yüce Allah, kendisine
kitap ve hikmet indirmekle ve bilmediğini öğretmekle
yaptığı en büyük iyiliği
hatırlatmaktadır peygamberine. Kuşkusuz bu,
öncelikle Allah yanında en şerefli ve ona en yakın
olanın şahsında tüm insanlığa
yapılmış bir iyiliktir: