Yaşamanın ve rızık bulma
imkanının herhangi bir toprak parçasında
bulunmakla elde edileceği belli şartlara bağlı
bulunduğundan, belirgin ortamlarla ilişkili olduğu
ve insanda bunları bırakmakla yaşama
imkanının olamayacağı hissini uyandıran,
insan ruhunun zaaf, ihtiras ve cimriliğidir.
İşte vicdanları aşağılanma ve
haksızlığı kabullenmeye iten, dinlerinden dönmeye
zorlanmaları karşısında susmalarına yol açan
sonra da meleklerin "kendilerini zulme mahkum edenler"
olarak canlarını aldığı kişilerin
varacağı bu kötü sonuçla yüzyüze gelmelerine neden
olan; rızık, yaşamak ve kurtuluşun gerçek
sebeplerine ilişkin bu düzmece düşüncedir.
Oysa yüce Allah, kendisi uğruna hicret edenlere vaad
olunan gerçeği bildirmektedir. Kuşkusuz hicret eden,
Allah'ın toprağında serbestlik ve genişlik
bulacaktır. Gittiği her yerde kendini
yaşatanın ve rızık verip kurtaranın yüce
Allah olduğunu görecektir.
Fakat ecel, Allah yolunda hicret yolculuğu esnasında
gelebilir. -Surenin akışında daha önce de değinildiği
gibi- ölümün görünen sebeplerle hiç bir ilişkisi yoktur.
Belirlenen zamanı gelince meydana gelmesi kesin olan bir
olgudur ölüm. Zamanı geldiğinde insanın evinde
oturuyor olması ya da göç halinde olması durumu
değiştirmez. Çünkü ecelin öne alınması ya
da geciktirilmesi mümkün değildir.
Bununla beraber insan ruhunun kendine özgü düşünceleri
ve görünen şartlardan etkilenmesi de söz konusudur.
Kur'an'ın metodu bunları göz önünde bulundurup
öylece tedavi yönüne gitmektedir. Allah ve Resulü uğruna
hicret etmek amacıyla evinden ilk adımını
attığı andan itibaren mükafatın Allah'ın
katında tahakkuk ettiğini bildirerek yüce Allah'ın
güvencesini telkin etmektedir.
"...Kim Allah ve peygamber uğruna
evini-barkını bırakıp göç eder de sonra da
bu yolda ölüme yakalanırsa onun mükafatı
Allah'ın güvencesi altındadır."
Bütün mükafatı... Hicret ve yolculuk mükafatı,
İslâm ülkesine varıp islami bir hayat yaşama mükafatı...
Artık Allah'ın güvencesinden sonra başka güvence
aranır mı?
Bunun yanında, günahların
bağışlanacağını hesapta merhamet
edileceğini içeren bir başka güvence de yer almaktadır.
Bu da ilk alışverişe ek bir mükafattır.
"...Hiç şüphesiz Allah affedici ve merhametlidir."
Kuşkusuz bu kârlı bir alışveriştir.
Hicret eden daha ilk adımda yani Allah Resulü uğruna
hicret etmek amacıyla evinden çıkıp
attığı ilk adımdan itibaren büyük bir
kazanç elde etmektedir. Ölümse aynı ölümdür.
Ertelenmesi mümkün olmayan zaman geldiğinde vuku
bulacaktır kuşkusuz. Hicret etmek yahut evde oturup
kalmakla hiçbir ilgisi yoktur.
Şayet hicret eden evinde oturmuş olsaydı yine de
ölüm belirlenen süresinde meydana gelecekti. O zaman da kârlı
alışverişi kaybedecekti. Ne bir mükafat, ne bir bağışlanma
ne de merhamet söz konusu olmayacaktı. Hatta melekler
kendini zulme mahkum etmiş biri olarak canını
alacaktı.
İki alışveriş birbirinden ne kadar da uzak.
Varılan sonuçlar ne kadar da farklı.
Bu derste -şimdiye kadar- sunduğumuz ayetlerden
birtakım değerlendirmeler çıkarmış
bulunuyoruz. Dersin geri kalan kısmını ve içerdiği
konulara geçmeden önce bu değerlendirmeleri özetle aktaralım.
a) Bir kere, Allah yolunda cihad etmekten ve cihad eden müslüman
saffa katılmaktan geri kalmanın İslâm nazarında
ne denli nefret uyandırıcı bir olay olduğunu görüyoruz.
Ancak, hicret etmek için bir plan kurmak ya da çıkar yol
bulmak konusunda çaresiz olanlardan ve yüce Allah'ın
mazeretini kabul ettiği kimseler bu hükmün dışındadırlar.
b) İslâm inancında, İslâm düzeninde ve bu
ilahî metodun pratik gereklerinde cihad unsurunun derinliğinin
ve köklülüğünün boyutlarını görüyoruz. Öyle
ki Şia mezhebi cihadı İslâm'ın bir
şartı saymıştır. Her ne kadar
"İslâm beş esas üzerine kurulmuştur"
hadisinde cihaddan söz edilmese de bu görüşlerini
destekleyen bir çok hüküm ve pratik yorumdan güç almaktadırlar.
Ayrıca cihad emrinin kesinliği, canlılık dolu
İslâmî hayatta bu unsurun köklülüğü ve her zaman
ve her yerde ortaya çıkan zorunluluğu -zorunluluk
fıtrî gerekçelere dayanmaktadır, geçici koşullara
değil.- bütünüyle bu unsurun ciddiyet ve köklülüğüne
ilişkin bu derin bilinci desteklemektedir.
c) Aynı şekilde insan ruhunun aynı ruh
olduğunu görüyoruz. En iyi dönemlerde ve en hayırlı
toplumlarda bile zorluklar karşısında
gerilediğini, tehlikeleri görünce korkuya kapıldığını,
engellerle karşılaşınca,
tembelleştiğini görüyoruz. Bu gibi durumlarda, tedavi
yönteminin bu nefisler konusunda ümitsizliğe kapılmak,
olmadığını, Kur'an'ın, ilâhî ve
hikmetli metoduna uygun olarak, aynı anda onlar( harekete geçirmenin,
cesaretlendirmenin, sakındırmanın ve kendilerine güvenmelerini
sağlamanın geçerli yol olduğunu görüyoruz.
d) Son olarak, bu Kur'an'ın hayatın realitesini
nasıl karşıladığını, müslüman
topluma nasıl önderlik yaptığını
başta insan ruhu, fıtrî özellikleri ve cahiliyeden
kaynaklanan tortuları olmak üzere çeşitli alanlarda bu
toplumla birlikte nasıl savaşa giriştiğini görüyoruz.
insanları Allah'a davet etmek suretiyle hayatın ve ruhun
realiteleriyle yüzyüze gelen bizlerin Kur'an'ı ne
şekilde okuyup uygulamamız gerektiğini de görüyoruz.
CİHAD VE N