9- Arkalarında güçsüz çocuklar bırakıp
ölecek olsalar çocuklarının hali nice olur diye
kaygı duyanlar yetimlere haksızlık etmekten
korksunlar, Allah'tan sakınsınlar ve doğru
konuşsunlar.
10- Yetimlerin mallarını haksız biçimde
yiyenler, midelerini ateşle doldurmaktan başka
birşey yapmıyorlar. Zaten kudurmuş alevlerin içine
atılacaklardır.
11- Mirasınızın bölüştürülmesi sırasında
Allah size erkeklere, kızlarınkinin (kadınların)
iki katı kadar pay vermenizi emreder. Eğer ölenin
ikiden çok kızı varsa mirasının üçte ikisi
onlarındır, eğer bir kızı varsa
mirasın yarısını alır.
Eğer ölenin çocuğu varsa vasiyeti yerine
getirildikten ve borcu ödendikten sonra artakalacak malının
altıda birerlik bölümü anasına ve babasına düşer.
Eğer çocuğu olmaz da ana-babasını mirasçı
olarak bırakarak ölürse anası mirasının
üçte birini alır. Eğer ölenin kardeşleri varsa
mirasının altıda biri annesine verilir.
Ana-babanızın mı, yoksa
evlatlarınızın mı size daha hayırlı
olacaklarını bilemezsiniz.
Bunlar Allah tarafından belirlenmiş miras
paylarıdır. Hiç kuşkusuz Allah herşeyi bilir
ve hikmet sahibidir.
Ayetlerin akışı, varislerin paylarını
belirlemeye geçmeden önce yetimlerin malını yemekten
sakındırmaya dönüyor. Bu sefer kalpleri iki güçlü
dokunuşla uyarmak için dönüyor bu konuya. İlki,
babalık merhametinin, zayıf zürriyete karşı
duyulan fıtri şefkatin ve hesaba çeken ve gözeten
yüce Allah'ın korkusunun kaynağına dokunuştur.
İkincisi de, korkunç bir somut sahnede ateşten duyulan
korkunun, alevden yayılan ürpertinin yerine dokunuştur.
"Arkalarında güçsüz çocuklar bırakıp
ölecek olsalar çocuklarının hali nice olur diye
kaygı duyanlar yetimlere haksızlık etmekten
korksunlar. Allah'tan sakınsınlar ve doğru
konuşsunlar."
"Yetimlerin mallarını haksız biçimde
yiyenler, midelerini ateşle doldurmaktan başka
birşey yapmıyorlar. Zaten kudurmuş alevlerin içine
atılacaklardır."
İşte böyle ayet-i kerime ilk dokunuşu kalplerin
içine küçük zürriyetlerine karşı ince duygulara
sahip babaların kalplerine yapıyor. Bunu da zürriyetlerini,
kanadı kırık, ne acıyanı ne de
koruyanı bulunmayan bir durumda tasvir ederek gerçekleştirmektedir.
Böylece babalarını yitirdikten sonra kendilerine teslim
edilen yetimlere karşı şefkat
duygularının harekete geçirilmesi amaçlanmaktadır.
Çünkü onlar, kendilerinden sonra zürriyetlerinin, kendilerine
emanet edilen şu yetimler gibi sağ kalanlardan kime
teslim edileceğini bilemezler. Bu arada yüce Allah'tan
korkmaları tavsiye edilmektedir. Belki yüce Allah onların
küçüklerine de takva sahibi, titiz ve şefkatli birini veli
kılar. Ayrıca mallarını ve
eşyalarını gözettikleri gibi onları terbiye
edip gözetirken yetimlere doğru söz söylemeleri de tavsiye
edilmektedir.
İkinci dokunuşa gelince... Bu,
korkunç bir tablodur. Karınlardaki
ateş tablosu... Ve en sonunda varılacak yerdeki korkunç
alev tablosu. Çünkü bu mal ateştir. Ve onlar da bu
ateşi yiyorlar. Kuşkusuz onlar sonuçta ateşe
varacaklardır. Bu, karınları ve derileri kavuran
bir ateştir. İçi de dışı da ateştir
bunun. Bu ateş somuttur. Nerdeyse karınlar ve deriler
hissedecek. Öyle ki karınları ve derileri
yakışını gözler görür gibi oluyor.
Kuşkusuz Kur'an'ın bu hükümleri, kat'i ve köklü işaretleriyle
müslüman ruhlarda yapacağını
yapmıştır. Onları cahiliye tortularından
kurtarmıştır. Onları kuvvetle
sarsmış, üzerlerinden bu tortuları
gidermiştir. Kalplerine korku, titizlik, takva ve yetimlerin
malına dokunmaktan -evet dokunmak- sakınma
duygularını yerleştirmiştir. Yetimlerin
mallarında, yüce Allah'ın şu güçlü ve derin işaretleri
bulunan ayetlerde sözünü ettiği ateşi görüyorlardı.
Bu yüzden yetimlerin mallarına dokunmaktan çok korkuyorlardı.
Bu korkularında da oldukça mübalağalı
davranıyorlardı.
Ata b. Said yoluyla, Said b. Cübeyr'den o da İbn-
Abbas'tan (Allah O'ndan razı olsun) şöyle rivayet
edilir: "Yetimlerin mallarını haksız yere
yiyenler..." ayeti indiğinde yanında yetim
bulunan kimseler hemen yemeğini yetimin yemeğinden, içeceğini
içeceğinden ayırdılar. Yetim için birşey
hazırlayıp bekletirlerdi. O da yerdi ya da bozulurdu. Bu
onların zoruna gitti. Bunu gidip Resulullah'a (salât ve
selâm üzerine olsun) anlattılar. Bunun üzerine yüce Allah
şu ayeti indirdi:
"Sana yetimler hakkında soru sorarlar. De ki; `Onların
durumlarını düzeltmek hayırlı bir iştir.
Eğer kendileriyle bir adada yaşıyorsanız,
onlar artık kardeşlerinizdir. Allah kimin işleri
bozucu ve kimin düzeltici olduğunu iyi bilir. Eğer
Allah dileseydi sizi zora koşardı..." (Bakara
suresi; 220)
Bunun üzerine yemeklerini yemeklerine, içeceklerini
içeceklerine kattılar."
Kur'an'ın metodu bu vicdanları şu aydın
ufuklara böyle yükseltiyordu. Onları böylesine olağanüstü
bir şekilde cahiliye karanlığından
arındırıyordu.
MİRAS NİZAMI
Şimdi miras düzenine gelmiş bulunuyoruz. Bu da yüce
Allah'ın anne-babaya yönelik çocuklarına ilişkin
bir tavsiye ile başlıyor. Bu tavsiye de gösteriyor ki,
yüce Allah, çocuklar konusunda anne-babadan daha merhametli,
daha iyiliksever ve daha adildir. Ayrıca bu düzenin tümden
Allah tarafından olduğunu da göstermektedir. Çünkü
anne-baba ve çocukların, akraba ve
yakınlarının arasında hükmeden odur. Ona başvurmaktan,
tavsiye ve hükmünü uygulamaktan başka seçenekleri yoktur
onların. Daha önce değindiğimiz gibi bütün
surenin açıklama ve kapsamıyla
uğraştığı "din"in anlamı
budur. Böylece miras konusunda genel bir ilkenin belirlenmesine
başlamaktadır ayet. "Mirasınızın
bölüştürülmesi sırasında Allah size erkeklere,
kızlarınınkinin (kadınların) iki
katı kadar pay vermenizi emreder."
Sonra bu büyük gerçeğin ve genel ilkenin gölgesinde
ayrıntılara ve payların
dağıtılmasına geçmektedir. Bu ayrıntılar
iki ayeti kapsamaktadır. Birincisi varislerin usul (babadan
yukarısı) ve furu (çocuktan aşağısı)
olmalarına ilişkindir. İkincisi de evlilik ve (ölenin
usul ve furunun bulunmaması durumu) durumlarına
özgüdür. Sonra surenin son ayetinde Kelâle (yeri gelince değineceğiz)'nin
bazı durumlarını tamamlamak için mirasa ilişkin
geri kalan hükümler gelmektedir.
Surenin sonunda yer alan aşağıdaki ayetlerde bu
iki ayete bağlıdır.
"Senden fetva isterler. Onlara de ki; Geride ne ana-baba
ve ne de çocuk bırakmaksızın ölen kimsenin mirasının
nasıl bölüşüleceği hakkında Allah size
şu hükmü öneriyor: Eğer geride çocuk bırakmaksızın
ölen erkeğin kız kardeşi varsa mirasının
yarısı kız kardeşine düşer Fakat kendisi,
çocuk bırakmaksızın ölen kız kardeşinin
mirasının tamamını alır. Eğer
adamın iki kız kardeşi varsa bunlara mirasın
üçte ikisi verilir. Eğer hem erkek hem de kız
kardeşleri varsa erkeğin payı, kızın
payının iki katı olur. Allah
şaşırmayasınız diye, size hükmünü
böyle açıklıyor. Allah herşeyi bilir." (AI-i
İmran suresi; 176)
Şu üç ayet feraiz ilminin -yani miras ilminin- temel
esaslarını içermektedir. Ayrıntılara gelince
bazısını Resulullah'ın (salât ve selâm
üzerine olsun) uygulaması belirlemiştir. Geri
kalanını da fakihler, temel esaslar uyarınca içtihat
yoluyla belirlemişlerdir. Burada konunun ayrıntı ve
uygulamasına girme imkanı olmadığından ve
esasında yeri de fıkıh kitapları
olduğundan -Fi Zılâl-il Kur'an'da bu hükümlerin
yorumu ve kapsadığı İslâm metodunun
temellerinin değerlendirilmesiyle yetiniyoruz.
"Mirasınızın bölüştürülmesi sırasında
Allah size, erkeklere, kızlarınınkinin
(kadınların) iki katı kadar pay vermenizi
emreder."
Bu başlangıç -daha önce de anlattığımız
gibi- bu feraizin döndüğü temeli ve kaynaklandığı
merciyi göstermektedir. Yüce Allah'ın çocuklar konusunda
anne babadan daha merhametli olduğunu gösterdiği gibi.
Çünkü o bir şeyi farz kılıyorsa bu,
anne-babanın onlar için istediğinden daha iyidir.
Her iki anlam da birbirine bağlıdır ve birbirini
tamamlamaktadır.
Kuşkusuz tavsiye eden, farz kılan ve mirası
insanlar arasında bölüştüren yüce Allah'tır.
Nitekim herşeyi tavsiye edip farz kılan ve bütün rızıkları
insanlar arasında bölüştüren de O'dur. Düzen,
şeriat ve kanunlar Allah'tan alınır. İnsanlar
hayatlarının belli başlı konularında
-mallarının, geride bıraktıklarının,
zürriyetleri, çocukları arasında bölüştürülmesi
gibi- Allah'a başvurmalıdırlar. İşte din
budur. O halde hayatlarıyla ilgili tüm konularda sadece
Allah'a başvurmadıkları sürece insanların
dini yoktur. Bu işlerden herhangi biri için -büyük veya
küçük diğer bir kaynağa başvurdukları sürece
orada İslâm'dan söz edilemez. Orada şirk var, küfür
var ve İslâm'ın köklerini insanların
hayatından söküp atmak için geldiği cahiliye var.
Yüce Allah'ın tavsiye ettiği, farz
kıldığı ve insanların hayatında hükmettiği
herşey -bunlar arasında, mallarının ve geride
bıraktıkları şeylerin zürriyetlerinin ve
çocuklarının arasında bölüştürülmesi gibi
en özel işlerine ilişkin hükümler de olmak üzere-
kendi kendilerine paylaştıklarından ve zürriyetleri
için seçtiklerinden daha iyi ve daha yararlıdır.
İnsanların, "Biz kendimiz seçeriz ve bizim yararımıza
olanı en iyi biz biliriz" demeye hakları yoktur.
Çünkü bu -batıldan da öte- küstahlıktır, büyüklenmedir,
Allah'a karşı bilgiçlik taslamadır. Küstah
cahillerden başkasının yeltenemeyeceği
boş bir iddiadır.
Avfi İbn-i Abbas'tan (Allah O'ndan razı olsun)
rivayet ediyor: "Mirasınızın bölüştürülmesi
sırasında Allah size erkeklere, kızlarınkinin
(kadınların) iki katı
kadar
pay vermenizi emreder."
İçinde yüce Allah'ın erkek ve kız çocuğu
ve anne-babanın miras bölüşmesindeki
paylarını belirleyen hükümleri inince insanların
-veya bazısının- hoşuna gitmedi.
"Kadına dörtte bir veya sekizde bir veriliyor, kız
çocuğa yarısı veriliyor ve küçük çocuklara da
veriliyor. Oysa bunlardan hiçbiri düşmanla savaşamaz
ve ganimet toplayamaz" demeye başladılar.
Ardından "Bu konuyu hiç konuşmayın belki
Resulullah unutur ya da biz söyleriz de değiştirir"
dediler. Sonra da gidip "Ya Resulullah kız çocuğuna
babasının mirasının yarısı
veriliyor, oysa ne ata binebilir ne de düşmanla
savaşabilir. Çocuğa da miras veriliyor. Oysa hiçbir işe
yaramıyor" dediler. Cahiliyede böyle yapıyorlardı.
Düşmanla savaşamayanlara mirastan hiçbir pay
vermezlerdi. Savaşana da bol bol verirlerdi " (
İbn-i Ebu Hatem ve İbn-i Cerir rivayet etmiştir.)
Bu Allah'ın farz ettiği ve adaletle ve hikmetle
paylaştırdığının
karşısında bazı göğüslerde depreşen
Arap cahiliyesinin mantığıdır. Allah'ın
farzı ve paylaşması karşısında bugün
bazı gönüllerde depreşen çağdaş cahiliyenin
mantığı Arap cahiliyesinin
mantığından az çok farklı olabilir. Çağdaş
mantık şöyle diyor: Çocuklarımız
arasında emek sarf etmeyen ve yorulmayanlara nasıl mal
veririz? Bu mantık da böyle...Her ikisi de hikmeti kavrayamıyor,
edepli davranamıyor. Bu yüzden ikisi de cehalet ve
edepsizlikte birleşiyor.
"Erkeğe dişinin iki payı.."
Ölünün erkek ve kız çocuklarından başka
varisleri yoksa bunlar, "kıza bir pay erkeğe de
kızın iki payı verilir." Esasına göre
tüm terekeyi alırlar.
Bu işte bir cinsin diğer cinse göre kayırılması
gibi bir durum söz konusu değildir. Konu tamamen aile
yapısında ve İslâm'ın toplumsal düzeninde
erkek ve kadının yüklerinin arasında denge ve
adaleti gözetmek amacına yöneliktir.
Çünkü erkek kadınla evlenirken onun ve ondan olan
çocuklarının ihtiyaçlarını
karşılamayı da üstlenmektedir. Kadın ister
onunla beraber olsun ister boşanmış olsun fark
etmez. Kadına gelince ya kendi başına
kalacaktır, ya da evlenmeden veya önce kendisine bakan bir
erkek olacaktır. Hiçbir zaman ne kocasının ne de
çocuklarının nafakasından sorumlu değildir.
Erkek ise -en azından aile yapısında ve İslâm'ın
toplumsal düzeninde kadının yükünü hafifletmekle
yükümlüdür. Bu yüzden şu hikmet bölüşümde
külfet ve nimet arasında bir uygunluk olduğu gibi
adalet de görülmektedir. Bunun dışında bu
paylaşımla ilgili söylenen sözler bir açıdan da
Allah'a karşı edepsizliktir. Ayrıca toplumsal ve
ailevi düzen içinde beraberinde hayatın dengede
kalamayacağı bir sarsıntıdır.
Paylaşma, temelden furuu sayılanların varis
olduklarının belirlenmesiyle başlıyor.
"Eğer ölenin ikiden çok kızı varsa
mirasının üçte ikisi onlarındır."
Ölenin erkek çocuğu yoksa ve iki veya daha fazla
kız çocuğu varsa mirasın üçte ikisi onlarındır.
Bir kız çocuğu varsa o zaman da yarısı
onundur. Sonra terekenin geri kalan kısmı yakın
akrabalarına verilir. Baba, veya dede yahut öz kardeş
veya babanın kardeşi, ya da amca veya usulun
çocukları gibi.
Nass şöyle diyor: "Eğer ölenin ikiden çok
kızı varsa mirasının üçte ikisi onlarındır."
Bu da -ikiden fazla olmaları durumunda- kızlara
üçte iki pay verileceğini gösteriyor. Sadece iki kızın
mirastan alacakları üçte ikilik payın belirlenmesine
gelince bu konuda Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun)
sünneti ve surenin sonundaki ayette zikredilen iki kız
kardeşin durumuna yapılan kıyasla çözümlenmiştir.
Resulullah'ın sünnetine gelince Ebu Davud, Tirmizi ve
İbn-i Mace Abdullah b. Ukeyl kanalı ile Cabir'den şöyle
rivayet etmişlerdir: "Ya Resulullah şu ikisi Sa'd
b. Rebi'nin kızlarıdır. Babaları Uhud günü
seninle beraber iken şehid düştü. Amcaları onlara
hiç şey bırakmadan tüm mallarını aldı.
Malları olmadan da kimse onları nikahlamıyor"
dedi. Cabir diyor ki: Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun)
buyurdu: "Yüce Allah bu konudaki hükmünü
bildirecektir." dedi. Bunun üzerine miras ayeti nazil oldu.
Resulullah amcalarına "Sa'dın kızlarına
malın üçte ikisini, annelerine sekizde birini, vermesini
gerisini de kendisine ayırmasını" haber verdi.
Bu Resulullah'ın iki kızın üçte ikilik paylarım
vermesidir. Bu da gösteriyor ki, iki veya daha fazla kızların
bu durumda paylarına üçte ikisi düşmektedir.
Bu paylaşmanın başka bir esası da
vardır. Bu da iki kız kardeşten söz eden diğer
ayette geçmektedir. "Eğer kız kardeş iki
ise oğlan kardeşin bıraktığının
üçte ikisini alırlar". Birinci kısımda
iki kız çocuğuna üçte ikilik payın verilmesi iki
kız kardeşe kıyasla
yapılmıştır. Bu durumda bir kız çocuğu
bir kız kardeşle eşit olduğu da ortaya çıkmış
oluyor.
Çocukların paylarının belirlenmesinden sonra
-şayet sağ iseler- anne-babanın değişik
durumlardaki paylarının belirlenmesi geliyor. Çocukların
varlığı veya yokluğu gibi.
"Eğer ölenin çocuğu varsa vasiyeti yerine
getirildikten ve borcu ödendikten sonra..."
Anne-babanın mirasta değişik durumları
vardır:
Birinci durum:
Çocuklarla birleşmeleri
ve her birine altıda bir payın verilmesi. Geriye
kalanın erkek çocuğuna veya bir ya da daha fazla
kız kardeşle birlikte erkek kardeşe verilmesi.
Tabii ki erkeğe iki dişinin payı verilir. Ölünün
bir kızdan başka çocuğu yoksa kız çocuğuna
mirasın yarısı verilir. Anne-babanın her
birine de altıda bir pay verilir. Baba bunu
dışında (asabiyet) yakınlık
itibarıyla altıda birlik bir pay daha alır. Bu
şekilde farz ve (asabiyet) yakınlık
birleştirilmiş olur. Ancak ölünün iki veya daha fazla
kızı bulunursa bunlar mirasın üçte ikisini alırlar.
Anne-babanın herbiri de altıda bir pay alır.
İkinci durum: Ölünün ne çocuğu, ne
kardeşi, ne kocası ya da karısı bulunmazsa
anne-baba tek başlarına mirası alırlar. Anneye
üçte bir verilir. Baba ise (asabiyet) yakınlık
hasebiyle geri kalanını alır. Bu şekilde
annenin payına düşenin iki katını
almış olur. Şayet anne-babayla beraber ölünün
kocası veya karısı da bulunursa, koca mirasın
yarısını alır, karısı ise dörtte
birini alır. Anne de üçte birlik payını
alır. (Bütün mirasın üçte birini mi yoksa koca veya
karısının payını almasından sonraki
kısmın üçte birini mi alır? Bu konuda fakihlerin
görüşleri farklıdır? Geri kalan
kısmının da payı anneninkinden az
olmaması için asabiyet nedeniyle baba alır.
Üçüncü durum:
Anne-babanın
kardeşlerle beraber olmasıdır. Anne-babadan
olmaları ya da bir babadan veya bir anneden olmaları
fark etmez- Ancak bu kardeşler baba ile beraber bir şeye
varis olamazlar. Çünkü baba onlardan önce gelir ve asabiyet
bakımından erkek çocuktan sonra o gelir. Bununla
beraber kardeşler, annenin üçte birlik payına engel
olup bunu altıda bire çıkarırlar. Kardeşlerle
beraber anneye sadece altıda bir pay verilir. Ölünün kocası
ya da karısı yoksa geri kalan terekeyi baba alır.
Ancak bir tek kardeş annenin üçte birlik pay almasına
engel olmaz. Aynı şekilde ölünün çocuğu veya
kardeşi yoksa birlikte üçte bir pay alırlar.
Ancak bütün bu paylaşmalar, ölünün vasiyeti yerine
getirilip borcu ödendikten sonra söz konusu olabilir.
"Ana-babanız mı,yoksa evlatlarınız
mı size daha yararlı olacaklarını
bilemezsiniz.."
İbn-i Kesir tefsirinde "Selef ve Halef uleması
borcun vasiyetten önce geldiğinde
birleşmişlerdir" der. Borcun öncelikli olması
anlaşılır bir meseledir. Çünkü bu,başkalarının
hakkıyla ilgilidir. Bu yüzden borç verenin hakkını
ödemek ve borçlunun zimmetini kaldırmak için mal bırakmışsa
borçlunun malından borcunu ödemek zorundadır. İslâm,
hayatı vicdan titizliği, uygulamalarda güvenirlilik ve
toplumun atmosferinde huzur gibi temellere dayanması için
borç zimmetinin kaldırılmasına büyük özen
gösterir. Bu yüzden borcu borçlunun ölümünden sonra bile
zimmetinden kurtulamadığı bir hak olarak boynunda
bırakıyor.
Ebu Katade (Allah O'ndan razı olsun) şöyle dedi;
Adamın biri "Ya Resulullah, şayet Allah yolunda
öldürülürsem hatalarım affolunur mu?" dedi.
Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) "Evet,
şayet sen sabreder, sevabı Allah'tan bekler, ilerler ve
kaçmayıp öldürülürsen affolunursun" buyurdu. Sonra
adam "Nasıl dedin?" dedi. Resulullah da tekrar edip
şöyle dedi "Evet ama borç hariç. Çünkü Cebrail
bunu bana haber verdi " (Müslim, Malik, Tirmizi, Nesai)
Yine Ebu Katade'den şöyle rivayet edilir: "Nebi'ye
(selâm üzerine olsun) namazını kılması için
bir cenaze getirdiler. Resulullah "Arkadaşınızın
namazını siz kılın. Çünkü borçludur"
dedi. Dedim ki "Ya Resulullah, borcunu ben üzerime alıyorum",
"Ödeyecek misin?" dedi. "Evet ödeyeceğim"
dedim. Bunun üzerine namazını kıldı."
Vasiyyet ise ölünün isteğine bağlıdır.
Bazı varislerin bazısına engel olduğu
bazı durumları telafi etmek için vasiyet etmiş
olabilirler. Ya da onlarla varisler arasındaki
ilişkileri güçlendirmek ve daha gelişme göstermeden kıskançlık,
kin ve çekişme nedenlerini ortadan kaldırmak gibi aile
için yararlı şeyler de düşünülmüş
olabilir. Varis olan için vasiyet edilmez. Bu da, miras bırakanın
varisleri bu haktan yoksun bırakmaması için bir
güvencedir.
"Ana-babanızın mı, yoksa
evlatlarınızın mı size daha hayırlı
olacaklarını bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından
belirlenmiş miras paylarıdır. Hiç kuşkusuz
Allah herşeyi bilir ve hikmet sahibidir."
Birinci dokunuş, bu farizalar karşısında
ruhları temizlemek amacına yönelik Kur'anî bir ayırmadır.
Kimi insanların babalık şefkatleri
oğullarını babalarına tercih etmeye yöneltebilir.
Çünkü oğullar karşısındaki fıtri zaaf
daha büyüktür. Bazılarında bu zaaf, terbiye ve ahlâk
duygularına yenilir ve babalarını tercih etmeye yönelirler.
Kimisi de fıtri zaaf ve terbiye duygusu arasında
kararsız ve şaşkın bir durumda kalır.
Nitekim, daha önce, veraset hükmünün nazil olduğunda
bazılarının durumuna işaret ettiğimiz
gibi çevrede geleneksel mantığıyla belli yönlere
sevk edebilir. Bu yüzden yüce Allah, bütün gönüllere huzur,
hoşnutluk, emrine ve farz kıldıklarına
teslimiyet duygularını yerleştirmek
istemiştir. Bunu da, herşeyi yüce Allah'ın
bildiğini ve kendilerininse hangi akrabanın yarar
bakımından daha yakın olduğunu ve iyilik
bakımından hangi bölüşmenin iyi olduğunu
bilmediklerini belirtmekle sağlıyor.
"Ana-babanızın mı, yoksa
evlatlarınızın mı size daha yararlı
olacaklarını bilemezsiniz."
İkinci dokunuş, sorunun temelini belirlemek içindir.
Buna göre sorun, heva ve yakın menfaat sorunu değildir.
Din ve şeriat sorunudur.
"Bunlar Allah tarafından belirlenmiş miras
paylarıdır."
Babaları ve oğulları yaratan Allah'tır.
Malları ve rızıkları veren O'dur. Farz
kılan ve bölüştüren O'dur. Kanunları da O koyar.
İnsanlar kendi kendilerine kanun koyamazlar. Hevalarına
göre hükmedemezler. Üstelik onlar yararlarının nerede
olduğunu da bilemezler.
"Hiç kuşkusuz Allah herşeyi bilir ve hi
kmet
sahibidir."
Akıştaki üçüncü dokunuş, kalplere yüce
Allah'ın insanlar için hükmettiğinin -nitekim bu
esastan başkasına başvurmaları söz konusu
olamaz- Bir ilim ve hikmete dayandığına, bu yüzden
kendileri için daha yararlı olduğunu hissettirmektedir.
Allah hükmeder, çünkü O bilir -onlarsa bilmezler- Allah farz kılar
çünkü 0 hikmet sahibidir. Onlarsa hevalarına tabi olurlar.
Bu değerlendirmeler, işi temel eksenine döndürmek
için daha miras hükümleri bitmeden bu şekilde aralarda yer
almaktadır. Bu, sorunun itikadi eksenidir. Ve bu,
Allah'ın hükmüyle hükmolunmak, farzları O'ndan almak
ve O'nun hükmünden hoşnut olmak anlamına gelen
"Din"i açıklayıcı bir eksendir.
"Bunlar Allah tarafından belirlenmiş miras
paylarıdır. Hiç kuşkusuz Allah herşeyi bilir
ve hikmet
sahibidir."
Ardından bu farzlardan geri kalanların açıklanmasına
geçiliyor.