Bu basit fıtri gerçekler son derece büyük, derin ve ağır
gerçeklerdir. Şayet "insanlar"
kulaklarını ve kalplerini bu gerçeklere açacak
olurlarsa bu, hayatlarında büyük değişikliklerin
meydana gelmesi ve cahiliyeden -ya da değişik
cahiliyelerden- imana, doğruluk ve hidayet yoluna "insanlar"a,
"nefse" Rabbi ve yaratıcısına ve
yaratılışa layık uygarlığa dönmeleri
için yeterlidir.
Kuşkusuz bu gerçekler, kalp ve göz için değişik
düşünceler hususunda geniş bir imkan
bahşetmektedir.
1- Öncelikle "insanlar"a çıktıkları
kaynağı hatırlatmakta ve onları şu yeryüzünde
var eden yaratıcılarına bağlamaktadır. Bu,
insanların unuttuğu, böylece herşeyi
unuttukları, bundan sonra da hiçbir işte istikamet
bulamadıkları bir gerçektir.
"İnsanlar, daha önce bulunmadıkları bu dünyaya
sonradan gelmişlerdir. Peki onları kim getirmiştir?
Çünkü buraya kendi istekleriyle gelmemişlerdir. Buraya
gelmeden önce iradeleri olmayan yokluktan ibarettirler. Bu
yüzden, gelmeyi ya da gelmemeyi belirleyecek bir iradeye sahip değillerdi.
O halde kendi iradeleri dışında onları buraya
getiren bir başka irade söz konusudur. Kendi istekleri dışında
onları yaratmayı kararlaştıran bir başka
irade vardır. Yollarını çizen, hayat çizgilerini
seçen istekleri dışında bir başka irade söz
konusudur. Onlar istemeden varlıklarını ve
varlık özelliklerini bahşeden, onlara birtakım
yetenekler ve kabiliyetler veren ve kendi iradeleri
olmaksızın ancak kendilerine, dilediğini yapabilen
iradeyi bahşeden irade tarafından bilmedikleri bir
yerden geldikleri bu evrenle birlikte hareket etme gücünü veren
bir başka irade vardır.
Şayet insanlar, habersiz oldukları bu açık gerçeği
hatırlayacak olurlarsa en kestirme yoldan doğruluğa
döneceklerdir.
Kendilerini bu dünyaya getiren, hayat yollarını
çizen ve onlara evrenle birlikte hareket etme gücünü veren
irade, tek başına her şeylerine sahip, her
şeylerini bilen ve işlerini en güzel bir şekilde
planlayan iradedir. Bu irade, onların hayat
kaynaklarını belirlemek, düzenlerini ve kanunlarını
koymak, değerlerini ve ölçülerini yerleştirmek
yetkisine tek başına sahiptir. Bu işlerden birinde
ihtilafa düştüklerinde sadece O'na, O'nun hayat metoduna,
değer ve ölçülerine, böylece alemlerin Rabbi olan Allah'ın
istediği biricik metoda baş vurmalıdırlar.
2- Nitekim bu gerçekler tüm beşeriyetin bir tek iradeden
doğduğunu, akrabalık noktasında
birleştiklerini, biricik hidayette
buluştuklarını bir tek asıldan
fışkırdıklarını ve bir soya
dayandıklarını ilham ettirmektedir.
"Karşılıklı dileklerinizi adına
bağladığınız Allah'tan ve akrabalık
bağlarını çiğnemekten
sakınınız. Hiç kuşkusuz Allah sizi sürekli
gözetmektedir."
Şayet insanlar bu gerçeği hatırlayacak
olurlarsa hayatlarında sonradan meydana gelen, böylece bir
tek "nefsin" çocuklarını bölen, bir olan
akrabalık bağını parçalayan temelsiz farklar
duygularında basitleşecektir.
Çünkü bütün bunlar temelsiz ayrılıklar,
akrabalık sevgisine ve gözetim hakkına, nefsin
bağına ve sevgi hakkına, ilahlık
bağına ve takva bağına baskın çıkmamalıdır.
Bu gerçeğin yerleşmesi, insanlığın
başına bir sürü belalar açan ve renk ve ırk
ayırımı yapan, varlığını bu
ayrılıklara dayandıran, soy ve kavim
bağlılığını hatırlayıp
birtek insanlık ve biricik ilahlığa
bağlılığı unutan modern cahiliyede de
aynı belaları tattıran ırkçı çekişmelerin
yok olması için yeterlidir.
Ayrıca bu gerçeğin yerleşmesi, Hint
putperestliğinde yaygın olan sınıfsal
kulluğun ve komünist ülkelerde uğrunda oluk oluk kan
akıtılan sınıfsal mücadelenin hayattan uzaklaşması
için bir güvencedir. Modern cahiliye, herkesin bir tek nefisten
doğduğunu vë herkesin başvuracağı bir
rububiyetin varlığını unutarak birtek
sınıfın egemenliğini sağlamak için bunu
dinsel felsefesinin temeli ve diğer tüm sınıfları
ezmek için hareket noktası yapmaktadır.
3- Bir diğer gerçek de, bu tek nefisten "eşinin
yaratılmış" olduğuna ilişkin
işarettir. İnsanlık bunu kavrayacak olursa bu, içinde
yüzdükleri acı hatıraları önlemesi için
kefildir. İnsanlık kadın hakkında
birtakım iğrenç düşüncelere sahip bulunmaktadır.
Onu pislik ve necasetin kaynağı, kötülük ve belaların
temeli olarak görmektedirler. Oysa fıtrat ve tabiat
bakımından ilk nefistendir kadın. Yüce Allah onu
ilk nefse eş olması, böylece onlardan birçok erkek ve
kadın türetmek için yaratmıştır. Asıl
ve fıtrat bakımından kadın, erkek
arasında hiçbir fark yoktur. Fark, yetenek ve görevlerde
söz konusudur.
Kuşkusuz insanlık uzun süre bu çölde bocalayıp
durmuştur. Bir zaman temelsiz ve boş düşüncelerin
etkisiyle kadın, tüm insanlık özelliklerinden ve
haklarından yoksun bırakılmıştı.
İnsanlık, iğrenç hatasını düzeltmeye
çalışınca da bir başka tarafını
baskı altına almış oldu. Kadının
dizginini serbest bıraktı. İnsan için yaratılmış
bir insan, bir nefis için yaratılmış bir
başka nefis, bütünün tamamlayıcı
yarısı olduğunu, erkek ve kadın birbirinin
dengi iki birey olmadıkları, aksine birbirlerini
tamamlayan eşler olduklarını unuttu.
İşte sağlam Rabbani metod bu uzak
sapıklıktan sonra insanlığı bu basit gerçekle
yüzyüze getirmektedir.
4- Aynı zamanda ayet-i kerime insan hayatının
temelinin aile olduğunu ifade etmektedir. Yüce Allah bu
tohumun yeryüzünde birtek aile ile başlamasını
dilemiştir. Bu yüzden ilk başta birtek nefis
yaratmıştır, ondan da eşini... Böylece aile
iki eşten meydana gelmiş oldu. "Sonra bu
çiftten çok sayıda erkek ve kadın meydana getirdi."
Yüce Allah dileseydi, yaratılışın
başlangıcında birçok erkek ve kadın
yaratır, eşleştirirdi. Böylece daha yolun başındayken
değişik ailelerden meydana gelirlerdi. İşin
başında aralarında bir akrabalık ve
onları biricik yaratıcının iradesinin ürünü
kaynağa bağlayan ilk bağdan yoksun olurlardı.
Ancak yüce Allah, bildiği bir işten, kasdettiği
bir hikmetten dolayı aralarındaki bağların kat
kat olmasını dilemiştir. Öncelikle ilahlık
bağından başlamıştır -ki bu temel ve
ilk bağdır ardından akrabalık
bağını eklemiştir. Böylece ilk aileyi, bir
nefisten meydana gelen, aynı özellik ve fıtrata sahip
bir erkek ve bir kadından meydana getirmiştir. Bu ilk
aileden de birçok erkek ve kadın türemiştir. Bu
insanların tümü öncelikle ilahlık bağında
birleşmektedirler. Sonra insan topluluğunun
dayandığı aile bağında
birleşmektedirler.
İslâm düzeninde ailenin bu denli gözetilmesi,
iskeletinin korunması, yapısının
sağlamlaştırılması ve bu binayı
zayıflatacak etkenlerden uzak tutulması bu yüzdendir.
Bu zararlı etkenlerin başında fıtrattan
uzaklaşma, erkek ve kadının yeteneklerinden ve
yeteneklerin birbirleriyle oluşturdukları uyumdan ve
bunların erkek ve kadından oluşan aileyi
tamamlayacak unsurlar olduğundan habersiz olmaktır.
Bu surede ve bunun dışındaki diğer
surelerde İslâm düzeninin aileye verdiği önemin
belirtilerini görmek mümkündür. Çünkü kadın bu tür
despotça uygulama ve her çeşidiyle cahiliye
toplumlarındaki gibi alçak bir bakışla
karşılaştığı sürece ailenin sağlam
bir yapısının bulunması imkansızdır.
Bu yüzden İslâm bu despotça uygulamayı defedip bu alçak
bakışı ortadan kaldırmaya büyük önem
vermektedir.
5- Son olarak, asırlar boyu içinde iki kişinin
birbirine tam anlamıyla benzemediği ve her nesilden
gelen fertlerin sayısını kimsenin bilmediği
şu geniş alanda (yeryüzünde) -bir nefisten ve birtek
aileden türedikten sonra- tüm fertlerin özelliklerinin ve
yeteneklerinin farklılığına...
Şekillerde, yüzlerde ve karakterlerdeki ayrılığına...
Tabiatlarda, mizaçlarda, ahlâk ve duygulardaki başkalığa...
Yeteneklerde, ilgilerde ve görevlerdeki farklılığa...
Evet, bu birliktelikten fışkıran
başkalığa bir kere bakmak, bir ilim ve hikmetle
idare eden eşsiz bir yaratıcı gücün varlığını
kavramayı sağlayacaktır. Bundan sonra kalp ve göz
canlı, olağanüstü müzede dolaşacak, bitmek nedir
bilmeyen, sürekli yenilenen, Allah'tan başka kimsenin güç
yetiremediği, hiç kimsenin Allah'tan başkasına
dayandırmaya cüret edemediği örnekler topluluğunu
sèyre dalacaklardır. Sadece dilemesinde herhangi bir
sınırlama söz konusu olmayan ve dilediğini yapan
irade, birtek asıldan bu sonsuz
farklılığı meydana getirebilir.
"İnsan" hakkında bu şekilde düşünmek
kalbe, iman ve takva azığından sonra
yakınlık ve yararlanma azığını da
bahşeden bir güvencedir. Kuşkusuz bu, kazanç üstüne
kazançtır. Yükselmeden sonra yükselmedir.
Bunca anlama işaret eden açılış ayetinin
sonunda "insanlar", bazısının
bazısına sorduğu Allah'tan ve topluca
birleştikleri akrabalıktan sakınmaya yöneltilmektedirler.
"Karşılıklı dileklerinizi adına
bağladığınız Allah'tan ve akrabalık
bağlarını çiğnemekten
sakınınız. Hiç kuşkusuz Allah sizi sürekli
gözetmektedir."
Adıyla sözleştiğiniz,
anlaştığınız, kiminiz kiminizden O'nun
adıyla bağlılık istediğiniz, kiminiz
kiminize O'nun adına and içtiğiniz Allah'tan korkun.
Aranızdaki ilgilerden, bağlardan ve muameleden korkun.
"Allah'tan sakınmak" Kur'an-ı Kerim'de
sık sık tekrarlanmasından dolayı
anlaşılır ve bilinen bir şeydir. Fakat "akrabalık
bağını çiğnemeden sakınmak" enterasan
bir deyimdir. Gölgeleri nefiste birtakım duygular meydana
getirmektedir. Ancak, insan bu gölgelerin yaydığını
bulamıyor sonra. Akrabadan sakının (korkun).
Bağlarını algılayabilmeniz için ince
duygulara sahip olun. Akrabalık hakkını
algılayın. Haksızlık ve zulümden sakının.
Onu hırpalayıp ezmekten uzak durun... Onu incitmekten,
yaralamaktan ve ona kızmaktan korkun. Bu husustaki
algılayışınızı, ona yönelik vakarınızı,
yumuşaklılık ve gölgesine olan arzunuzu inceltin.
Sonra bu çeşitli duyguları uyandıran ayet-i kerime
Allah'ın gözetimini hatırlatmakla sona eriyor.
"Karşılıklı dileklerinizi adına
bağladığınız Allah'tan ve akrabalık
bağlarını çiğnemekten
sakınınız. Hiç kuşkusuz Allah sizi sürekli
gözetmektedir."
Ne korkunç bir gözetim... Gözetici bizzat Allah'tır. Ve
O, yarattığını bilen
yaratıcıdır. O alimdir, haberdardır. Ne
davranışların görüntüsünde ne de kalplerin
derinliklerinde hiçbir şey O'na saklı kalamaz.
Bu güçlü ve etkin açılıştan, bu basit ve
fıtri gerçeklerden ve bu büyük ve esas temelden aile ve
toplum içindeki dayanışmadan, içindeki zayıfların
haklarının gözetilmesinden, kadın
haklarının ve şerefinin korunmasından, genelde
tüm toplum mallarının muhafazasından ve
mirasın varisler arasında fertler için adaleti toplum
için de iyiliği gözeten düzene dağıtılmasından
meydana gelen toplumsal hayatın düzeni oluşturuluyor.
Daha başlarken, yetimlerin varisi durumundan olanlara
buluğ çağına erdiklerinde yetimlere
mallarını tam ve eksiksiz vermelerini emretmektedir.
Ayrıca mallarını ellerinden almak için daha
korumaları altında bulunan henüz buluğa
ermemiş kızları nikahlamamalarını
emretmektedir. Malları kendilerine teslim edildiğinde
zarar vereceklerinden korkulan akli dengeleri bozuk olanlara
gelince bunlara malları verilmez. Çünkü gerçekte toplumun
malıdır. Bunda toplumun ayakta kalması ve
yararı söz konusudur. Bu yüzden ifsat edecek birine teslim
doğru değildir. Bu arada genel anlamda kadınlarla
ilişkilerinde adalet ve iyiliği göz önünde
bulundurmaları emredilmektedir.