76- Kuşku yok ki, Bu Kur'an,
İsrailoğulları'na anlaşmazlığa düştükleri
konuların çoğunu açık açık
anlatmaktadır.
77- Ve yine kuşku yok ki, Kur'an, mü'minler için doğru
yol kılavuzu ve rahmettir.
78- Hiç kuşkusuz Rabb'in İsrailoğulları
hakkında kesin hükmünü verecektir. O üstün iradelidir ve
her şeyi bilir.
79- Ey Muhammed, öyleyse sen Allah'a dayan. Çünkü apaçık
gerçeği savunuyorsun.
80- Sen ölülere söz işittiremezsin.
Arkalarını dönüp yanından kaçan sağırlara
da çağrını duyuramazsın.
81- Sen körleri de sapıklıklarından
kurtarıp doğru yola iletemezsin. Sen ancak ayetlerimize
inanan ve Rab'lerine boyun eğmiş müslümanlara söz
dinletebilirsin.
Hıristiyanlar Hz. İsa Mesih ve annesi Meryem
hakkında ayrılığa düşmüşlerdir:
Onlardan bir grup "Mesih, sadece normal bir
insandır" derken bir başka grup şöyle
demiştir. "Baha, oğul ve Kutsal Ruh ayrı
ayrı üç şekilden ibarettir. Bunlarla yüce Allah
kendisini insanlara tanıtmıştır." Bunların
inançlarına göre Allah üç temel unsurdan oluşmaktadır.
-Bunlar da Baba, Oğul ve Kutsal Ruhtur. (Oğul
ise İsa'dır) Baba olan yüce Tanrı, Kutsal Ruh
kılığında yere inmiş. Hz. Meryem'de bir
insan şeklinde bürünmüş ve Hz. Meryem'den Yesri (Hz.
İsa) şeklinde doğmuştur! Bir başka grup
ise şöyle diyor" Oğul, Baha gibi ezeli
değildir. Yalnız O, varlık aleminden önce yaratılmıştır.
Bu nedenle O, Baha'dan daha geridedir. Ve O'na boyun eğer. Bir
grup da Kutsal Ruh'un bir unsur olmasını
reddetmiştir! Miladı 325'te İznik'te toplanan
Konsul ile 381 İstanbul'da toplanan Konsul, Oğul ve
Kutsal Ruh'un Lahuti bütünlük içinde Baba'ya eşit
olduğunu Oğul'un ezelden beri Baba'dan kaynaklanarak
oluştuğunu kararlaştırmıştır.
Tulaybula'da 589'da yapılan Konsülde ise Kutsal Ruhun Oğuldan
da kaynaklanarak oluştuğuna karar verilmiştir.
Doğu ile Batı Kilisesi bu konularda
ayrılığa düşmüş ve bu
ayrılıklar hala devam etmektedir... Kur'an-ı Kerim
indiği sırada bu grupların hepsinin
sorunlarını çözecek apaçık bir söze hepsini çağırmıştır.
Hz. İsa hakkında şöyle demiştir: "Hz.
İsa Allah'ın sözüdür. Onu Hz. Meryem'e vermiştir.
Ondan bir ruhtur. O ve o bir insandır. Meryemoğluna
sadece kendisine nimet verdiğimiz ve
İsrailoğulları'na örnek kıldığımız
bir kuldur." (Zuhurat Suresi, 59) Bu,
İsrailoğulları'nın ayrılığa düştüğü
meselenin kesin çözümü demekti.
Hristiyanlar, Hz. İsa'nın asılması
konusunda da buna bezer bir ayrılığa düşmüşlerdir!
Onlardan bazıları şöyle demiştir. "Hz.
İsa Allah'ın sözüdür. Onu Hz. Meryem'e vermiştir."
Diğer bir grup ise şöyle demiştir: "Havarisi
olan Simon ona benzetilmiş ve O'nun yerine
cezalandırılmıştı" Kur'an-ı
Kerim ise, bu konuda kesin haberi bildirmiştir: "Oysa
O'nu ne öldürdüler ne de çarmıha gerdiler." (Nisa
Suresi, 157) Yine buyuruyor ki, "Ey İsa, ben
senin canını alacak, katıma yükseltecek ve
kâfirlerin iftiralarından arındıracağım."
(Al-i İmran Suresi, 55) İşte bu sözler,
bütün ayrılıkları sona erdiren kesin açıklamalardı.
Daha önce de yahudiler Tevrat'ı tahrif etmiş ve onun
ilahi olan yasalarını değiştirmişlerdi.
Kur'an-ı Kerim geldi. Yüce Allah indirdiği
Tevrat'ın aslını ortaya koydu "Tevrat'ta,
yahudilere yazılı olarak bildirdik ki, can'ın
karşılığı can, gözün karşılığı
göz, burun karşılığı burun,
kulağın karşılığı kulak,
dişin karşılığı diştir ve
yaralamalar da karşılıklılık (kısas)
ilkesi geçerlidir." (Maide Suresi, 45)
Onların Tarihleri ve peygamberleri hakkında
doğru bilgiler verdi kendilerine. Hem de rivayetlerinin
ayrılığa düştüğü pek çok mitolojik
hikâyeden uzak olarak. Bu mitolojik hikâyeler öyle hale gelmişti
ki, İsrailoğulları'nın hiçbir peygamberi
bunlardan yakasını temiz kurtaramıyordu... Bu
rivayetlere göre Hz. İbrahim karısını
Filistin kralı Ebu Malik'e ve Mısır kralı
Firavun'a kız kardeşi olarak takdim etmiş ve
karısı aracılığı ile onların gözüne
girip bir çıkar elde etmeye çalışmıştır!
Diğer adı İsrail olan Hz. Yakup dedesi
İbrahim'in bereketini babası İshak'tan
hırsızlık hile ve yalan yolu ile
koparmıştır. Onların aktardıklarına
göre bu bereket normalde büyük kardeşin hakkıydı.
Onlara göre Hz. Lut'un ikiz kızı ayrı ayrı
gecelerde O'nunla yatıp döl almak için kendisine içki
içirip sarhoş etmek istemişlerdi. Böylece erkek çocuğu
olmayan babalarının mallarını
başkasına kaptırmamış olacaklardı.
Neticede her ikisi de muradına ermiştir! Hz. Davud
bunların inançlarına göre sarayının
tepesinde dolaşırken kendi askerlerinden birisinin
karısı olduğunu öğrendiği güzel bir kadın
görmüş karısını elde etmek için bu askerini
dönüşü olmayan savaşlara göndermiştir! Yine
onların inançlarına göre Hz. Süleyman aşık
olduğu ve karşı gelemediği bir
karısının gönlünü almak ve ona yaranmak için (Buzağıya)
tapmaya eğilim duymuştur!
Kur'an-ı Kerim geldiğinde yahudi kültürü ve
mitolojisinin Allah tarafından gönderilen Tevrat'a ilave
ettiği bütün pislikleri temizlemiştir. Kadri yüce
olan bu peygamberin sayfalarını tertemiz hale
getirmiştir. Hz. Meryem'in oğlu Hz. İsa'nın (selâm
üzerine olsun) hayatına ilişkin mitolojik rivayetleri
de aynı şekilde düzeltmiştir.
İşte müşrikler, kendisinden önceki kitaplara
hakim olan, önceki milletlerin bu kitaplara ilişkin
ayrılıklarını sona erdiren,
ayrılığa düştükleri, konularda aralarında
hükmeden bu Kur`ana karşı mücadele ediyorlar. Onu tartışıyorlar
Halbuki Kur'an, tartışanlara arasında kesin hükmü
belirleyen kitabın kendisidir!
"Doğru yol kılavuzu" Onları
ayrılıktan ve sapıklıktan korur.
Programlarını birleştirir. Yolu belirler.
Onları, değişmeyen ve şaşmayan önemli
evrensel yasalara ulaştırır. "Rahmettir"
Kuşkudan, şaşkınlıktan ve
ürkeklikten kendilerini korur. Belli bir halde durmayan
programlar ve teoriler arasında dolaşıp durmaktan
kurtarır. Onları Allah'a ulaştırır. Onun
himayesi altında huzura kavuşurlar. Koruması
altında sükûnete ulaşırlar. Kendi iç alemleriyle
ve etraflarında bulunan insanlarla barış içinde yaşarlar,
sonuçta Allah'ın rızasına ve bol olan
sevabına kavuşurlar.
Kur'an metodu, insanın iç alemini diriltme ve onu
tertemiz fıtratın ahengine uygun biçimde oluşturma
noktasında eşsiz bir metoddur. Öyle ki bu yolla fıtrat
içinde yaşadığı evren ile tam bir uyum içine
girer. Bu evrende hükmeden yasalara paralel olarak hareket eder.
Zorlamadan, sıkmadan, rahat ve kolay bir biçimde bu uyumu sağlar.
Bu nedenle fıtrat kendi iç aleminin derinliğinde
eşsiz bir güven barış hisseder. Ona düşmanlık
etmez, onunla ilişki kurma yolunu bildiğinde ve onun
yasalarının aynı zamanda kendisinin yasaları
olduğunu öğrendiğinde evren de O'na düşmanca
davranmaz. İnsanın iç alemi ile evren arasındaki
bu uyum, insanın kalbi ile büyük varlık
arasındaki bu barış, toplumun
barışına da kaynaklık eder. İnsanlar
arasında bir barış toplumun barışına
da kaynaklık eder. İnsanlar arasında bir
barış ortamı sağlar. Bir güven ve huzur havasını
oluşturur... Bu ise, en kapsamlı şekli ve
anlamı ile rahmetin kendisidir...
İsrailoğulları'nın
anlaşmazlıklara çözüm getiren, mü'minleri doğru
yola ileten ve onların üzerine rahmet yağdıran bu
Kur'an'ı insanlığa göndermekle yüce Allah'ın
onlara ne büyük lütufta bulunduğunu bu şekilde dikkat
çekildikten sonra Hz. Peygamberce -salât ve selâm üzerine
olsun- yöneliyor. Kendisi ile milleti arasındaki
anlaşmazlığı Rabb'inin çözeceğini
aralarında reddedilmesi imkansız olan hükmünü vereceğini
belirtiyor. Çünkü Allah'ın hükmü kesin bilgiye dayalı
sağlam bir hükümdür:
"Ey Muhammed, öyleyse sen Allah'a dayan. Çünkü apaçık
gerçeği savunuyorsun!
Yüce Allah hakkın, gerçeğin zaferini, yerin ve göklerin
yaratılması, gece ve gündüzün değişmesi
gibi bir yasa haline getirmiştir. Bu yasa bazen yüce Allah'ın
bildiği bir hikmet gereği gecikebilir. Bu gecikme ile
Allah'ın belirlediği bir takım amaçlar gerçekleşir.
Fakat yasa değişmez. Yasa sürekli olarak
yürürlüktedir. Bu, Allah'ın verdiği sözdür. Allah
sözünden dönmez. İman, Allah'ın bu sözünün doğru
olduğuna inanmadan ve onun gerçekleşeceğine kesin
gözüyle bakmadan oluşmaz. Allah'ın verdiği sözün
bir süresi vardır. Bu süre ne ileri alınabilir ne de
geciktirilebilir.
Hz. Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- yönelik
teselli devam ediyor. Zor şartlar altında gerçekleştirilen
onca öğütlere ve açıklamaya, bu Kuran'la kendilerine
hitap edilmesine rağmen milletinin inatlaşmasına, sürtüşmeyi
sürdürmesine ve küfürde ısrar etmesine üzülmemesi
gerektiği açıklanıyor. Ayetlerin bütün bunlara
karşı onu teselli etmeye ve üzülmemesi gerektiğini
açıklamaya devam ediyor. Çünkü o çağrısını
yapmada bir kusur işlememiştir. Fakat kalpleri diri olan,
kulaklarını açan insanlar ancak işitebilir,
Kalpleri harekete geçer. Ancak onlar güvenilir öğütçüye
yönelebilirler. Kalpleri ölenlere, gözleri kör olup doğru
yolun ve imanın delillerini görmeyenlere ise, peygamber bir
şey yapamaz. Onların kalplerine ulaşmanın yolu
yoktur. Sapıklığa düşmeleri ve yoldan hayli
uzaklaşmaları halinde onun bir suçu yoktur.
"Sen ölülere söz işittiremezsin.
Arkalarını dönüp yanından kaçan sağırlara
da çağrını duyuramazsın."
"Sen körleri de sapıklıklarından
kurtarıp doğru yola iletemezsin. Sen ancak ayetlerimize
inanan ve Rab'lerine boyun eğmiş müslümanlara söz
dinletebilirsin."
Kur'an'ın eşsiz ifade üslubu, gözle görülmeyen
psikolojik bir halin canlı hareketli bir tablosunu
çizmektedir. Bu psikolojik hal, kalbin donuklaşması,
ruhun küllenmesi, hislerin hareketsizleşmesi, bilincin sönükleşmesidir.
Kur'an bu psikolojik durumu bazen ölü biçiminde takdim eder.
Hz. Peygamber salât ve selâm üzerine olsun- onları çağırır.
Onlar ise çağrıyı duymazlar. Zira ölüler
hissedemezler! Bazan onları sağır biçiminde tasvir
eder. Çağırana sırtlarını dönüp
giderler. Çünkü onlar işitmezler. Bazen de onları kör
insanlar olarak anlatır. Karanlık dünyalarında
ilerlerler. Yol göstereni görmezler, zira onlar göremezler! Bu
hareketli somut tablolar birbiri ardına gözler önüne
serilir. Böylece meselenin esprisi somutlaşmış ve
bilinçte sağlamlaşmış olmaktadır! Sonra
ölülerin, körlerin ve sağırların
karşısında mü'minleri yerleştiriyor. Mü'minler
diri işitebilen ve görebilen kimselerdir.
"Sen ancak ayetlerimize inanan ve Rab'lerine boyun eğmiş
müslümanlara söz dinletebilirsin."
Sen ancak hayatı görme ve işitme ile kalplerini
Allah'ın ayetlerini anlayacak biçimde hazırlayanlara
işittirebilirsin. Hayatın alameti bilinçtir,
hissedebilmektir. Görme ve işitmenin alameti görülen ve işitilen
şeylerden yararlanmaktır. Mü'minler, hayatlarından
görmelerinden ve işitmelerinden en güzel biçimde yararlanırlar.
Peygamberin görevi onlara işittirmek ve Allah'ın
ayetlerini göstermektir. Bu görevini yaptıktan sonra zaten
onlar hemen ve anında teslim olurlar. "Rab'lerine
boyun eğmiş müslümanlara söz dinletebilirsin.
İslâm, doğal bir anlayıştır. Açıktır.
Sağlıklı olan fıtrata yakındır.
Sağlıklı olan kalp İslâmı
tanıdıktan sonra hemen ona teslim olur. Ona
karşı koymaz. Kur'an-ı Kerim doğru yolu kabul
eden, dinlemeye hazır olan, tartışmaya ve meseleyi
bulandırmaya yönelmeyen, sırf Hz. Peygamberin
kendilerini çağırması, onları Allah'ın
ayetlerine ulaştırması ile imana yönelip onun çağrısını
kabul eden kalpleri de işte bu şekilde tasvir ediyor.
KIYAMETİN BELİRTİLERİ VE MAHŞER
Bundan sonra onları başka bir tura çıkarıyor.
Burada kıyametin alametlerini ve bazı sahnelerini onlara
gösteriyor. Surenin kendisiyle noktalandığı son
dokunuşa geçmeden bunlara yer veriyor. Bu turda yüce Allah'ın
evrensel ayetlerine, mucizelerine inanmayan insanlarla
konuşacak olan "hayvan"ın ortaya çıkışından
söz ediliyor. Mahşerin bir sahnesi çiziliyor. Allah'ın
ayetlerini yalan sayanların üzüntü ve suskunluk içinde kıskıvrak
yakalanışları tasvir ediliyor. Bu sahneden
sonra gözler önünde bulunan fakat onların kendilerinden
habersiz oldukları gece ile gündüz ayetlerine dikkat
çekiliyor. Tekrar ahirete dönülüyor ve Sur'a üfürüldüğü
gündeki korku sahnesine parmak basılıyor.
Dağların yürütüleceği ve bulutların
akıp-gittiği gibi dağılıp gidecekleri günün
dehşetine işaret ediliyor. Bunun yanında iyilik
yapanların o gün bu korkudan yana güven içinde olacaklarını,
kötülük yapanların ise yüzüstü ateşe
atılacaklarını sergileyen sahneye yer veriliyor.