67- Kâfirler dediler ki; "Bizler ve atalarımız,
toprak olduktan sonra yeniden mi diriltileceğiz?"
İşte bu, inkar edenlerin sürekli olarak gelip takıldıkları
bir açmazdır. Hayat bizden el etek çektiğinde, vücutlarımız
çürüdüğünde, kabirlerde dağıldığında
ve toprak olduğunda... Evet bütün bunların hepsi gerçekleştiğinde
-zaten bu haller, toprağa verildikten bir süre sonra kuraldışı
nadir haller dışında tüm ölülerin başından
geçen aşamalardır- bizler ve bizden önceki atalarımız
bu aşamalardan geçtikten sonra biz mi bir daha tekrar
diriltilecek hayata döneceğiz! Etimizin ve kemiklerimizin
toprağına karışıp gerçekten toprak
haline döndükten sonra biz mi bu topraktan çıkarılacağız!
Onlar böyle diyorlar. Bu maddi şekil, onlarla diğer
bir hayatın tasavvur edilmesi arasında duruyor. Daha
önce hiçbir şey değilken
yaratıldıklarını unutuyorlar. Hiçbirisi ilk
bünyelerinin kendisinden oluştuğu atomların ve hücrelerin
nereden geldiğini bilmiyor. Bunların her biri dünyanın
bir köşesinde, denizlerin dibinde ve uzayın
değişik burçlarında bulunuyorlardı.
Bunların bir kısmı uzakta bulunan güneşten
bir kısmı bir insan veya bitki veyahut hayvanın
nefes alışından, bir kısmı da toprak
haline gelen ve bazı elementleri havaya karışan bir
vücuttan derlenmiştir!.. Sonra bu hücreler ve atomlar
yedikleri yemekte, içtikleri içkilerde, soludukları havada,
kendisiyle ısındıkları
ışınlarda somutlaşmışlardı...
Sonra bir de bakmışsın ki, Allah'dan
başkasının sayısını
bilemeyeceği derecede darmadağın halde bulunan,
Allah'ın dışında kimsenin
kaynaklarını bile sayamadığı bu hücreler
ve atomlar bir insan bünyesinde bir araya gelmiştir.
Bunların hepsi de rahimde asılı duran bir yumurta hücresinden
türemiştir. Bu yumurta hücresi zamanla kefene sarılı
bir vücut haline gelmiştir. İşte onların ilk
yaratılışları budur. İkinci bir hayat için
onların tekrar bu şekilde veya başka bir
şekilde yaratılmaları gerçekten aklın
almayacağı bir mesele midir? Fakat onlar her şeye
rağmen böyle diyorlar. Onların bazıları
aynı şeyi ufak tefek değişikliklerle bu gün
de aynen tekrar etmektedirler.
Böyle diyorlardı. Sonra cahilliğe dayalı,
aşağılama ve karşı koyma ile dolu şu
sözlerini ilave ediyorlardı:
68- "Bu tehdit gerek bize ve gerekse atalarımıza
daha önce de yapılmıştı. Bu, eskilerin
masalarından başka bir şey değildir. "
Onlar, peygamberlerin daha önceleri kendi atalarını
diriliş ve kıyamet gününe karşı
uyardıklarını biliyorlardı. Bu da gösteriyor
ki, Arapların zihinleri İslâmın inanç sisteminden
ve ana ilkelerinden habersiz değillerdi. Yalnız onlar
kendilerine ve atalarına yöneltilen uyarıların
uzun zaman geçmesine rağmen gerçekleşmediğini görüyorlar
ve "Bunlar öncekilerin masallarıdır. Muhammed
bunları toplayıp bize aktarıyor"
diyorlardı. Kıyametin belli bir zamanı
olduğunu, insanların onu hemen istemeleriyle ileri
alınmayacağını, ricaları ile de geriye
atılamayacağını Allah'ın belirlediği
zaman diliminde ancak gerçekleşebileceğini, hem yeryüzündeki
hem göklerdeki kulların onu bilemeyeceğini
anlayamıyorlardı. Nitekim peygamberimiz -salat ve selam
üzerine olsun- Hz. Cebrail'in kıyamete ilişkin sorusuna
şu cevabı vermişti. Bu sorunun kendisinden
sorulduğu adam, soran adamdan daha bilgili
değildir.(Abdullah ibn-i Ömer'in İslam ve İman gerçeğine
ilişkin hadisinden bir parçadır. Bu hadisi Müslim ve
sünen yazarları kitaplarına almışlardır)
Burada onların kalplerine dokunuyor. Kalplerini daha önce
Allah'ın sözünü yalanlayanların akıbetlerine yöneltiyor.
Ve onlara suçlular adını veriyor:
69- Onlara de ki; "Yeryüzünü geziniz de ağır
suçluların sonunun nice olduğunu görünüz. "
Bu yönelişte onların düşünce ufukları
genişletiliyor. İnsanlığın bu nesli
insanlık ağacından kopuk değildir. Bütün
insanlık için geçerli olan yasaların hepsi onlar için
de geçerlidir. Daha önceki suçluların başına
gelenler, sonraki suçluların başına da gelir. Zira
yasalar şaşmaz ve kimseyi kayırmaz. Yeryüzünde
gezip dolaşmak insanın iç alemini ibretlik örneklere,
yaşamlara ve hallere yöneltir. Böylece aydınlık
pencereler açılır oraya. Böylece kalplere dokunuşlar
başlar. Belki bu yolla onların uyanmaları ve
dirilmeleri de gerçekleşir. Kur'an-ı Kerim,
insanları sürekli geçerli olan yasaları
araştırmaya, onların aşamalarını ve
bölümlerini düşünmeye teşvik eder ki, tüm bağları
bütün, ufukları geniş, bir hayat yaşasınlar.
Donmamış, kapanmamış, daralmamış ve
kopmamış bir hayata yönelsinler.
Onları bu şekilde yönlendirdikten sonra kendi
elçisi olan Hz. Muhammed'e onların işlerinden ellerini
çekmesini, kendileri gibi olan insanları yönlendirdiği
sonları ile başbaşa bırakmasını
emrediyor. Onların hileleri nedeniyle canının
sıkılmaması gerektiğini, onların
kendisine bir zarar veremeyeceklerini bildiriyor. Onlara
karşı görevini yaptığı,
mesajını ilettiği ve gözlerini açtığı
için üzülmemesi gerektiğini belirtiyor.