38- Süleyman (yanındakilere dönerek) Ey devletin ileri
gelenleri, bu adamlar boyun eğerek huzuruma gelmeden önce
hanginiz kraliçenin o tahtını bana getirebilir? dedi.
39- Cinlerin ele başlarından biri "Sen şu
oturduğun yerden kalkmadan önce o tahtı sana getiririm.
Hem bu işi başaracak gücüm vardır ve hem de bu
konuda güvenilir bir kişiyim" dedi.
40- Kutsal Kitap kaynaklı bilgisi olan biri ise "Gözünü
açıp kapamadan o tahtı sana getireyim " dedi. Süleyman
tahtı önünde yere konmuş görünce, "Bu, şükür
mü edeceğim yoksa, nankörce mi davranacağım diye
beni sınavdan geçirmek isteyen Rabb'inin bana yönelik bir
lütfudur. Kim şükrederse kendisi için şükretmiş
olur. Nankörlük eden de bilsin ki, yüce Allah'ın hiçbir
şeye ihtiyacı yoktur ve bağışı
karşılıksızdır. " dedi.
Acaba Hz. Süleyman -selâm üzerine olsun- kraliçe ve
milletini teslim almış olarak getirmeden önce neden
onun tahtını getirtmek istiyor? Tercihimize göre Hz.
Süleyman bunu, emrindeki olağanüstü kuvvetlerin bir
göstergesi olarak ona takdim ediyordu. Böylece kraliçenin
kalbini etkisi altına almayı ve onu Allah'a iman etme
çağrısına itaate yaklaştırmayı
planlıyordu.
Cinlerden olan ifrit, bu tahtı oturum sona ermeden
getirebileceğini söyledi. Hz. Süleyman hüküm ve karar
amacıyla sabahtan öğleye kadar oturum düzenliyordu.
Herhalde... Hz. Süleyman bu zamanı uzun buldu ve geç olur
dedi. Birden "Kutsal Kitap kaynaklı bilgisi olan biri
ise" bir göz açıp kapayana kadar, öbür tarafına
dönmeden onu getirebileceğini teklif etti. Burada
adamın ismi ve bilgisine sahip olduğu Kitab'ın
adı verilmiyor. Biz onun Allah ile sağlam
bağları bulunan, Allah'dan kendisine bir
ayrıcalık verilen, bu ayrıcalık ile engelleri
ve uzaklıkları rahat biçimde aşabilecek büyük
bir kuvvet elde eden inanmış bir adam olduğunu
anlıyoruz. Bu, Allah ile sağlam bağı bulunan
insanların eliyle gerçekleştiği görülen ve
şu ana kadar sırrı ve sebebi çözülmeyen,
insanların normal hayatlarında alışageldikleri
olayların ötesinde kalan bir realitedir. İşte bu
konuda hurafeler ve mitolojiler dünyasına dalmadan,
sağlıklı görüşlerin
sınırlarını zorlamadan söylenebilecek
sözlerin en ilerisi bunlardır!
Bazı tefsir bilginleri "Kutsal Kitap kaynaklı
bilgisi olan birisi" sözünün ardına düşmüşlerdir.
Bazıları bu Tevrat'tır demişler.
Bazıları da bu adam Allah'ın ismi
a'zamını biliyordu demişlerdir. Diğer
bazıları ise bu iki görüşün dışında
başka görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu ileri sürülen
görüşler içinde sağlam bir yorum ve açıklamaya
rastlayamadık. Gerçekçi bir bakış açısı
ile olaya baktığımızda işin çok daha
kolay olduğunu görüyoruz. Bu evrende bilmediğimiz nice
sırlar, Kullanmadığımız nice kuvvetler,
enerjiler vardır. Aynı şekilde insanın bünyesinde
nice sırlar ve kuvvetler vardır ki, henüz onları
keşfedebilmiş değiliz. Ne zaman ki yüce Allah
kullarından birine bu sırlardan birini açar, bu
kuvvetlerden birini hizmetine verirse, o zaman hayatta alışılmışın
dışında olağanüstü bir olay meydana getirir.
Yüce Allah'ın imkan vermediği hiç bir olay kulun
gerçekleştiremeyeceği bu olaylar, O'nun izni,
planı ve dilemesi sonucu bu adamın eliyle meydana
gelmiştir.
Yanında bir parça kitap bilgisi olan bu adam, sahip olduğu
ilim meydana gelen harika olayın oluşması için
gereken bazı evrensel sırları ve kuvvetleri elde
etmeye kendisini hazırlamış bulunuyordu. Çünkü
elde ettiği Kitap bilgisi kalbini, Rabb'ine öyle bağlamıştı
ki, bu onu donatılacağı kuvvetlere ve sırlara
karşı duyarlı kılması ve Allah'ın
kendisine bağışladığı kuvvetleri ve
sırları kullanmaya hazır hale getirmişti.
Bazı tefsir bilginleri bu adamın Hz. Süleyman'ın
-selâmı üzerin olsun- kendisi olduğunu
belirtmişlerdir. Biz bu adamın başka bir kişi
olduğu kanısındayız. Eğer bu adam Hz. Süleyman'ın
kendisi olsaydı konu içinde bu anlaşılırdı.
Onun ismi gizlenmezdi. Zaten bu hikaye kendisini
anlatmaktadır. Böyle önemli, onurlu bir davranışta
onun adının gizlenmesini gerektiren bir neden de yoktur.
Bazıları ise: Onun adının Araf ibni Berhiya
olduğunu söylemişlerdir. Bunun da
sağlıklı bir delili yoktur.
"Süleyman tahtı önünde yere konmuş görünce
`Bu, şükür mü edeceğim, yoksa nankörce mi, davranacağım
diye beni sınavdan geçirmek isteyen Rabb'imin bana yönelik
bir lütfudur. Kim şükrederse kendisi için şükretmiş
olur. Nankörlük eden de bilsin ki, yüce Allah'ın hiçbir
şeye ihtiyacı yoktur ve bağışı
karşılıksızdır' dedi."
Bu çarpıcı sürpriz ve ilginç olay Hz. Süleyman'ın
-selâm üzerine olsun- kalbine dokunuyor, yüce Allah'ın
onun isteklerini böyle mucize biçiminde gerçekleştirmesi
onu etkiliyor ve bu şekilde verilen nimetin korkunç bir sınavı
beraberinde getiren ve uyanıklık gerektiren bir olay
olduğunu, bu sınavı başarabilmek için Allah'ın
yardımına muhtaç olduğunu anlıyor. Verilen
nimetin değerini takdir etmesi ve onu verenin lütfunu takdir
etmesi gerektiğini biliyor. Allah'ın ancak bu bilinci gördüğünde
kendisine destek vereceğini ifade ediyor. Aslında yüce
Allah şükredenlerin şükretmelerine muhtaç değildir.
Şükreden kendi yararına şükretmiş olur.
Allah'ın verdiği nimetlerini arttırmasına
neden olur. Sınavı geçmesini, yardım edilmesini
sağlar. Nankörlük edenlere gelince, Allah onların
şükrüne `muhtaç değildir. Cömerttir' cömert olduğu
için verir.
Nimet ve bu nimetin ardından gelen sınavın
bilincine varmak karşısında bir süre sarsıldıktan
sonra Hz. Süleyman -selâm üzerine olsun- az sonra gelecek olan
kraliçenin irkilmesini, ürpermesini sağlayacak
hazırlıklara devam ediyor.