13- Mucizelerimiz onların gözleri önüne serilince
"Bu apaçık bir büyüdür" dediler.
14- Vicdanların kesinlikle doğru kabul ettiği bu
mucizeleri gerçeği çiğneyerek ve küstahça burun kıvırarak
inkâr ettiler. Gör bakalım, o bozguncuların sonu nice
oldu?
Çok sayıdaki bu mucizeler apaçık gerçeği
ortaya koymaktadır ki, gözü olan herkes onları görebilsin.
Bu ayetlerin bizzat kendileri de aydınlatıcı, görmeyi
sağlayıcı olarak nitelendirilmektedir. Bu mucizeler
insanlara gerçeği gösteriyor ve onları doğru yola
iletiyor. Buna rağmen onlar "Bunlar apaçık bir büyüdür"
dediler. Böyle söylemeleri, bu kanaatte olduklarından veya
birtakım şüpheleri bulunduğundan dolayı
değildi. Böyle demelerinin başlıca nedeni,
haksızlığı ve böbürlenmeyi esas aldıkları
içindi. "Gerçeği çiğneyerek ve küstahça
burun kıvırarak." Halbuki onlar, bu mucizelerin
şüphe götürmeyen gerçeğin kendisi olduğuna gönülden
ve kesin biçimde inanmışlardı. "Vicdanlarının
kesinlikle doğru kabul ettiği bu mucizeleri" büyüklük
taslamalarından ve inkâr etmelerinden dolayı böyle
dediler. Çünkü onlar iman etmeyi istemiyorlar, delil de
istemiyorlar. Zira gerçeğe karşı üstünlük taslıyorlar.
Bu basitçe üstünlük taslayışlarıyla, hem gerçeğe,
hem de kendilerine zulmetmiş oluyorlardı.
Kureyş'in ileri gelenlerinin de Kur'an'a karşı
tavırları böyle idi. Bu Kitab'ın gerçek olduğunu
bildikleri halde onu inkar ediyorlardı. Peygamberimizin
kendilerini bir olan Allah'a çağrısını inkar
ediyorlardı. Çünkü onlar inançlarına ve dinlerine
bağlı kalmayı istiyorlardı. Zira onlar bu
dinlerine ve inançlarına bağlanmaları ile önemli
bir konuma geliyor ve bundan büyük kazançlar elde ediyorlardı.
Onların bu konumları ve gelirleri bu saçma inançlara
dayanıyordu. Onlar, İslam çağrısının
bu saçma inançlara karşı önemli bir tehlike oluşturduğunu
ayakları altındaki kumların kaymasına sebep
olacağını ve vicdanları titrettiğini
biliyorlardı. Apaçık gerçeğin balyozları
puslu batılın beynine ineceğini de
biliyorlardı.
İnkarcılar gerçeği bilmediklerinden dolayı
değil, tanı tersine onu çok iyi bildikleri için kabul
etmiyorlardı. Özellikle onlar gerçeğe içlerinden
kesin inandıkları halde onu inkar ediyorlardı.
Çünkü onlar, gerçeğin konumlarına, çıkarların
ve gelirlerine karşı bir tehlike oluşturduğunu
görüyorlardı. İşte bu nedenle bu apaçık gerçeğin
karşısına dikilip duruyorlardı. "Gör
bakalım, o bozguncuların sonu nice oldu?"
Firavun ve milletinin akibeti ortadadır. Kur'an
onların sonlarını başka yerlerde açıklamaktadır.
Burada bu konuya kısaca değiniliyor. Gerçeği inkar
eden ve ona karşı dikilen, öğütlere kulak
asmayanların dikkatleri Firavun ve milletinin akibeti
üzerine çekiliyor. Belki bu yolla daha önceki bozguncuları
yakalayan ceza, kendilerini de yakalamadan uyanırlar.
HZ. DAVUD VE SÜLEYMAN'IN KISSASI
Kur'an'dan söz ederek başlayan ve ayetleri arasında "Kuşku
yok ki, bu Kur'an, İsrailoğulları'na
anlaşmazlığa düştükleri konuların çoğunu
açık açık anlatmaktadır." (Neml Suresi,
76)
Bu surede Hz. Süleyman'ın -selâm üzerine olsun-
hikâyesi diğer surelere oranla daha geniş ve
kapsamlıca yer verilmiştir. Burada kıssa, Hz. Süleyman'ın
hayatının yalnız bir bölümünü, Hüdhüd ile
Kraliçe Bel kıs arasında geçen bölümünü kapsıyor.
Ayetlerin akışına uygun olarak Hz. Süleyman'ın
kendisine kuş dilinin öğretilmesini, her şeyin
emrine verilmesini ve tüm·bu nimetler karşılığında
Allah'a nasıl şükrettiğini insanlara açıklayarak
hikâyeye giriş yapılıyor. Ardından cinlerin,
insanların ve kuşların oluşturduğu
topluluğun sahnesi yer alıyor. Karıncanın da
kendi hem cinslerini, bu kervana karşı uyarması
anlatılıyor. Hz. Süleyman'ın karıncanın
sözünü anlayarak Rabb'inin nimetine karşı şükürde
bulunması açıklanıyor. Kendisine bahşedilen
bu nimetin bir imtihan olduğunu anlaması ve Rabb'inden
bu sınavdan başarıyla ve şükrederek çıkabilmeyi
istemesi anlatılıyor.
Bu kıssaların surede özet şekilde verilmesi ile
surenin Kur'an'dan söz ederek haşlaması arasında
bir ilişki vardır. Aynı şekilde bu
Kur'an'ın İsrailoğulları'nın
ayrılığa düştüğü konuların çoğunu
ele alıp çözüme kavuşturduğu hükümleriyle,
İsrailoğulları'nın tarihinde önemli
dönemleri oluşturan Hz. Musa, Hz. Davud ve Hz. Süleyman kıssaları
arasında da bir ilgi bulunmaktadır.
Bu bölüm ve girişlerin surenin konusu ile ilgisi ise,
surenin ve bu bölümün değişik yerlerinde ortaya çıkmaktadır.
Daha önce surenin başlarında belirttiğimiz gibi,
surenin atmosferi ve çağrışımları ilim
üzerinde yoğunlaşıyor. Nitekim Hz. Davud ve Hz. Süleyman
kıssasında da ilk olarak buna işaret ediliyor. "Biz
Davud ve Süleyman'a izin verdik." Hz. Süleyman, Allah'ın
kendisine vermiş olduğu nimetleri dile getirirken
öncelikle Allah'ın kendisine kuş dilini öğrettiğini
dile getiriyor. "Ey insanlar, bize kuşdili öğretildi"
Hudhud kuşu da bir ara hangi nedenle kaybolduğunu
izah ederken mazeretine şöyle başlıyor. "Senin
bilmediğin bir şeyi öğrendim, sana Sebe'den
çok önemli doğru bir haber getirdim." Yine bu
kıssada Kitap'tan bir bilgiye sahip olan kimsenin göz açıp
kapayıncaya kadar Sebe kraliçesinin tahtını
getirmesi ilimle ilintili olarak sunuluyor.
Surenin yüce Allah'ın apaçık bir mektubu,
Kitab'ı olan Kur'an'dan söz ederek başlaması ve
onların bu yüce mektubu yalanlamaya kalkmaları ile
kıssadaki Hz. Süleyman'ın mektubuna karşı
Kraliçe Belkıs'ın tutumu arasında bir ilgi
kurulmaktadır. Kraliçe Belkıs, Hz. Süleyman'ın
emrine verilen güçleri, insanların, cinlerin ve
kuşların onun hizmetine verildiğini gördüğünde
çok geçmeden, hem kendisi, hem de toplumu teslim olduğu
halde müşrikler Hz. Süleyman'a bu güçleri bahşeden,
kullarının çok üstünde bir güce sahip olan ve yüce
tahtın sahibi bulunan Allah'a teslim olmaya
yanaşmadıklarına dikkat çekilmektedir.
Surede Allah'ı, kullarına verdiği nimetleri,
evrene serpiştirdiği ayetleri ve insanı yeryüzünde
halife kıldığı halkı, Allah'ın
ayetlerini inkâr edip bu nimetlere karşı şükretmediği
sergileniyor. Kıssada Allah'ın kendisine verdiği
nimetle şımarmayan, kuvvetine güvenip azmayan, sürekli
verilen nimetlere şükreden bir insan örneği yer
almaktadır... Böylece görülüyor ki, surenin konusu ile kıssanın
değindiği meseleler ve durumlar arasında pek çok
ve apaçık uygunluklar vardır.
Hz. Süleyman'ın Sebe Kraliçesi ile ilgili kıssası
aynı zamanda edebi ifade biçiminin bütün
şartlarını taşıyan en güzel örnektir.
Bu kıssa hareketler, duygular ve tablolarla dolu bir
kıssadır. $imdi hikâyenin detaylarına geçebiliriz.