Gerek bu Lât, Uzza, Menat ve benzeri isimler, gerek bunlara
ilah ve melek adlarının takılması, gerek
meleklere "dişi" varlıklar denmesi ve bu
dişi varlıkların yüce Allah'a ayrılması;
bütün bunlar hiçbir anlam taşımayan, ardında hiçbir
gerçek bulunmayan kuru "isim"lerden ibarettir. Yüce
Allah size bu isimlere ilişkin hiçbir kanıt
indirmemiştir. Yüce Allah'ın yapmadığı açıklamanın
hiçbir gücü, hiçbir ağırlığı yoktur.
Çünkü gerçek değildir. Gerçeğin
ağırlığı, gücü ve etkinliği olur.
Buna karşılık "batıl" sözler, yani
asılsız açıklamalar hafiftirler,
ağırlıkları yoktur; zayıftırlar, güçleri
yoktur; basittirler, etkinlikleri yoktur.
Okuduğumuz ayetin ortalarında müşrikler
asılsız kuruntuları ile, masalları ile
başbaşa bırakılıyor. Onlara seslenilmeye
son veriliyor, sanki yoklarmış gibi kendilerine yüz
çevrilerek üçüncü şahsa dönülüyor. Ayetin o
bölümünü tekrar okuyalım:
"Onlar sadece sanılarının ve
canlarının istediğinin peşinden
Bu bilginin gelişi ile mazeretleri sona erdi, bahaneleri
geçersiz kaldı. Herhangi bir iş kişisel arzuya ve
ihtiraslara gelip dayanınca çığrından çıkar,doğru
yolu bulma imkanı ortadan kalkar. Çünkü böylesine
durumlarda yanılgının sebebi gerçeğin
gizliliği ya da delil yetersizliği değildir.
Asıl sebep istediğini ille de yaptırmak isteyen
kişisel arzudur. Bu kişisel arzu önce istediğini
yaptırıyor, sonra yaptığına gerekçe ve kılıf
arıyor. Bu durum insan nefsinin yakalanabileceği en kötü
hastalıktır. Böylesine hastalıklı bir ruha ne
gerçeğe ilişkin bilgi yararlı olabilir ne de ona
herhangi bir delil inandırıcı gelebilir.
Bundan dolayı bir sonraki ayette kınama içerikli bir
soru ile karşılaşıyoruz. Okuyalım:
"Yoksa insanın her hayal ettiği şey gerçekleşir
mi sanıyorsunuz?"
İnsan hayalperest olunca her özlediği şey gerçeğe
dönüşür, her içinden geçirdiği şey
pratiğe yansır. Ama gerçekte durum böyle değildir.
Gerçek, gerçektir; somut da somut. Nefsin arzusu ve özlemi
gerçekleri değiştiremez, başkalaştıramaz.
Sadece şu olur: İnsan arzuları yüzünden sapıtır,
özlemlerine kapılarak mahvolur. Yoksa insan zayıf bir
varlıktır, nesnelerin doğasını ne
değiştirebilir ve ne de başkalaştırabilir.
Bu alanda yetki tümü ile yüce Allah'ın tekelindedir. O hem
dünyada hem de ahirette dilediğini yapar, nesneleri ve
olayları dilediği gibi yönlendirir. Okuyoruz:
"Oysa hayatın sonu da ilki de (ahiret de dünya da)
Allah'a aittir."
Burada ahiretin dünyanın önüne geçirildiği
dikkatlerimizden kaçmamalıdır. Amaç ayetin sonundaki
kafiyeyi ve ses uyumunu gözetmektir. Fakat burada ahireti,
dünyanın önüne geçirmekle anlatılmak istenen bir
incelik de vardır. İşte Kur'an üslubu böyledir.
Hem anlatmak istediği anlamı anlatır, hem ses ve söz
uyumunu gözetir. Fakat bu iki amacı birbiri ile çeliştirmez.
Zaten yüce Allah'ın eseri olan şey de aynı
özellik vardır. Mesela evren bütününde varolan "güzellik"
ve "fonksiyonellik" özelliği ile birarada bulunur,
atbaşı gider.
Görüldüğü gibi ahirette de dünyada da her iş yüce
Allah'ın elindedir, her işi yönlendirme yetkisi O'nun
tekelindedir. Oysa müşrikler, Allah katından melek kökenli
sözde ilahlarından aracılık bekliyorlar; "Bizi
Allah'a yaklaştıranlar diye onlara tapıyoruz" diyorlar.
(Zümer Suresi, 3) Bu açıklamalar, birer
asılsız kuruntudur. Çünkü göklerdeki gerçek
melekler kendiliklerinden aracılık edemezler. Bunun için
herhangi bir konuda yüce Allah'ın kendilerine izin vermesi
gerekir. Okuyoruz:
"Göklerde nice melek var ki, Allah'ın dilediklerine
ve hoşlandıklarına ilişkin izni olmadıkça
şefaatleri hiçbir işe yaramaz."
Böylece müşriklerin iddiaları kökten yıkılmış,
havada kalmış olur.
Zaten daha önce okuduğumuz ayetler bu iddiayı
çürütmüş, asılsızlığını
ortaya koymuşlardı. Ama bu ayet müşriklere
öldürücü, son darbeyi indiriyor. İnanç sistemini her
türlü karışıklıktan, her türlü kuşkudan
arındırıyor. Neden derseniz, bu ayete göre ahirete
ve dünyaya ilişkin bütün yetkiler yüce Allah'ın
tekelindedir. İnsanın özlemi somut gerçeğin
kılını bile değiştiremez. Şefaat,
aracılık, yüce Allah'ın hoşnutluğu ve
izni eşliğinde olursa kabul edilebilir. Demek ki, son söz
O'nundur. Hem ahirette, hem dünyada yönelinecek tek merci O'dur.
Bu kümeyi oluşturan ayetlerin sonunda ahirete inanmayan
bu müşriklerin meleklere ilişkin saplantıları,
kuruntuları son kez tartışılıyor. Bu
saplantıların asılsızlığı,
dayanaksızlığı bir kere daha gözler önüne
seriliyor. Bu saplantıların, bu kuruntuların,
inanca temel oluşturarak nitelikten yoksun oldukları
vurgulanıyor. Okuyalım:
"Ahirete inanmayanlar, meleklere dişi adları
takıyorlar. Oysa onların bu konuda hiçbir bilgileri
yoktur. Sadece sanılarının peşinden gidiyorlar.
Sanıları ise gerçeğin
kırıntısının bile yerini tutamaz."
Bu son değerlendirme Lât, Uzza ve Menat adlı putlar
ile müşriklerin melekleri dişi varlıklar kabul
eden ve onları Allah'ın kızları sayan
masalları arasında ilişki olduğunu vurguluyor.
Oysa bu masalın hiçbir aslı, hiçbir dayanağı
yoktur. Buna inananlar, sanılarının peşinden
gidiyorlar. Çünkü meleklerin öz yapılarına
ilişkin kesin bilgi edinmelerini sağlayacak hiçbir
araçları, hiçbir geçerli yöntemleri yoktur. Meleklerin,
Allah'ın kızları oldukları yolundaki
iddialarına gelince bu da asılsız kuruntudan
başka hiçbir kanıtı olmayan bir safsata, bir
boş inançtır. Bunların hiçbiri hakkı geçersiz
saydıramaz, hakkın bir
kırıntısının bile yerine geçemez. Oysa
onlar bu gerçeği bir yana bırakarak, onu gözardı
ederek kuruntulara ve sanılara saplanıyorlar.
Okuduğumuz ayetlerde müşriklik inancının
çürüklüğü açıklanmış; Allah a ortak
koşanların, ahirete inanmayanların, yüce Allah'a kız
evlat yakıştıranların ve meleklere dişi
isimleri takanların inançlarının
tutarsızlığı vurgulanmıştı. Sözün
bu noktasında ise Peygamberimize dönülerek bu sapıklara
önem vermemesi, onlardan yüz çevirmesi ve işlerini Allah'a
bırakması isteniyor. Çünkü yüce Allah, kimin iyi
yolda ve kimin kötü yolda olduğunu bilir, gerek doğru
yolda olanlara ve gerekse sapıklara hakkettikleri
karşılığı verir, göklerin ve yerin,
dünyanın ve ahiretin bütün gelişmelerini tek
başına yönlendirir; hesaplaşmada adil
davranır, hiç kimseye haksızlık etmez,
ısrarla işlenmeyen günahları
bağışlar; niyetlerden ve gizli tutulmuş
duygulardan haberdardır. Çünkü insanları yaratan
O'dur; hayatlarının bütün evrelerinde onların içyüzlerine
vakıftır. Okuyoruz: .