Gerçek şu ki insanlar boş yere
yaratılmamışlardır ve asla
başıboş kendi hallerine bırakılacak da
değillerdir. Onların hayatlarını geçen
ayetlerin değindiği gibi planlayan ve onu ifade
edildiği gibi üzerinde yaşadıkları kainat ile
ahenkli kılan Yaratıcının hiç müdahale
etmeden onları kendi hallerine yaşamaya
bırakması ve kendi başlarına ölmeye terk
etmesi mümkün değildir. Kimi dünyayı düzeltsin,kimi
orda bozgunculuk etsin sonra da bunların tümü yaptıklarına
hiçbir karşılık görmeden toprakta çürüyüp
gitsin. Kimi dünya hayatında doğru yolu bulsun o yolda
yürüsün, kimi de sapıtsın sonra da her iki zümre aynı
akıbeti paylaşsın. Kimi adil olsun, kimi zulümden
ayrılmasın sonra da adalet de zulüm de heba olup gitsin.
Ve yüce Allah da buna müdahale etmesin, bu asla mümkün değildir.
Elbette ahirette, tüm yapılanların hükme bağlanacağı,
iyi ile kötünün birbirinden ayrılacağı, her
davanın görülüp hükme bağlanacağı bir gün
vardır. Bu gün, çizilmiş, va'dedilmiş ve yüce
Allah'ın katında belirli ve bilinen bir süreye bağlanmış
bir gündür.
"Muhakkak ki hüküm günü belirlenmiş bir vakittir."
O gün, bu kainatın düzeninin alt-üst olacağı
ve bu sistemi birbirine bağlayan bağların
darmadağın olacağı bir gündür.
"Sur'a üflendiği gün, bölük bölük Allah'a
gelirsiniz. O gün gökyüzü açılır ve orada pek çok
kapılar oluşur."
Ayet metninde geçen "Sur" boru demektir. Bizler sur
adına, ancak onun adını ve kendisine üfürüleceğini
biliyoruz. Bunun nasıl bir şey olduğunu öğrenmek
için uğraşıp didinmek, bize düşmez, zaten bu,
imanımıza iman katmayacağı gibi, yeni elde
edeceğimiz bilgi de daha fazla etkilenmemizi sağlamaz. Yüce
Allah gücümüzü, ne olduğunu araştırmak
amacı ile bilmediğimiz bilinmezlerin peşine
takılıp da dağılmaktan korumuştur. Ve
bize bilinmezlerin bilgisinden yararlı olacak
kadarını vermiştir. O halde bunun daha ötesine
geçmek bize düşmez. Biz ancak insanları yeniden
dirilten ve insanların kendisine doğru bölük bölük
geleceği, herkesi toplayıcı olan üfürmeyi kafamızda
canlandırabiliyoruz... Şu sahneyi ve
varlıkları nesil nesil kaybolan ve
sınırlı yeryüzü kendilerine dar gelmesin diye
orayı kendinden gelen nesillere bırakan insanları
canlandırabiliyoruz. Bütün bu yaratıkların
sahnesini canlandırabiliyoruz. Bölük bölük... Yeniden
dirilmiş, ayağa kalkmış, her yoldan
toplanacakları yere akan insan kalabalıklarını
kafamızda canlandırabiliyoruz. Açılmış
kabirleri ve bunca yaratıkların orada ayağa
kalktıklarını düşünebiliyoruz. ilk giden
nesillerin, kendilerinden sonra gelenleri tanımadığı,
biraraya gelmiş yığın yığın
insan topluluklarını hayal edebiliyoruz. Bugünden başka
hiçbir vakitte ve hiçbir zamanda bir araya gelmemiş olan
şu yığın yığın
kalabalıkların verdiği dehşeti kafamızda
canlandırabiliyoruz. Ama ne zaman? Bunu bilemiyoruz.
Bildiğimiz şu kainatta büyük olayların ve muazzam
korkunç değişikliklerin olacağıdır.
"O gün gökyüzü açılır ve orada pek çok kapılar
oluşur. Dağlar yürütülür, serap haline geli
Sağlam yapılı gökyüzü, başka surelerde
ve başka yerlerde değinildiği gibi, bizim daha
önce bilmediğimiz bir biçimde açılacak ve kapı
kapı olacaktır. Gök yarılıp birbirinden
ayrılacaktır. Birer kazığı andıran köklü
sabit dağlar yerlerinden yürütülecek ve birer serap birer
hayal olacaktır. Dağlar ufalanmış, hurda
haş olmuş, aşınmış, başka
surelerde ve başka yerlerde değinildiği gibi
havanın hareket ettirdiği uçuşan toz-toprak
zerrecikleri haline gelmiştir. Bundan dolayı
dağların gerçek olmayan serap gibi varlığı
kalmıştır. Ya da dağlar birer toz zerrecikleri
halinde iken kendilerine ışık vuracak ve serap gibi
görüneceklerdir. Gözle görülen kainatta olacak değişikliklerden
ortaya çıkacak korku, sura üfürüldükten sonra toplanma
günü belirecek korku gibidir. İşte bir hikmet ve yönetim
uyarınca planlanmış olan "hesap günü"
budur.
İNKARCILARA LAYIK SON
İfadenin akışı sura üfürülmesinin ve mahşere
toplanmanın ardından bir adım daha atıyor ve
azgınlarla, zalimlerle; muttakilerin akıbetlerini
sergiliyor. Buna ilk gruptan yani o günü yalanlayanlardan ve o
büyük haberi birbirine soranlardan başlıyor.