42- Ey Muhammed! Senden kıyametin ne zaman gelip çatacağını
sorarlar.
43- Sen nerede, onun vaktini söylemek nerede?
44- Onun bilgisi Rabbine aittir.
45- Sen ancak, ondan korkacak olanları uyarırsın.
46-Onlar onu gördükleri zaman sanki dünyada bir akşam
veya onun kuşluk vaktinden fazla kalmamış gibi
olurlar.
Müşriklerin inatçı olanları Hz. Peygamberden
kıyametin dehşeti ve olaylarına, oradaki hesaba
çekilme ve yaptığının
karşılığını görmeye ilişkin
bir şey duyduklarında hemen bu kıyamet ne zaman
kopacak? daha ne kadar var diye sorarlardı. Nitekim burada
onların söyledikleri hikaye edilmektedir.
"Ne zaman gelip çatacak?"
Onların
sorularına cevap şudur: "Sen
nerede onun vaktini söylemek nerede?" Bu,
kıyametin büyüklüğünü ve dehşetini çağrıştıran
bir cevaptır. Bu sorunun saçma ve tutarsız
olduğunu, çocuklaşmaktan ve haddini aşmaktan
kaynaklandığını ortaya koymaktadır.
İşte bak Hz. Peygambere şöyle deniyor: "Sen
nerede onun vaktini söylemek nerede?!" Kıyamet
o kadar büyüktür ki ne sen ondan sormalısın ne de
onun zamanı sana sorulmalıdır. Onun işi
Rabbine havale edilmiştir. Sadece O bilir onu. O senin
işin değildir. "Onun
bilgisi Rabbine aittir."
Kıyametin işinin varacağı son merci O'dur.
Onun zamanını da ancak O bilir. Oradaki herşeyi düzenleyen
de O'dur.
"Sen ancak ondan korkacak olanları
uyarırsın."
Senin görevin budur. Senin sınırların da budur.
Uyarmanın kendisine fayda verdiklerini onunla
uyarmalısın. Kıyametin gerçek mahiyetini kalbinde
hissedecek ondan yana endişe sahibi olacak ve onun için çalışacak
olan da O'dur. Takdis edilmiş güce sahibine havale edilen
zamanını bekleyecek olan da O'dur.
Ardından kıyametin dehşetini ve büyüklüğünü
duygularda ve düşüncelerdeki etkisiyle birlikte tasvir
etmektedir. İnsanların duygularında ve
değerlendirmelerinde ahireti dünya ile karşılaştırıyor.
"Onlar onu gördükleri zaman sanki dünyada bir akşam
veya onun kuşluk vaktinden fazla kalmamış gi
bi
olurlar."
Onların bu halleri kıyametin onların
vicdanları üzerindeki büyük etkisinden kaynaklanıyor.
Bu dehşetin yanında dünya hayatı, ömürleri,
olayları, nimetleri ve eşyası
basitleştirmektedir. Bunları yaşayanların
kalbinde bir günün belli bir bölümü akşamı ve
sabahı gibi görünmektedir.
İnsanların üzerinde çarpıştıkları
ve tokuştukları bu dünya hayatı böylece
dürülüp gidiyor. insanların kendisini tercih ettikleri ve
uğrunda ahiretteki paylarını, nasiplerini
unuttukları, onun uğrunda onca suçlar, günahlar ve
zulümler işledikleri, bu hayat sona eriyor. Heva ve
heveslerinin kendilerine egemen olduğu ve kendisi için yaşadıkları
bu hayat, yaşayanların içlerinde dahi dürülüp
gidiyor. Bizzat onlar da bu hayatın bir akşam veya sabah
vaktinden öte bir şey olmadığını görüyorlar.
İşte dünya hayatı budur Kısadır. Tez
gelip geçer. Basittir. Geçicidir. Değersizdir. Önemsizdir.
Onlar sırf bir akşam veya sabah vakti için mi ahireti
feda ediyorlar? Geçici bir ihtiras için mi karşılık
ve sığınak olarak verilecek cenneti bir kenara
itiyorlar?
Şüphesiz bu büyük bir aptallıktır. Görebilen
gözü, işitebilen kulağı olan hiçbir insanın
işlemeye asla yanaşamayacağı bir
aptallıktır!