Şüphesiz dünya hayatı bir yararlanmadır. Bütün
evrenle, hayatın ve insanın yaratılması ile
irtibatı bulunan tedbirin gereği olarak dikkatle ve
sağlam biçimde takdir edilen bir yararlanma. fakat sadece
bir yararlanmadır. Zamanı geldiğinde sona erecek
bir yararlanma. Büyük baskın gelip çattığında
herşeyin üzerini kuşatır. Her şeyin üzerini
kapatır. Tüm geçici nimetlerin üzerini örter. Sağlam,
takdir edilmiş düzenlenmiş evreni kuşatır.
Kurulan göğü, düzeltilen yeri, salınan
dağları, canlıları ve hayatı tümüyle
avucuna Alır. Varolan her şeyin konumunu ve
akıbetini belirler. Çünkü O, bunların hepsinden büyüktür.
Bunların hepsini kuşatır ve bastırır.
İşte o zaman insan yaptığını
hatırlar. Çabasını hatırlar ve gözlerinin
önüne getirir. Hayatın olaylarının ve
uğraşlarının kendisini gaflete düşürdüğünü
ahireti unuttuğunu anlar. Hatırlar ve gözlerinin
önüne getirir ama hatırlama, gözlerinin önüne getirmenin
hayıflanma ve pişmanlıktan başka işe
yaramadığı bir zamanda. Artık bunun
ötesindeki azabı ve felaketi düşünmekten başka
çaresinin kalmadığı bir sırada.
"Gören kimseler için cehennem ortaya çıkarılmıştır."
Cehennem görenlerin karşılaşacağı apaçık
ve ortada olan bir gerçekliktir. "Ortaya çıkarılır."
cümlesiyle daha da sertleştirilmektedir. Hem mana yönünden
hem de ses tonu yönünden. Ayrıca sahneyi tüm gözlerin
önünde canlandırma açısından.
Burada insanların sonları ve akıbetleri
değişmekte ve ilk yaratılıştaki tedbirin
ve takdirin amacı ortaya çıkmaktadır.
"Artık kim azmışsa ve şu yakın
hayatı yeğlemişse, onun barınağı
cehennemdir."
Ayet-i kerimede geçen "tuğyan" kavramı
normal anlamından daha kapsamlı bir mana ifade
etmektedir burada. Bu hakkı ve hidayeti aşıp geçen
her kişinin vasfıdır. Alanı güç ve otorite
sahibi olan zalim iktidar sahiplerini içermekten daha geniştir.
Burada tuğyan, hidayetin sınırını
aşan, dünya hayatını tercih eden, onu ahiretin
önüne geçiren, yalnız dünyaya çalışan, ahiret
için hiçbir hesabı olmayan her insanı
kapsamaktadır. Ahiret kriteri, insanın elindeki ve
vicdanındaki ölçüleri değerlendiren tek ölçüdür.
Ahiret hesabı bir kenara itildiğinde veya dünya hayatı
ona tercih edildiğinde elindeki bütün ölçüler altüst
olur. Ölçüsündeki bütün değerlerin düzeni bozulur.
Hayatındaki vicdani ve ahlaki tüm ilkeler ve prensipler yıkılır.
Azgın, isyankar, haddini aşan bir insan konumuna düşer.
İşte bu adamın "Onun
barınağı cehennemdir" ortaya çıkarılmış,
yaklaştırılmış, gözler önüne getirilmiş
her hali ile dehşet verici cehennem. Büyük baskın günü!
"Ancak kim Rabbinin huzurunda durup hesap vermekten korkmuş
ve nefsini kötü heveslerden men etmişse, onun
barınağı da cennettir."
Rabbinin huzuruna çıkarılma endişesi
taşıyan günaha yönelemez. Beşeri
zaafının baskısıyla ona yöneldiği zaman
dahi bu yüce makamın endişesi onu hemen
pişmanlığa, istiğfara ve tevbeye yöneltir.
itaat dairesinde hareket etmeye devam eder.
Kişinin kendisini heva ve hevesten
alıkoymasının yolu itaat dairesindeki noktada
yoğunlaşmaktır. Çünkü heva ve heves her tür azgınlığın,
zalimliğin, her tür haddi aşmanın ve her çeşit
günahın itici gücüdür. Belanın esası ve kötülüğün
kaynağıdır. insanın başına ne
gelirse hevasından gelir. Cahilliğin tedavisi
kolaydır. Fakat bilgiden sonraki heva heves, tedavisi için
uzun zorlu bir mücadele gereken nefsin başbelasıdır.
Allah korkusu, azgın isteklerin şiddetli
saldırılarına karşı sağlam ve muhkem
bir kale durumundadır. Heva ve hevesin
saldırılarına karşı bu muhkem kaleden
başkası ayakta duramaz. Bu nedenle Kur'an'ın
ifadesi bunların her ikisini de bir ayette topluyor. Çünkü
burada konuşan, nefsin hastalığını en iyi
bilen yüce yaratıcı olan Allah'tır. Tedavisini de
bilen O'dur. Girintilerini ve çıkıntılarını
en iyi bilen de yalnız O'dur. Heva ve hevesinin nerede
gizlendiğini, gizliliklerinin ve hareketlerinin nasıl
koordine edildiğini bilir.
Yüce Allah, insanı içinden taşkın
arzuları hiç geçirmemekle yükümlü tutmuştur.
Çünkü yüce Allah insanın buna gücünün yetmeyeceğini
bilir. insanın heva ve hevesini serbest
bırakmamasını, onu frenlemesini ve dizginini eline
almasını istemiştir. Bu konuda korkudan destek
almasını istemiştir. Ürpertici, ulu ve büyük
olan Rabbinin huzuruna çıkarılma endişesidir bu.
çetin cihadına
karşı ona cenneti ödül ve sığınak
olarak vermiştir. "Onun barınağı da
cennettir." Böyledir çünkü yüce Allah bu cihadın
büyüklüğünü bilir. İnsanın nefsini terbiye
etmede, düzeltmede ve en yüce makama yükseltmedeki değerini
takdir eder.
Şüphesiz insan, bu alıkoyma, bu cihad, yükseliş
ile insandır. Hiçbir insan doğasının
gereği budur, yapısında bu vardır diye heva ve
hevesini serbest bırakamaz. Nefsin cazibesine kapılarak
alçalamaz. Çünkü insanın içine heva ve hevesin
dürtülerinden etkilenme yeteneği veren Allah aynı
zamanda heva ve hevesin dizginini tutma yeteneğini de
vermiştir. Heva ve hevesi frenlemeyi, cazibesinden kurtulup yükselmeyi
öneren de O'dur. İnsanın bu mücadelede başarı
olarak çıkıp yükselmesi ve yücelmesi halinde ona
mükafat ve sığınak olarak cenneti veren de O'dur.
O insana yaraşır bir hürriyet var ki, bu yüce
Allah'ın insanı onurlandırmasına uygun düşmektedir.
Bu hürriyet heva ve hevesin etkilerine karşı üstün
gelme, şehvetin esaretinden kurtulma, dengeli, ölçülü bir
şekilde hareket edip seçebilme özgürlüğünü ve
insani değerleri korumaya dayanır. Bir de hayvana
yakışır hürriyet vardır. Bu da insanın
heva ve hevesine karşı yenilgiye uğraması,
şehvetine kulluk yapması, iradelerinin dizginini elinden
kaçırmasıdır. Buna insanlığını
yitiren, köleleştirmiş, köleliğine hürriyetten
zayıf bir maske çeken kimseden başkası Talip olmaz.
Eşyanın haki katını en güzel biçimde değerlendiren
islam dininin kriterine göre alçalma ve yükselmenin en doğal
seyri ve tabii süreci bu iki durumdur. Son olarak, surenin
ürpertici, derin etkili ve çarpıcı son dokunuşu
gelmektedir: