Bu bölüm, tartışma götürmeyecek biçimde tek
cevabı bulunan bir soru ile başlıyor. "Ey
inkarcılar! Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü
yaratmak mı?" Göğü! Bir şey söylemeye
ve tartışmaya gerek yok! Öyleyse gök sizden daha
büyük bir yapıya sahip olduğu ve onu yaratan da ondan
daha çok güçlü olduğuna göre sizi kendi gücünüze
güvenmeye iten sebep nedir? İşte sorunun
mesajlarından biri budur. Bir yönü daha var. Bu da
şudur: Dirilişinizi zor görmenize yol açan nedir?
Halbuki O göğü yaratmıştır. Gök ise, sizden
daha zor bir şeydir. Dirilişiniz sizin tekrar
yaratılmanızdır. Sizden daha önemli ve daha zor
olan göğü yaratan, sizi haydi haydi yaratabilir. Çünkü
bu diğerine göre daha kolaydır.
Bu göğü yaratmak hiç şüphesiz daha zordur. "Allah
onu kurmuştur." Yaratma, kuvveti ve durdurmayı
bütünleştirmeyi ifade eder. Gök de aynen bunun gibi.
bütünleşmiş durumdadır.
Yıldızların ve hareket sistemlerinden
dışarı çıkmamakta, dökülüp yıkılmamaktadır.
Öyle ise o sağlam, köklü ve parçaları birbirine
kenetlenmiş bir yapıdır.
"Ki Allah onu bina edip yükseltmiş ve ona şekil
vermiştir." Ayet-i kerimede geçen "semk"
kavramı herşeyin boyu ve yüksekliği anlamına
gelir. Gök, bir uyum içinde kenetlenmiş haliyle yükseltilmiştir.
İşte düzenlemede budur: "Ona şekil verdi:'
Basiretini ve düşünme yeteneğini kaybetmemiş
bir insan bu sınırsız ahenge rahatlıkla
tanıklık eder. Bu korkunç büyüklükteki cisimlerin
kenetlenmesi, etkileri ve etkilenmeleri arasında uyumun gerçek
yasalarını öğrenmek bu ifadelerin
anlamını genişletmekte, bu olağanüstü gerçeğin
alanını,
sınırsızlaştırmaktadır. insanlar
kendi bilgileri ile şu anda bu yasaların ancak küçük
bir kısmını anlayabilmişler ve onların
karşısında Hayrete
kapılmışlardır. Dehşete düşmüş,
endişeye kapılmışlardır. Onları
evirip, çeviren, planlayıp düzenleyen büyük bir kuvvetin
varlığını kabul etmeden onları açıklamaktan
aciz düşmüşlerdir. insan hiçbir dine inanmasa dahi
onları yönlendiren bir kuvveti kabul etmekten başka çıkar
yol bulamaz!
"Gecesini karanlık yapmıştır. Gündüzünü
aydınlatmıştır."
ifadede hem ses tonu hem de mana yönünden bir sertlik
bulunmakta ve bu, güç ve sertlikten söz eden konu ile
bütünlük arzetmektedir. Ayet-i kerimede geçen "ağtaşa
leyleha" gecesini kararttı, "ahraca duhaha" da
gündüzünü aydınlattı demektir. Fakat burada
kelimeler surenin akışı ile uyum sağlayacak
şekilde seçilmiştir. Karanlık ve
aydınlık halleri, gecede ve gündüzün ilk saatleri
olan kuşlukta birbirlerini izlemektedir. Bu herkesin gördüğü
bir gerçektir. Her kalb ondan etkilenir. insan bu olayların
sürekli tekrar edilmesi ve alışkanlık yapması
sonucu bu canlılığı göremeyebilir. Fakat
Kur'an duyguları ona yöneltmekle canlılığını
tekrar geri getirmektedir. Bu olay sürekli olarak yenidir.
Hergün yenilenmektedir. Ona beslenilen duygu ve onun etkisiyle
oluşan tepki de sürekli yenilenmektedir. Bunların
gerisindeki değişmez yasalar ise aynı büyüklükte
ve aynı inceliktedir. Kendilerini tanıyanları
korkuya ve dehşete düşürmektedir. Bu konuya ilişkin
bilgi genişledikçe tanımanın çapı büyüdükçe
bu gerçeğin kalpler üzerindeki etkisi ve tesiri daha da
kökleşecektir.
"Ardından yeri düzenlemiştir. Suyunu ondan çıkarmış
ve otlak yer meydana getirmiştir. Dağları
yerleştirmiştir."
Ayet-i kerimede geçen "dahf" kavramı yerin düzenlenmesi
ve kabuğunun düzleştirilmesidir. Üzerinin yürümeye
uygun hale getirilmesi, bitkilerin yeşermesine müsait bir
toprağın üzerinde oluşturulmasıdır.
Dağların salıverilmesi yer kabuğunun düzene
kavuşması ve sıcaklık derecesinin hayata
elverişli olan bu normal hale düşmesi sonucudur. Yüce
Allah yerden suyunu çıkarmıştır. ister bu
kaynaklardan fışkıran su olsun, isterse gökten
inen yağmur suyu olsun farketmez. Zira yağmur suyu da
aslında yerin kendi suyudur. Önce buharlaşmış,
sonra yağmur şeklinde tekrar yere inmiştir.
Ayrıca yerden otlaklar çıkaran da O'dur. Burada mera
hem insanların, hem de hayvanların yediği bitkileri
ifade etmektedir. Canlıların yaşamları ya
doğrudan ya da dolaylı olarak ona
bağlıdır.
Bunların hepsi göğün yapılmasından,
gecenin karartılmasından ve gündüzün aydınlatılmasından
sonra olmuştur. Modern astronomi teorileri de Kur'an'ın
bu hükmünün anlamına yakın bulunmaktadır. Bu
teorilere göre yeryüzü düzeltilmeden, ekine elverişli
hale getirilemeden ve yerkabuğu üzerindeki yükseklikler ve
düzlükler ile istikrara kavuşmadan yüz milyonlarca sene
önce dünya düzeni devam edip durmuş, gece ile gündüz
birbirini izlemiştir.
Kur'ana Kerim tüm bunların amacını da açıklıyor:
"Bunları sizin ve hayvanların geçinmesi için
yapmıştır." Böylece insanlara bir yönden
Allah'ın yüce tedbirini hatırlatmış öbür
yandan Allah'ın, mülkündeki yüce takdirine parmak basmıştır.
Çünkü göğün bu şekilde kurulması ve yeryüzünün
bu şekilde düzenlenmesi de tesadüf olarak rastgele olmamıştır.
Herşey bir plana göre gelişmiştir. Yeryüzünde
halifelik görevini üstlenecek insanın hesabı
yapılmıştır. Çünkü insanın
varlığı, gelişmesi ve ilerlemesi bu evrenin içinde
özellikle güneş sistemi içinde daha özel bir anlam ile
yeryüzünde uygun şartlara bağlıdır.
Kur'an-ı Kerim gerçeğin temeline ilişkin özlü,
mesaj yüklü derin anlamlı işaret metoduna
bağlı olarak bu yaşamaya uygun şartların
birkaçını hatırlatmaktadır. Bunlar; göklerin
kurulması, gecenin karaltılması, gündüzün aydınlatılması,
yerin düzeltilmesi, suyunun ve merasının çıkarılması
ve dağlarının salınmasıdır. Tüm
bunlar, insanlar ve onların hayvanları için yapılmıştır.
Bu ise herkese açık bulunan ilahi tedbir ve takdirin gerçek
manzaralarından bazılarına parmak basan bir
işarettir. Gözle görülen bu manzaralarla her çevrede yaşayan
her insana hitap edilebilir. Bu konuda bilgi ve kültür
derecesinin bir düzeyine ulaşmaya ihtiyaç yoktur. Nerede
olursa olsun, insanın bu konudaki payı hak
ettiğinden fazladır. İşte bu nedenle Kur'an tüm
devrelerdeki ve her zaman dilimindeki bütün insanoğluna
seslenerek hitabını genelleştirmektedir.
Bu düzeyin ötesinde sözkonusu büyük gerçeğin daha
başka boyutları ve ufukları vardır. Bu koca
evrenin özündeki takdir ve tedbir gerçeğine, bu evrenin açıkça
haykırdığı tesadüfün ve gelişi güzelliğin
bu işleyişten tamamen uzak olduğu gerçeğine
işaret edilmektedir. Zira tesadüfün doğası bunca
Hayret verici uygunlukların bir araya gelmelerini
imkansızlaştırmaktadır.
Dünyanın da kendisine bağlı olduğu güneş
sisteminin oluşumundaki uygunluktan başlayan bu uyum ve
ahenk yüz milyonlarca yıldız kümesinin içinde
gerçekten nadir rastlanan bir düzene sahiptir. Dünya da güneş
sistemi içindeki yeri ve konumu açısından gezegenler içinde
eşsiz bir yapıya sahiptir. İşte bu eşsiz
yapı dünyayı insan hayatı için elverişli
kılmaktadır. Şu ana kadar insanlar binlerle ifade
edilen, bu zorunlu uygunlukların herhangi bir gezegende
buluştuğunu öğrenebilmiş değiller!
"Hayat şartları bu gezgende bütünüyle
gerçekleşmiştir. Uygun bir hacim normal bir
uzaklık, maddenin elementlerinin hayatın hareketine
elverişli bir oranda buluşup oluşması.
Uygun bir hacmin bulunması gerekmektedir. Zira gezegenin
etrafını kuşatan hava atmosferinin orada
kalması ondaki çekim gücüne bağlıdır.
Normal bir uzaklığın olması da
şarttır. Zira güneşe yakın olan kütleler
çok sıcaktır. Cisimler orada bütünlüklerini ve bağlarını
koruyamazlar. Güneşe uzak olan kütleler ise çok soğuktur.
Cisimler oraya giremezler.
Ayrıca hayatın hareketine ve şartlarına
uygun bir biçimde elementlerin belli bir oranda buluşup
oluşumlar meydana getirmesi de zorunludur. Zira bu belli
oranda bitkinin yetişmesi ve buna bağlı olarak da
hayatın meydana gelmesi için kaçınılmaz bir
şarttır.
Dünyanın konumu hayat için vazgeçilmez olan bu
şartların hepsini kendisine toplayan konumların en
müsait olanıdır. Şu ana kadar
tanıyabildiğimiz ve başka şeklini öğrenemediğimiz
tüm şartları burada bir arada bulunmaktadır."
Bu koca evrenin özündeki tedbir ve takdir gerçeğine,
yaradılışında ve evirilip çevirilmesinde
insanın konumunun hesaba katılması gerçeğine
dikkat çekilmesi insanın kalbini ve aklını ahiret
gerçeğine, oradaki hesaba çekilme ve karşılık
görme gerçeklerine güven ve teslimiyetle çevirmektedir.
Evrenin yaradılışı ve insanın
yaradılışı gerçekten böyle olup bunların
bütünü ile tamamlanmaması ve
karşılıklarını bulmaması mümkün değildir.
Bu düzenin ve bu sistemin fani dünyadaki bu kısa hayat döneminin
sona ermesiyle noktalanması mümkün değildir. Kötülüğün,
zalimlerin ve batılın bu yeryüzünde bütün
cinayetleriyle çekip gitmesi, iyiliğin, adaletin ve
hakkın bu dünyada onca haksızlıklara
uğrayarak geçip gitmesi sağduyu ile izah edilemez. Böyle
bir ihtimal doğası itibariyle koca evrenin özündeki
apaçık takdir ve tedbirin tabiatına
aykırıdır. İşte bu bölümde surenin akışı
içinde kéndisine temas edilen bu gerçek suredeki ana konuyu oluşturan
ahiret gerçeği ile bütünleşmektedir. Kalblerde ve
akıllarda bu gerçeğe bir giriş niteliğini
kazanmaktadır. Ve hemen ardından tam yerinde ve
zamanında "Büyük Baskın" gerçeği yer
almaktadır.