1- Allah'ın
yardımı ve fethi geldiğinde
2- İnsanların
dalga dalga Allah'ın dinine girdiğini gördüğünde,
3- Rabbini överek
tesbih et, O'ndan mağfiret dile. Çünkü O tevbeleri kabul
edendir.
Surenin birinci ayetinde bu
evrende meydana gelen olayların ve bu hayatta meydana gelen
hadiselerin bu havada, Hz. Peygamberin ve müminlerin görevinin ve
bu konuda onların gelip dayanacağı
sınırın gerçekliğine ilişkin özel bir bakış
açısının oluşturulması için açık
bir mesaj yer Alıyor. Bu mesaj yüce Allah'ın "Allah'ın
yardımı geldiği zaman" sözünde somutlaşıyor.
Yardım ve zafer Allah'ındır. Yüce Allah onu
belirlediği zaman da, çizdiği amacı gerçekleştirmek
için, dilediği şekilde gerçekleştirir,
dilediği zamanda meydana getirir. Ne Peygamberin ne de
arkadaşlarının bu konuda
bir yetkileri vardır. Bu zafer konusunda onların bir güçleri
de yoktur. Onda kişisel çıkarları, özel faydaları
da olmadığı gibi. Gönüllerini rahatlatan özel bir
hazları da yoktur! Zafer Sadece Allah'ın işidir. Onu
kendileri ile veya kendileri olmadan gerçekleştirir. Yüce
Allah'ın, zaferi kendilerinin eliyle gerçekleştirmesi,
onun başına bekçi dikmesi ve bu zaferi onlara emanet
etmesi de şeref olarak kendilerine yeter. İşte
zaferden, fetihten, insanların akın akın
Allah'ın dinine girişinden onların payına düşen
budur.
Bu mesaja ve meselenin gerçekliğine
ilişkin oluşturduğu özel bakış açısına
göre Hz. Peygamberin ve beraberindekilerin konumu belirlenmektedir.
Buna göre onları onurlandıran Allah'tır.
Onların elleri ile zaferini gerçekleştirmesi onlar için
bir şereftir. Dolayısıyla Peygamberin ve O'nunla
birlikte olanların konumu zafer anında Allah'a yönelmeleri,
hamd ile Allah'ı tesbih etmeleri ve günahlarının
bağışlanmasını dilemeleridir.
Hamd ve tesbih
Allah'ın nimetlerine ve lütuflarına
karşılıktır. Çünkü O, kendilerini davasının
güvenilir elleri ve dininin bekçileri kılmıştır.
Dinine yardım etmekle, Peygamberine fetih vermekle, bütün bir
insanlığa verdiği rahmete
karşılıktır. Sapıklık, körlük ve
hüsrandan sonra insanların akın akın, bu coşup
taşan hayır kaynağına girmesini sağlamakla
insanlığa verdiği lütfunun karşılığıdır.
Günahların
bağışlanmasını dilemek, insanın iç
alemine gizlice sinmeye çalışan pek çok etkenlere,
olumsuzluklara karşılıktır. Uzun mücadeleden
sonra zaferin verdiği sarhoşlukla kalbe sirayet edebilecek
veya yol bulabilecek, sevinçten dolayı mağfiret dilemek,
uzun yorgunluktan sonra gelen zaferin sevincinden istiğfar.
Bunlar insan kalbinin kendisini zor tutabildiği anlardır.
İşte bunlardan dolayı insanın günahının
bağışlanmasını dilemesi gerekir.
Uzun mücadele, aşırı
yorgunluk, büyük sıkıntılar, büyük belalar
süreci içinde insanın kalbine sirayet eden
sıkıntılardan, bunalımlardan,
sarsılmalardan dolayı günahların
bağışlanmasını dilemek, Allah'ın
zafere ilişkin sözünün geciktiğini düşünme
halinden dolayı istiğfar gerekmektedir. Nitekim bu
sıkıntı halleri başka bir yerde şu
şekilde dile getirilmiştir.
"Acaba sizden
öncekilerin başlarına gelenlerin benzeri sizin de
başınıza gelmeksizin, kolayca cennete
gireceğinizi mi sandınız? Onlar öylesine ağır
sıkıntılara ve zorluklara uğradılar,
öylesine sarsıldılar ki, peygamberleri ile çevresindeki
inanmışlar `Allah'ın yardımı ne zaman
gelecek?' dediler. İyi bilin ki Allah'ın yardımı
yakındır."
(Bakara 214)
Bu halden de istiğfar
edilmesi gerekir. insanın Allah'a hamd etme ve şükretmesinde
görülen aksaklıklardan dolayı da istiğfar etmesi
gerekir. Çünkü insanın çabası ne kadar fazla da olsa
sınırlıdır, zayıftır. Allah'ın
nimetleri ise sürekli coşmakta ve bol şekilde
verilmektedir. "Eğer Allah'ın nimetlerini saymaya
kalksanız onları saymakla bitiremezsiniz." (İbrahim
Suresi, 34)
İşte insan bu
eksikliğinden ve yetersizliğinden dolayı da Allah'a
istiğfarda bulunmalıdır.
Özellikle zafer anında
istiğfarda bulunmanın bir inceliği daha vardır.
Bu da neşe ve sevinç anında acizliğini ve
eksikliğini hatırlatıp hissettirmek içindir. Dolayısıyla
insan bu anda büyüklenme duygusunu bastırmalı ve
Rabbinin affına sığınmalıdır. Bu da
sevinç ve gurura yol açacak bilinçteki güçleri frenler.
Öte yandan insanın
eksikliğini, acizliğini ve yetersizliğini hissetmesi,
Allah'a yönelerek bağış, af ve müsamaha dilemesine
yol açar. Yenilen, mağlup olan insanlara karşı zulüm
ve azgınlık yapılmasını da önler. Böylece
zaferi elde eden, Allah'ın onlara yaptığı
uygulamadan dolayı kendisini hesaba çekeceğini bilir.
Çünkü kendisini zafere kavuşturan Allah'tır. Kendisi
ise aciz, yetersiz ve eksiktir. Yüce Allah dilediği bir
işi gerçekleştirmek için onu mağlup insanların
başına dikmiştir. Yoksa zafer zaten Allah'ın
zaferi, fetih O'nun fethi, din O'nun dinidir. Her şey dönüp
dolaşıp O'na gelecektir.
Bu yüce ve aydınlık
bir ufuktur. Kur'an-ı Kerim insanın ruhunu bu ufka
doğru çevirmek, onu basamaklarında zirveye doğru
tırmandırmak, güzel, onurlu bir konuma getirmek ister. Bu
ufukta insan, gururunu, büyüklüğünü yendiği için
büyür. Bu ufukta, Allah'a doğru açıldığı
için insanın ruhu özgür bir havaya doğru
kanatlanır.
Bu, insanın
Allah'ın ruhlarından biri olabilmesi için benlik bağlarından
kurtulmasıdır. Burada insan Allah'ın
rızasından başka bir paye aramaz. Bu özgürlükle
birlikte Hayrın, iyiliğin,zaferi, hakkın gerçekleştirilmesi,
yeryüzünün uygarlığı ve hayatın ilerlemesi için
çalışma, insanlığa yapıcı, tertemiz
ve olgun bir liderlikte bulunma, bu liderliğini
yapıcı, adil, güzel ve iyi ilkelere ve bunlarla birlikte
Allah'a yönelime temelinde cihad yer alır.
İnsanın kendi
şahsi, kişisel zaaflarına bağlı olduğu,
arzu ve istekleri ile sınırlı olduğu,
şehevi ihtiraslarının ağır yükü altında
bulunduğu halde özgürlük ve bağımsızlık
çabaları boşunadır. insanın kendi beninden
kurtulmadan, zaferin ve ganimetin ardında kendine pay çıkarmaktan
sıyrılıp yalnız Allah'ı ön plana çıkarmadan
yapacağı tüm çalışmalar boşunadır.
İşte bu
peygamberliğin sürekli olarak damgasını
taşıdığı edebin, anlayışın
kendisidir. Yüce Allah insanlığı bu edebin
ufuklarına doğru çıkarmak ister. Sürekli olarak
gözlerini bu ufuklara dikmesini öngörür.
Hz. Yusuf'un herşeyi
elde ettiği ve rüyasının gerçekleştiği
anda takındığı edeb ve tutum budur: "Ana-babasını
makam koltuğuna oturttu, bu arada hep birlikte önünde secdeye
kapandılar. Bunun üzerine Hz. Yusuf, babasına dedi ki; `Babacığım
bu olay, bir zamanlar gördüğüm rüyanın somut yorumudur.
Rabbim o rüyayı gerçeğe dönüştürdü. Ayrıca
beni hapisten çıkararak ve şeytanın
kışkırtması sonucunda kardeşlerimle
aramın açılmasından sonra sizleri çöl ortasından
kaldırıp yanıma getirerek bana lütufta bulundu. Hiç
şüphesiz Rabbim dilediklerine karşı lütufkâr
davranır. O herşeyi bilen ve her
yaptığını yerinde yapandır." (Yusuf
100)
Bu anda Hz. Yusuf, içini
sevinç, seçkinlik ve üstünlük duygularından
arındırarak şükreden, Rabbini hatırlayan bir
kulun Rabbini yüceltmesi gibi O'na yönelmiştir.
Saltanatının zirvesinde ve rüyalarının gerçekleşmesinin
sevinci içinde Rabbine şöyle yalvarmıştır: "Rabbim
sen bana egemenlikten pay verdin, beni olayları (ya da rüyaları)
yorumlamaya ilişkin bazı bilgiler ile donattın. Ey göklerin
ve yerin yaradanı! Gerek dünyada gerek ahirette dayanağım
sensin; canımı Müslüman olarak al ve beni iyi
kulların arasına kat." (Yusuf 101)
Burada şöhret ve
saltanat geriye çekiliyor. Buluşma, aile fertlerinin bir araya
gelişi ve kardeşlerin kaynaşması ile oluşan
sevinç geriliyor. Son sahnede tek başına olan, Rabbine içtenlikle
yönelen bir insanın sahnesi ön plana çıkıyor.
Ölene kadar Müslüman kalması, vefat ettikten sonra ise
katındaki salih kulların arasına alması için
O'na yalvarıyor. Lütfuna ve ihsanına
sığınıyor.
Hz. Süleyman'da gözünü
açıp kapayıncaya kadar kısa bir zamanda Sebe kraliçesinin
tahtını yanında gördüğünde bu edebi takınmıştı:
"Kutsal kitap
kaynaklı bilgisi olan biri ise `Gözünü kapamadan o tahtı
sana getireyim' dedi. Süleyman tahtı önünde yere konmuş
görünce, `Bu şükür mü edeceğim yoksa, nankörce mi
davranacağım diye beni sınavdan geçirmek isteyen
Rabbimin bana yönelik bir lütfudur. Kim şükrederse kendisi
için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki,
yüce Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur ve
bağışı karşılıksızdır'
dedi." (Neml 40)
Bütün hayatı boyunca
Hz. Muhammed'in tutumu da bu sebep çerçevesinde idi. Rabbinin
kendisi için bir alamet kıldığı zafer ve fetih
konumundaki durumu bu idi. Bineğinin üzerinde Rabbine başı
eğmiş ve bu şekilde Mekke'ye girmişti. Kendisine
eziyet eden, kendisini sürgün eden, kendisi ile savaşan
davanın önünde bu kadar inatçı bir tutumla dikilen
Mekke'ye... Allah'ın zaferi ve fetih kendisine nasip olunca,
Peygamber zaferin sevincini unutmuş, şükreden bir kulun
tutumu ile başını eğmiş, Rabbinin kendisine
aşıladığı şekilde hamd etmiş,
O'nu tesbih etmiş ve günahlarının
bağışlanmasını dilemiştir.
Rivayetlerde belirtildiği gibi tesbihini, hamdını ve
istiğfarını artırmıştı.
Kendisinden sonra ashabına bıraktığı sünneti
de buydu. Allah onların hepsinden razı olsun.
İşte bu
şekilde insanlık Allah'a iman ile yükselmiştir. Bu
şekilde parlamış, arınmış ve
kanatlanmıştır. Ve bu şekilde büyüklüğe,
kuvvete ve özgürlüğe kavuşmuştur.
|