O

Müzzemmil

O

   

10- Müşriklerin senin için dediklerine sabret, yanlarından nazik bir şekilde ayrıl.

11- Ayetlerimi yalanlayan o zenginlerin işini bana bırak, onlara biraz süre tanı.

12- Çünkü bizim yanımızda ağır zincirler ile cehennem vardır.

13- İnsan boğazından geçmez yiyecekler ile acıklı azap vardır.

14 O gün yer ve dağlar şiddetle sarsılır, dağlar gevşek kum yığınlarına dönüşür.

15- Ey insanlar, biz nasıl Firavuna bir peygamber gönderdiysek size de davranışlarınızı yakından gözleyecek bir peygamber gönderdik.

16- Firavun, gönderdiğimiz peygambere karşı geldi de kendisini sert bir şekilde yakalayıverdik.

17- Eğer kafir olursanız, çocukların saçlarını anında ağartan o günün dehşetinden paçayı nasıl kurtaracaksınız?

18- O günün dehşetinden gökler parçalanacaktır. Allah'ın sözü kesinlikle yerine gelir.

Surenin başlangıç bölümünün Peygamberimize pèygamberlik görevi yerildiği ilk günlerde indiğini ileri süren birinci rivayetin doğru olması durumunda surenin bu bölümünün çağrı kampanyasının açığa vurulduğu, yalanlayıcıların ve dil uzatanların ortaya çıkarak Peygamberimize ve müminlere eziyet yönelttikleri sonraki yıllarda indiği kabul edilmelidir. Buna karşılık eğer ikinci rivayetin doğru olduğu varsayımından hareket edilirse surenin ilk yarısının bir bütün olarak müşriklerin Peygamberimize yönelik eziyetleri ve yürüttüğü çağrı kampanyası karşısındaki engellemeleri üzerine indiği düşünülmelidir.

Bu ihtimallerden hangisi doğru olursa olsun, gece ibadetine ve Allah'ı anmaya ilişkin direktifi izleyen bu ayetlerde Peygamberimizin sabretmeye yöneltildiği görülüyor. Çünkü gece ibadeti ve zikir ile sabır bu çağrı hareketinin uzun ve sıkıntılı yolu boyunca kalbi besleyecek olan iki önemli ve birbirinden ayrılmaz azık türüdürler. Bu iki azık türü, bu çağrının hem vicdanların kuytu köşelerine yönelik iç yolculuğu sırasında hem de çağrının düşmanlarına yönelik dış yolculuğu sırasında aynı oranda gereklidir. Çünkü her iki yolculuk da aynı derecede zor ve sıkıntılıdır. Bu yüzden Peygamberimize "Müşriklerin senin için söylediklerine sabret" direktifi veriliyor. Yani müşriklerin kin ve nefret güdüsü ile senin hakkında söyledikleri bütün çirkin sözleri sabırla karşıla. Bunun yanısıra;

"Yanlarından nazik bir şekilde ayrıl."

Yani onları paylama, onlara kızma, onlara küsme, onlara kırıcı karşılıklar verme. Bu direktif, bu çağrı hareketin Mekke dönemine -Özellikle bu dönemin ilk yıllarına- ilişkin yöntemini yansıtıyor. Bu yöntem sırf kalplere ve vicdanlara seslenmekten, soğukkanlı duyurma ve anlatma girişiminden ibaretti.

Kaba davranışları ve yalanlamaları nezaketle karşılayarak tartışma ortamından tatlılıkla ayrılmak Allah'ı anmanın yanısıra sabırlı olmayı gerektirir. Yüce Allah bütün peygamberlerine ve bu peygamberlere inanan "mümin" kullarına ısrarla sabırlı olmayı öğütlemiştir. Sabır bu davayı omuzlayacak kimselerin azığı, cephanesi, kalkanı, silahı, sığınağı ve korunağıdır. Sabır, cihaddır. Nefse karşı, nefsin arzu ve ihtiraslarına karşı, nefsin sapmalarına karşı, nefsin zaaflarına karşı, nefsin yalpalanmalarına karşı, nefsin aceleciliklerine ve umutsuzluklarına, onların yöntemlerine, önlemlerine, komplolarına, eziyetlerine ve baskılarına karşı cihaddır. Genel olarak bütün nefislere karşı cihaddır. Çünkü nefisler bu davanın yükümlülüklerinden kaytarmaya, sıyrılmaya çalışırlar; bu davanın özü ile bağdaşmayan, onunla çelişen çeşitli kılıklar arkasında saklanmaya girişirler. Dava adamının bütün tehlikeler karşısındaki tek azığı sabırdır. Allah'ı anmak ise hemen hemen her durumda sabrın ayrılmaz yoldaşıdır.

Senin için söylediklerine sabret, yanlarından nezaketle ayrıl ve o yalanlayıcılar ile aramızdan çekil, onların hakkından ben gelirim. Okuyalım: "Ayetlerimi yalanlayan o zenginlerin işini bana bırak, onlara biraz süre tanı." Evet, "Ayetlerimi yalanlayanların işini bana bırak". Düşünelim ki, bu sözü kahredici, karşı durulmaz ve sarsılmaz üstün gücün sahibi olan yüce Allah söylüyor. Yalanlayıcılar ise birtakım insanlar. Onları tehdit eden ise hiç yoktan varedicileri ve bu uçsuz-bucaksız evrenin tek bir "ol" komutu ile yaratıcısı olan yüce Allah'tır.

O yalanlayıcıları bana bırak. Dava benim davamdır. Sana düşen sadece onu duyurmaktır. Bırak yalanlasınlar, nezaketle ayrılıver yanlarından. Onlarla savaşmayı doğrudan doğruya ben üzerime alacağım. Sen onlar için kafanı yorma, müsterih ol.

Ne sarsıcı, akılları baştan alıcı, bel kırıcı, ağır bir darbe! Düşünelim ki, bir yanda ezici iradenin sahibi, öbür tarafta şu zavallı ve güçsüz varlıklar! Bunlar zengin, varlıklı kimselermiş. Yeryüzünün kendileri gibi olan yaratıkları karşısında istedikleri kadar zorbalık taslasınlar, yüce Allah karşısında bunun ne anlamı olabilir ki?! Devam ediyoruz:

"Onlara biraz süre tanı."

Onlara tanınacak süre dünyadaki hayatlarının tümünü kapsasa bile o ine "azıcık"tır. Dünya hayatı yüce Allah'ın hesabına göre bir gün, ya da bir günden bile azdır. Bu hayat noktalandığında onların kendi hesaplarında da bu kadarlık bir yeri olacaktır. Dahası, onlar bu hayatı kıyamet günü bir saat gibi göreceklerdir. Kısacası bu hayat, süresi ne kadar olursa olsun, "azıcık"tır. Onlar bu hayatı, ezici ve öc alıcı yüce Allah'ın pençesinden kurtulmuş olarak noktalasalar bile bunun bir anlamı yoktur. Çünkü O, az kullarına biraz mühlet tanır, ama arkasından sert biçimde yakalarına yapışır. Okuyalım:

"Çünkü bizim yanımızda ağır zincirler ile cehennem vardır. İnsan boğazından geçmez yiyecekler ile acıklı azap vardır."

Ağır zincirler, cehennem ateşi, gırtlaktan geçmez ve boğazı yırtan yiyecekler ve acı azap. Bunların tümü ellerindeki nimetin değerini bilmeyen, bu nimeti verene şükretmeyen "varlıklıların, zenginlerin" nankörlüklerine uygun düşen cezalardır. Ey Muhammed, sen onlara karşı sabırlı ol, kabalıklarına aldırış etme, bana bırak onları. Çünkü bizim elimiz altında ağır zincirler var, onlara vururuz bu zavallıları. işkence nasılmış, görürler o zaman. Cehennemimiz var bizim, atarız onları içine, sarar vücutlarını onun alevleri. Bizim öyle yiyeceklerimiz var ki, gırtlaklarım, boğazlarını yırtan tırmalayıcı çıkıntılara sarılmışlardır. Ayrıca o korkunç günde çarpılacakları acıklı azabımız var, kendilerini bekleyen.

Arkasından bu korkunç günün sahnesi canlandırılıyor. Okuyoruz:

"O gün yer ve dağlar şiddetle sarsılır, dağlar gevşek kum yığınlarına dönüşür." Burada insanları aşarak yeryüzünü, yeryüzünün çoğu alanlarını kapsamına alan bir dehşet tablosu ile yüzyüzeyiz. Bu dehşetle yeryüzünün çoğu alanları sarsılıyor, paniğe kapılıyor, parçalanıyor, çöküyor. Bu dehşetin korkunçluğu karşısında zavallı ve güçsüz insanların ne hale düşeceklerini varın, siz düşünün.

Bu korkunç sahneyi izleyen ayette varlıklı, zengin yalanlayıcıların bakışları başka bir tarafa çevriliyor. Kendilerine zorba Firavun hatırlatılıyor. Arkasından yüce Allah'ın, karşı gelinmez, ezici gücü ile bu zorbanın yakasına nasıl yapıştığına değiniliyor. Okuyoruz:

"Ey insanlar biz nasıl Firavuna bir peygamber gönderdiysek size de davranışlarınızı yakından gözleyecek bir peygamber gönderdik.

Firavun gönderdiğimiz peygambere karşı geldi de kendisini sert bir şekilde yakalayıverdik."

Burada Firavun hikayesine kısaca değiniliyor. Fakat bu kısa hatırlatma, Allah'ın ayetlerini yalanlayanların kalplerini çırıl-çıplak soyarak, tirtir titretecek niteliktedir. Çünkü sarsılan ve yıkılan yer ve dağ sahnesinin hemen arkasından geliyor.

Az önceki ahiretteki "yakalayış" idi, bu ise dünyadaki "yakalayış"tır. Peki, müşrikler bu korkunç dehşetten kendilerini nasıl kurtaracaklar, nasıl korunabilecekler? Okuyoruz:

"Eğer kafir olursanız, çocukların saçlarını anında ağartan o günün dehşetinden paçayı nasıl kurtaracaksınız?"

Daha önce yeri sarstığı, dağları yerlerinden oynattığı belirtilen kıyamet dehşeti burada gökleri parçalayan ve genç yaştaki çocukların saçlarını anında ağartan bir panik tablosunda sunuluyor. Başka bir deyimle hem cansız tabiatta hem de canlı insanlar üzerinde somut etkisini gösteren bir dehşetle yüzyüzeyiz. Kur'an bu dehşeti olmakta olan bir olay gibi bir canlılıkla okuyucuların gözleri önüne getiriliyor. Arkasından bu dehşeti daha da pekiştiren bir cümle ile karşılaşıyoruz:

"Allah'ın sözü kesinlikle yerine gelir."

Havada kalmaz, mutlaka gerçekleşir. O her istediğini yapar.. O'nun dilediği hemen oluverir.

Yüce Allah hem evrende ve hem de insanın kendisi üzerinde somutlaşan bu dehşetin önünde müşriklerin kalplerine dokunuyor, onları ders almaya, kurtuluş yolunu, yani O'nun yolunu seçmeye özendiriyor. Okuyalım:

 

 

O

 

O