direktifi
veriliyor. Yani müşriklerin kin ve nefret güdüsü ile
senin hakkında söyledikleri bütün çirkin sözleri sabırla
karşıla. Bunun yanısıra;
"Yanlarından nazik bir şekilde ayrıl."
Yani onları paylama, onlara kızma, onlara küsme,
onlara kırıcı karşılıklar verme. Bu
direktif, bu çağrı hareketin Mekke dönemine
-Özellikle bu dönemin ilk yıllarına- ilişkin yöntemini
yansıtıyor. Bu yöntem sırf kalplere ve vicdanlara
seslenmekten, soğukkanlı duyurma ve anlatma
girişiminden ibaretti.
Kaba davranışları ve yalanlamaları
nezaketle karşılayarak tartışma
ortamından tatlılıkla ayrılmak Allah'ı
anmanın yanısıra sabırlı olmayı
gerektirir. Yüce Allah bütün peygamberlerine ve bu
peygamberlere inanan "mümin" kullarına
ısrarla sabırlı olmayı öğütlemiştir.
Sabır bu davayı omuzlayacak kimselerin
azığı, cephanesi, kalkanı, silahı,
sığınağı ve korunağıdır.
Sabır, cihaddır. Nefse karşı, nefsin arzu ve
ihtiraslarına karşı, nefsin sapmalarına
karşı, nefsin zaaflarına karşı, nefsin
yalpalanmalarına karşı, nefsin aceleciliklerine ve
umutsuzluklarına, onların yöntemlerine, önlemlerine,
komplolarına, eziyetlerine ve baskılarına
karşı cihaddır. Genel olarak bütün nefislere karşı
cihaddır. Çünkü nefisler bu davanın yükümlülüklerinden
kaytarmaya, sıyrılmaya çalışırlar; bu
davanın özü ile bağdaşmayan, onunla çelişen
çeşitli kılıklar arkasında saklanmaya
girişirler. Dava adamının bütün tehlikeler karşısındaki
tek azığı sabırdır. Allah'ı anmak
ise hemen hemen her durumda sabrın ayrılmaz
yoldaşıdır.
Senin için söylediklerine sabret, yanlarından nezaketle
ayrıl ve o yalanlayıcılar ile aramızdan çekil,
onların hakkından ben gelirim. Okuyalım: "Ayetlerimi
yalanlayan o zenginlerin işini bana bırak, onlara biraz
süre tanı." Evet,
Düşünelim
ki, bu sözü kahredici, karşı durulmaz ve
sarsılmaz üstün gücün sahibi olan yüce Allah söylüyor.
Yalanlayıcılar ise birtakım insanlar. Onları
tehdit eden ise hiç yoktan varedicileri ve bu uçsuz-bucaksız
evrenin tek bir "ol" komutu ile
yaratıcısı olan yüce Allah'tır.
O yalanlayıcıları bana bırak. Dava benim
davamdır. Sana düşen sadece onu duyurmaktır.
Bırak yalanlasınlar, nezaketle ayrılıver
yanlarından. Onlarla savaşmayı doğrudan
doğruya ben üzerime alacağım. Sen onlar için
kafanı yorma, müsterih ol.
Ne sarsıcı, akılları baştan
alıcı, bel kırıcı, ağır bir
darbe! Düşünelim ki, bir yanda ezici iradenin sahibi,
öbür tarafta şu zavallı ve güçsüz varlıklar!
Bunlar zengin, varlıklı kimselermiş. Yeryüzünün
kendileri gibi olan yaratıkları
karşısında istedikleri kadar zorbalık
taslasınlar, yüce Allah karşısında bunun ne
anlamı olabilir ki?! Devam ediyoruz:
"Onlara biraz süre tanı."
Onlara tanınacak süre dünyadaki hayatlarının tümünü
kapsasa bile o ine "azıcık"tır. Dünya
hayatı yüce Allah'ın hesabına göre bir gün, ya
da bir günden bile azdır. Bu hayat
noktalandığında onların kendi
hesaplarında da bu kadarlık bir yeri olacaktır.
Dahası, onlar bu hayatı kıyamet günü bir saat
gibi göreceklerdir. Kısacası bu hayat, süresi ne kadar
olursa olsun, "azıcık"tır. Onlar bu
hayatı, ezici ve öc alıcı yüce Allah'ın pençesinden
kurtulmuş olarak noktalasalar bile bunun bir anlamı
yoktur. Çünkü O, az kullarına biraz mühlet tanır,
ama arkasından sert biçimde yakalarına
yapışır. Okuyalım:
"Çünkü bizim yanımızda ağır
zincirler ile cehennem vardır. İnsan
boğazından geçmez yiyecekler ile acıklı azap
vardır."
Ağır zincirler, cehennem ateşi, gırtlaktan
geçmez ve boğazı yırtan yiyecekler ve acı
azap. Bunların tümü ellerindeki nimetin değerini
bilmeyen, bu nimeti verene şükretmeyen "varlıklıların,
zenginlerin" nankörlüklerine uygun düşen
cezalardır. Ey Muhammed, sen onlara karşı
sabırlı ol, kabalıklarına
aldırış etme, bana bırak onları. Çünkü
bizim elimiz altında ağır zincirler var, onlara
vururuz bu zavallıları. işkence
nasılmış, görürler o zaman. Cehennemimiz var
bizim, atarız onları içine, sarar vücutlarını
onun alevleri. Bizim öyle yiyeceklerimiz var ki, gırtlaklarım,
boğazlarını yırtan tırmalayıcı
çıkıntılara sarılmışlardır.
Ayrıca o korkunç günde çarpılacakları
acıklı azabımız var, kendilerini bekleyen.
Arkasından bu korkunç günün sahnesi canlandırılıyor.
Okuyoruz:
"O gün yer ve dağlar şiddetle
sarsılır, dağlar gevşek kum
yığınlarına dönüşür." Burada
insanları aşarak yeryüzünü, yeryüzünün çoğu
alanlarını kapsamına alan bir dehşet tablosu
ile yüzyüzeyiz. Bu dehşetle yeryüzünün çoğu
alanları sarsılıyor, paniğe
kapılıyor, parçalanıyor, çöküyor. Bu dehşetin
korkunçluğu karşısında zavallı ve güçsüz
insanların ne hale düşeceklerini varın, siz düşünün.
Bu korkunç sahneyi izleyen ayette varlıklı, zengin
yalanlayıcıların bakışları
başka bir tarafa çevriliyor. Kendilerine zorba Firavun hatırlatılıyor.
Arkasından yüce Allah'ın, karşı gelinmez,
ezici gücü ile bu zorbanın yakasına nasıl
yapıştığına değiniliyor. Okuyoruz:
"Ey insanlar biz nasıl Firavuna bir peygamber gönderdiysek
size de davranışlarınızı yakından gözleyecek
bir peygamber gönderdik.
Firavun gönderdiğimiz peygambere karşı geldi de
kendisini sert bir şekilde yakalayıverdik."
Burada Firavun hikayesine kısaca değiniliyor. Fakat
bu kısa hatırlatma, Allah'ın ayetlerini
yalanlayanların kalplerini çırıl-çıplak
soyarak, tirtir titretecek niteliktedir. Çünkü sarsılan ve
yıkılan yer ve dağ sahnesinin hemen arkasından
geliyor.
Az önceki ahiretteki "yakalayış" idi, bu
ise dünyadaki "yakalayış"tır. Peki, müşrikler
bu korkunç dehşetten kendilerini nasıl kurtaracaklar,
nasıl korunabilecekler? Okuyoruz:
"Eğer kafir olursanız, çocukların saçlarını
anında ağartan o günün dehşetinden paçayı
nasıl kurtaracaksınız?"
Daha önce yeri sarstığı, dağları
yerlerinden oynattığı belirtilen kıyamet
dehşeti burada gökleri parçalayan ve genç yaştaki
çocukların saçlarını anında ağartan bir
panik tablosunda sunuluyor. Başka bir deyimle hem cansız
tabiatta hem de canlı insanlar üzerinde somut etkisini
gösteren bir dehşetle yüzyüzeyiz. Kur'an bu dehşeti
olmakta olan bir olay gibi bir canlılıkla
okuyucuların gözleri önüne getiriliyor. Arkasından bu
dehşeti daha da pekiştiren bir cümle ile karşılaşıyoruz:
"Allah'ın sözü kesinlikle yerine gelir."
Havada kalmaz, mutlaka gerçekleşir. O her istediğini
yapar.. O'nun dilediği hemen oluverir.
Yüce Allah hem evrende ve hem de insanın kendisi
üzerinde somutlaşan bu dehşetin önünde müşriklerin
kalplerine dokunuyor, onları ders almaya, kurtuluş
yolunu, yani O'nun yolunu seçmeye özendiriyor. Okuyalım: