1- Ölçü ve tartıda
hile yapanların vay haline.
2- Onlar insanlardan bir
şey ölçüp
aldıkları zaman eksiksiz Alırlar.
3- Kendileri onlara
birşey ölçtükleri veya tarttıkları zaman (ölçü
ve tartıyı) eksik verirler.
4- Onlar, tekrar
dirileceklerini sanmıyorlar mı?
5- Büyük bir gün
6- İnsanların
alemlerin Rabbinin huzurunda durdukları gün.
Sure yüce Allah'ın
ölçüde ve tartıda hainlik yapanlara karşı
savaş ilan etmesi ile başlıyor: "Ölçüde
ve tartıda hile yapanların vay haline." Ayet-i
kerime de geçen veyl kavramı yıkım, helak demektir.
Bu amacın olmuş bitmiş bir olayın dile
getirilmesi veya bir beddua olması arasında fark yoktur.
Her iki halde de durum Aynıdır. Çünkü Allah'ın
istemesi, duası kesin hüküm demektir. Ardından gelen
iki ayet mutaffifin kavramının anlamın. açıklamaktadır.
Bunlar "İnsanlardan birşey ölçüp aldıkları
zaman ölçüyü tam yaparlar. kendileri onlara birşey
ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik
yaparlar." Yani kendileri Alıcı oldukları
zaman alacakları şeyi tam Alırlar. Satıcı
olduklarında ise mallarını insanlara eksik verirler.
Ardından gelen
üçüncü ayet mutaffifin diye hitab edilen bu insanların
yaptıkları işe Hayret etmektedir. Çünkü bunlar,
dünya hayatında kazandıklarından hiç hesaba
çekilmeyeceklermiş gibi davranıyorlar. Allah'ın
huzurunda sanki hiç kimse toplanmayacak orada alemlerin önünde
hesaba çekilme ve ona göre karşılık alma gerçekleşmeyecekmiş
gibi hareket etmektedirler. "Onlar
tekrar dirileceklerini sanmıyorlar mı? Büyük bir gün.
İnsanların alemlerin Rabbinin huzurunda durdukları
gün."
Mekke'de inen bir surede
mutaffifin denilen bu kesimin tutumuna değinilmesi dikkat
çekmektedir. Çünkü Mekki sureler genel olarak inancın köklü
temellerine yönelmekte ve Allah'ın birliğini,
iradesinin özgürlüğünü, evrene ve insana hakimiyetini
vahiy ve peygamberlik gerçeğini, ahiret, hesaba çekilme ve
yaptıklarının
karşılığını görme gerçeğini
yerleştirmeye çalışırlar. Bunun yanında
genel ve ana hatları ile ahlak duygusunun
oluşturulması ve bu duygunun inanç sisteminin
ilkelerine bağlanmasına özen gösterirler. Ölçüde ve
tartıda hainlik yapma gibi somut ahlaki sorunlara ve -genel
anlamıyla- sosyal ilişkilerin belirlenmesine
değinmek ise Medine'de inen ayetler tarafından gerçekleştirilmiştir.
Bu ilkeler Medine'de islam devletinin gölgesinde hayatın tümünü
kuşatan islam sistemine uygun biçimde, sosyal hayatın düzenlenmesi
sırasında ortaya konulmuştur.
Bu nedenle bu olayın,
mekki surede doğrudan ele Alınışı
haklı olarak dikkatleri çekmektedir. Bu istisnai olay, kısacık
ayetlerin ardında gizli olan, değişik birkaç
olguya da işaret etmektedir.
Bu herşeyden önce
gösteriyor ki islam Mekke ortamında hemen hemen bir
tekelleşmeyi andıracak denli büyük bir ticaret ağını
yönlendiren seçkin insanların işlediği bu
hainliği apaçık bir şekilde ortaya koymuş ve
onun karşısında yer almıştı. Bu
sosyetik tüccarların ellerinde büyük servetler ve yığınlarca
mal dolaşıyordu. Yemen'e ve Şam'a yapılan
kış ve yaz yolculuklarında kervanlar ile ticaret
yapıyor ve büyük kazanç elde ediyorlardı. Hac
mevsiminde açılan Ukaz panayırı gibi. Mevsimlik
panayırlarda işletiyorlardı. Bu panayırlarda büyük
ticaretlerin yanında şiir yarışmaları da
yapılıyordu.
Buradaki Kur'an
ayetlerinin kastettiği insanlar yüce Allah'ın
yıkımla tehdit ettiği ve kendilerine bu
savaşı ilan ettiği hainler, düzenbazlar, nüfuz
sahibi olan ve insanları diledikleri şekilde yönlendirme
gücüne sahip olan toplumun seçkin tabakasının
mensupları idi. Bunlar insanlardan herhangi birşey
satın Alırken tam ve eksiksiz alıyorlar. Sanki
herhangi bir sebeple insanlar üzerinde bir otoriteleri varmış
gibi. İstedikleri her şeyi zorla alıyorlardı,
ölçüyü ve tartıyı tam tutuyorlardı. Tabi ki
burada üzerinde durulan onların kendi haklarını
tam almaları değildir. Çünkü burda kendilerine harb
açılmayı gerektiren bir sebep yoktur. Burada
anlatılmak istenen, onların zorla haklarından
fazlasını aldıkları ve kuvvet kullanarak
istediklerini ele geçirdikleri dile getiriliyor. İnsanlara
bir şeyi ölçerken veya tartarken haklarını eksik
vermeksizin güçlerini kullanıyorlardı. Halbuki
insanlar onlara karşı haklarım alma ve adaletin
ölçülerinden yararlanma imkanına sahip değillerdir.
Bu adaletsizlik ve dengesizliğin liderlik otoritesi ve kabile
ününden kaynaklanması ile servetin gücünden kaynaklanması
arasında fark yoktur. Çünkü her iki halde de insanlar bu
mallara muhtaç olmaları sebebiyle, onların tekeller
kurarak oluşturdukları zulme boyun eğmek zorunda
kalmışlardır. Bu uygulama bugüne kadar kaldırılabilmiş
değildir. Demek ki o ortamda çok açık bir hainlik ve düzenbazlık
vardı ki bu erken uyarının
yapılmasını zorunlu kıldı.
Mekke ortamındaki bu
erken uyarı islam dininin karakterini, sistemini ve
yaşanan hayat ile sosyal olayları düzenleyen
karakterini de ortaya koymaktadır. ilahi olan bu sistemin
yapısında sosyal ilişkiler ve hayatın
realiteleri köklü, engin ahlaki temeller üzerinde kurulur. Bu
nedenle islam sosyal hayatın dizginini ele geçirerek kendi
görüşüne uygun bir sistemi yerleştirmeye
başlamadan önce bile bu apaçık zulme ve
ilişkilerdeki bu ahlaki sapıklığa
karşı rahatsızlığını açıkça
ortaya koymuştur. Hain ve düzenbaz olan bu gruba karşı
ciddi yankılar uyandıran savaş ve tehdit çağrısını
yapmıştır. Bunlar o gün Mekke'nin efendileri idi.
Otorite sahipleri idi. Putperest inanç sistemi yolu ile insanların
ruhları ve duyguları üzerinde hakimiyet kurdukları
gibi onların ekonomik ve ticari hayatları üzerinde de
bir hegemonya kurmuşlardı. İslam aldatmaya
karşı ve insanların hayatına egemen
kılman çirkin uygulamalara karşı sesini yükseltti.
Malın ve rızkın tüccarlığını
yapan faizci ve tekelci büyükler tarafından sömürülen
halk kitlelerinin yanında yer aldı. Bütün bu imkanları
ile birlikte halkları Aynı zamanda sözde dini
kuruntularla kendilerine boyun eğdirmeye çalışanların
karşısında yer aldı. islam kendi özünden ve
ilahi olan sisteminden kaynaklanan bu haykırışı
ile sömürülen kitleler için bir uyarıcı oldu. Onlar
için hiçbir zaman uyuşturan bir afyon olmadı. Mekke'de
her türlü malı, mevkiyi ve sözde dini otoriteyi ellerine
geçirerek topluma egemen olan bu zorba ve azgın
insanların baskısı ve kuşatması
altında iken dahi bu karakteri değişmedi.
İşte buradan,
Kureyş seçkinlerinin islam çağrısı
karşısında neden bu kadar inatçı ve katı
bir şekilde durduklarının gerçek sebeplerinden bir
kısmını anlıyoruz. Onlar hiç şüphesiz
Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- çağırdığı
bu yeni dinin, gönüllerde gizli kalan yalın bir inançtan
ibaret olmadığını çok iyi kavrıyorlardı.
Onlar anlıyorlardı ki, Hz. Muhammed "Allah'tan
başka ilah yoktur ve Muhammed Allah'ın elçisidir,
peygamberidir" şeklinde ifade edilen kelime-i tevhid ile
putsuz ve heykelsiz bir biçimde Allah'a namaz kılmakla
yetinmeyecekti. Asla. iş bununla bitmiyordu. Onlar bu inanç
sisteminin cahiliyenin tüm ilkelerini ezip geçen bir sistem olduğunu
anlıyorlardı. Çünkü kendilerinin bütün çıkarları
bütün makamları bütün sistemleri bu cahiliyeye dayanıyordu.
Onlar islamın öngördüğü sistemin karakteri gereği
çifte standardı kabul etmediğini, gökyüzü menşeli
ilkelerinden kaynaklanmayan dünya ilkeleri ile uyuşmadığını
ve cahiliyenin üzerinde kurulduğu tüm değersiz yeryüzü
ilkelerini tehdit ettiğini fark ediyorlardı.
İşte bu nedenle ona karşı amansız bir
saldırıya ve savaşlara girişmişlerdi. Ne
hicretten önce ne de sonra O'na karşı
takındıkları tavırlardan vazgeçmiyorlardı.
Onlar bu savaşla sırf inançlarını ve düşüncelerini
savunmuyorlardı. İslam sisteminin
karşısında bütünü ile kendi sistemlerini
savunuyorlardı.
İslami sistemin
hayata egemen kılınmasına karşı
savaşan herkes hangi kuşakta ve hangi toprak üzerinde
olursa olsun bu gerçeğin farkındadır. Hem de çok
açık bir biçimde... Onlar çürük sistemlerini, gasb
ilkesine dayanan çıkarlarını ve güçsüz yapılarını...
Sapık olan yaşayışlarını çok iyi
bilirler. İşte değerli ve köklü islam sisteminin
tehdit ettiği, haksız temellere dayanan bu
yapılardı!
Hangi şekilde ve
nasıl olursa olsun mal konusunda veya diğer hak ve görevlerde
hainlik yapanlar -herkesten daha çok sadece bu hainler-
İşte bu hainler herkesten daha çok bu tertemiz adil
düzenin hakim kılınmasından korkmaktadırlar!
Çünkü bu düzen yağcılığı, düzenbazlığı
ve uzlaşmayı kabul etmez! Çünkü bu düzen yağcılığı,
düzenbazlığı ve uzlaşmayı kabul etmez!
Evs ve Hazreç kabilelerinin seçkin temsilcileri hicretten önce
gerçekleşen ikinci akabe beyatında Hz. Peygamberle
biatlaşırken bu gerçeği
anlamışlardı. ibni İshak der ki: Asım
ibni Ömer ibni Katade bana şu haberi aktardı: Bunlar
Hz. Peygamber ile ahitleşmek için toplandıklarında
beni Salim ibni Avfın kardeşi olan Abbas ibni Ubade
İbni Nadle Ensari şöyle dedi: Ey Hazrecliler! Bu adanıla
neyin üzerinde beyatlaştığımızı
biliyor musunuz? Evet dediler. Abbas siz insanların siyah
derilisine kızıl derilisine karşı
savaşmak üzere onunla beyatlaşıyoruz. Eğer
siz mallarınızın ellerinizden çıktığını
ve büyüklerinizin öldürülmeye başlandığını
gördüğünüzde onu düşmanlarına teslim
edecekseniz, şimdiden teslim edin! Allah'a yemin ederim ki böyle
birşey yapmanız hem dünya hem de ahirette hüsrana uğramanızdır.
Yok eğer siz mallarınızın yitirilmesi ve büyüklerinizin
öldürülmelerine rağmen onun sizi kendisine çağırdığı
ilkelere bağlı kalacaksınız o zaman böyle bir
yükümlülük altına girin. Allah'a yemin ederim ki bu hem dünyanın
hem de ahiretin en hayırlı işidir. Onlar dediler ki;
biz mallarımızı yitirsek de büyüklerimizi
öldürüldüğünü görsek te O'na bağlı
kalacağız ve Hz. Peygamber'e "Eğer biz sözümüzde
durursak bize ne vardır ey Allah'ın elçisi?" diye
sordular. Peygamber "Cennet" buyurdu. Onlar elini uzat
dediler. Peygamberde elini uzattı ve onlar kendisine biat
ettiler.
Bunlarda, daha önce
Kureyş'in ileri gelenlerinin bu dinin karakterini
anladıkları gibi onun yapısını
anlamışlardı. Bu dinin adalet ve insaf
noktasında keskin bir kılıç gibi olduğunu ve
insanların hayatını bu ilke üzerine kurduğunu
anlamışlardı. Bu nedenle İslam hiçbir zorbanın
azgınlığını, hiçbir asinin isyanım
ve hiçbir büyüklük taslayanın böbürlenmesini kabul
etmez. insanların birbirlerini aldatmalarını,
birbirlerini horlamalarını,
aşağılamalarını ve sömürmelerini kabul
edemez. İşte bu nedenle her azgın, isyankâr,
büyüklük taslayan ve sömürücü olan ona karşı
savaş açıyor, O'nun mesajına ve davetçilerine karşı
fırsat kolluyor. "Onlar tekrar dirileceklerini
sanmıyorlar mı? Büyük bir gün. İnsanların
Rabbinin huzurunda durdukları gün: '
Onların
işlerine akıl erdirmek gerçekten güçtür. O büyük
diriliş gününü, insanların yalnız olarak
alemlerin Rabbinin huzuruna çıkacağı günü, akıldan
geçirmek bile dehşet verici bir olaydır. O gün
insanların Allah'tan başka dostları yoktur.
Herkesin tek umudu Allah'ın kendileri hakkında iyi hüküm
vermesidir. Çünkü herkes orada ondan başka dostu ve
yardımcısı olmadığını
bilmektedir. İnsanların sırf o günde
dirileceklerini zannetmeleri bile onları hainlik yapmaktan,
haksız yollarla insanların mallarını yemekten,
güç ve otoriteyi insanlara zulmetme ve sosyal ilişkilerde
onların hakkını gasbetme aracı olarak
kullanmaktan alıkoymaya yeter. Fakat onlar dirileceklerine
inanmadıkları gibi hainlik ve hileye dalıp
gidiyorlar! Bu Hayret edilecek bir iştir.
Bu grup, birinci bölümde
hainler düzenbazlar diye adlandırılmıştı.
İkinci bölümde ise bunlara kötüler adı
verilmektedir. Onlar kötülerin topluluğuna dahil
etmektedir. Allah katındaki değerlerinden, hayattaki
hallerinden ve hesaplaşmak için gerçekleşecek olan
diriliş gününde onları bekleyen akıbetten
bahsetmektedir.