35- Bugün onların konuşamayacakları bir gündür.
36- Özür dilemelerine de izin verilmez.
37- O gün inkarcıların vay haline!
Buradaki korkunç suskunluk, ürkütücü siniklik ve
ürpertici çekingenlik, duyulan dehşeti yansıtır.
Bu dehşetin arasına ne bir söz, ne de özür dileme
girebiliyor. Çünkü artık tartışma ve özür
dileme zamanı geride kalmıştır. "O gün
inkârcıların vay haline!"
Kıyamet gününe ilişkin başka sahnelerde günahkarların
hayıflanmaları, pişmanlıkları, yeminleri
ve özür dilemeleri dile getirilir. O gün uzun bir gündür.
Abdullah b. Abbas'ın dediğine göre içinde bu da olur,
onlar da olur. Burada bu korkunç suskunluk karesinin dondurulması,
duruma ve ayetlerin çağrışımına uygun düşmesi
yüzündendir. ,
38- Bugün sizi ve sizden öncekileri biraraya getirdiğimiz
bir hüküm günüdür.
39- Eğer bana karşı oynayacağınız
bir oyununuz varsa haydi, oynayın bakalım.
40- O gün inkarcıların vay haline!
Bugün özür dileme günü değil, hüküm verme
günüdür. Sizleri, sizden öncekilerle birlikte biraraya
getirdik. Alabildiğiniz bir önlem varsa Alınız.
Yapabileceğiniz bir şey varsa yapınız.
Hayır. Ne alabilecekleri bir önlemleri ve ne de yapabilecek
bir şeyleri vardır. Uğradıkları sert
paylama karşısında çekingen suskunluktan başka
yapacak bir şey bulamıyorlar. "O gün inkarcıların
vay haline!"
İNANANLARIN MUTLU SONU
41- Kötülüklerden sakınanlara gelince anlar ağaç
gölgeleri altında ve pınar
başlarındadırlar.
42- Canlarının çektiği meyvalarla
başbaşadırlar.
43- "Yapmış olduğunuz iyiliklerin
karşılığı olarak şimdi afiyetle
yiyiniz ve içiniz."
44- Biz iyilik yapanları, İşte böyle
ödüllendiriniz.
45- O gün inkarcıların vay haline!
Evet, kötülüklerden sakınanlar cennet ağaçlarının
gölgeleri altındadırlar. Bu defa gölgeler gerçek
gölgelerdir. Cehennem dumanından yükselen üç çatallı,
serinlik vermez, ateşten korumaz, sözde gölgeler değillerdir.
Ayrıca onlar pınar başlarındadırlar.
Yakıcı susuzluk uyandıran, boğucu cehennem
dumanları arasında déğillerdir. Bunların
yanısıra onlar "Canlarının çektiği
meyvalarla başbaşadırlar." .Onlar bu somut
nimetlerin ötesinde kalabalıkların gözleri ve kulakları
önünde şu yüce onurlandırıcı sözlere de
muhatap olacaklardır:
"Yapmış olduğunuz iyiliklerin
karşılığı olarak şimdi afiyetle
yiyiniz, içiniz. Biz iyilik yapanları, İşte, böyle
ödüllendiririz."
Aman Allah'ım! Yüceler yücesi Allah'tan gelen ne büyük
lütuf ve ne büyük onurlandırma! Sonra: "O gün
inkârcıların vay haline!"
Bu tehdit, az önceki nimetlerin ve onurlandırıcı
ağırlamanın tam karşıtıdır.
Şimdi de daha önceki ayetlerde defteri dürülüp arkada bırakılan
dünya hızlı bir çekimle gözlerimizin önüne
getiriliyor. Bir de bakıyoruz ki, tekrar yeryüzündeyiz ve
günahkârlar azar ve paylama yağmuruna
tutulmuşlardır.
46- Şimdi yiyiniz, azıcık safa sürünüz,
sizler suçlusunuz.
47- O gün inkarcıların vay
haline!
Böylece ardışık iki kesitte sunulan iki sahnede
dünya ile ahiretin bütünleştikleri görülüyor. Aralarındaki
korkunç zaman uçurumuna rağmen sanki her ikisi de aynı
anda varlık sahnesinde beliriyor. Az önce kötülüklerden
sakınanlara ahirette seslenilirken şimdi dünyada
günahkârlara sesleniliyor. Sanki bu zavallılara şöyle
denmek isteniyor; "Bu iki durum arasındaki farkı
kendi gözlerinizle görünüz. O dünyanın nimetlerinden
mahrum kalma, orada uzun süreli azaba çarpılma
karşılığında şu dünyada azıcık
yiyiniz, keyfinizce yaşayınız bakalım:' Sonra?:
"O gün inkarcıların vay haline!"
Sonra bu zavallıların
şaşırtıcı tutumlarından sözediliyor.
Adamlar doğru yola çağrıldıkları halde
bu çağrıya uymuyorlar.
48- Onlara "rükûa varın" dendiğinde rüküa
varmazlar.
49- O gün inkârcıların vay haline!
Bunca ayrıntılı yol göstermelere, bunca
ısrarlı uyarılara rağmen
takındıkları tutum budur İşte. O halde;
50- Onlar Kur'an'a inanmadıktan sonra hangi söze
inanacaklar?
Yalçın kayaları sarsan, sıra dağları
depreme tutulmuş gibi sallayan bu söze, bu Kur'an'a
inanmayan kimse artık hiç bir söze inanmaz. Bu zavallının
akıbeti artık bedbahtlık, mutsuzluk ve acı
sondur. Bu bedbaht kötüyü ne fena bir akibet bekliyor!
Bu sure özü ile, ifade yapısı ile müzikal ahengi
ile, çarpıcı sahneleri ile, yüksek ateşi ile
doğrudan doğruya bir saldırıdır. Bu
saldırıya ne kalp dayanabilir ve ne de insan
varlığı karşı durabilir.
Kur'an'ı indiren ve ona bu yüksek etkileme gücünü bağışlayan
Allah ne kadar yücedir!