Bu kesitle ele Alınan konu "Kıyamet günü"
meselesidir. Müşriklerin gerçekleşeceğini bir türlü
akıllarına sığdıramadıkları ve
Kur'an'ın, birçok ayetinde gerçekleşeceğini
değişik anlatma yöntemleri ile vurgulayarak kafalarına
işlemeye çalıştığı kıyamet günü
meselesi ile yüzyüzeyiz. Kur'an'ın bu olguyu müşriklerin
akıllarına yerleştirmek, onun gerçekliğini
kalplerine işlemek için gösterdiği yoğun çaba
gerekli, hatta kaçınılmaz bir çabadır. Çünkü
müşriklerin vicdanlarında temel ilkelere dayalı
bir inanç yapısı kurabilmek için, bunun yanısıra
hayatlarının değer yargılarının
ölçülerini bütünü ile düzeltebilmek için bu olgunun
gerçek olduğuna inandırılmaları ön şart
idi. Ahiret gününe inanmak gök kaynaklı bu inanç
sisteminin temel taşı olduğu gibi, insana
yaraşır hayat düşüncesinin de temel taşıdır.
Bu hayatla ilgili olan herşey sonunda varıp ona
dayanır. Hayatın her alanına egemen olan değer
ölçüleri de ancak bu inanç temeline dayandırılarak düzeltilebilir.
İşte bu yüzden bu inancı kalplere ve kafalara
yerleştirebilmek için bunca uzun ve yoğun çabaların
harcanması gerekmiştir.
Yüce Allah, surenin bu ilk ayetlerinde kıyamete
ilişkin vaadinin gerçekleşeceği yolunda yemin
ediyor. Yemin cümlelerini okurken ilk başta şunu fark
ediyoruz. Üzerine yemin edilen şeyler bilgi
alanımızda kapalı, evren ve insan hayatına
etkileri yansıyan gizemli güçlerdir.
Eski tefsir bilginleri bu "gizemli güçler"in ne
olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürüyorlar.
Kimi bu yemin cümlelerinde sözü edilen güçlerin kesinlikle
"rüzgarlar", kimi "melekler" olduklarını
ileri sürerken kimileri bu cümlelerin bir kısmında
meleklerin ve geriye kalanlarında da rüzgarların
kastedildiğini söylüyor. Bu görüş
farklılıkları, bu sözcüklerin anlamlarının
belirsiz olduğunu kanıtlar. Aslında sadece yüce
Allah'ın bildiği bir gayb meselesi (yani kıyamet günü)
hakkında yemin edilirken belirsiz şeyler üzerine yemin
edilmesi son derece tutarlı ve uyum gözetici bir yöntemdir.
Bu yemin cümleleri ile demek isteniyor ki, bu gaybe ilişkin
olgular nasıl aslında birer realite ise ve insan
hayatını etkiliyorlarsa kıyamet günü de öyledir,
o da bir gün gerçekleşecek olan bir realitedir. Evet;
"Dalga dalga salınanlara."
Ayette geçen "salınanlar, gönderilenler"
sahabilerden Ebu Hureyre'ye göre "melekler" demektir.
Mesruk'un, Ebu Duha'nın ve Mücahid'in görüşlerinden
birine göre ve Sudey'in, Rebi b. Enes'in, Ebu Salih'in tek olan
görüşlerine göre aynı yorum geçerlidir. O zaman bu
yemin cümlesi "savaş atları gibi akın
akın ve ardarda birlikler halinde gönderilen ardışık
melek gruplarına andolsun" anlamına gelir.
Abdullah b. Mesud'a göre ise bu "gönderilenler"den
maksat "rüzgarlar''dır. Buna göre yemin cümlesinin
anlamı "savaş atları gibi akın akın
ve ardarda dalgalar halinde harekete geçirilen rüzgar bulutlarına
yemin ederim" olur. Abdullah b. Mesud, "Kasırga
gibi esip savuranlara" ve "Her yana
dağıtanlara" ayetlerinde rüzgarların
kastedildiğini öne sürüyor. Bir rivayete göre onun bu
görüşü Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade ve Ebu Salih
tarafından da paylaşılmaktadır.
İbn-i Cerir de ilk ayetteki "Mürselât" sözcüğünün
"Melekler" mi, yoksa "rüzgarlar" mı
demek olduğu konusunda tereddüte düşerken, kesin hüküm
vermekten kaçınırken ikinci ayetteki "Asıfat"
sözcüğünün kesinlikle "rüzgarlar" anlamına
geldiğini belirtiyor. Üçüncü ayetteki "Naşizat"
sözcüğünün de "bulutların gökteki dağıtıcıları"
anlamında "rüzgarlar" demek olduğunu da
kuşkusuz bir dille ifade ediyor.
Abdullah b. Mesud'a göre dördüncü ve beşinci ayetlerde
kullanılan "farikat" ve "mulkiyat" sözcüklerinden
de melekler kasdediliyor. Bu görüşü Abdullah b. Abbas,
Mesruk, Mücahid, Katade, Rebi b. Enes, Suddey ve Sevri de tartışmasız
biçimde paylaşırlar. Bu ortak görüşe göre
sözkonusu melekler, yüce Allah'ın izni ile peygamberlere
inerek gerçeği eğriden ayırd ediyor ve bu elçilere
vahyin mesajını iletiyorlar. Bu mesaj hem
insanların hesaplaşma gününde ileri sürebilecekleri
bahaneleri peşinen çürütüyor, hem de onları
uyarıyor.
Bizim anladığımıza göre üzerinde yemin
edilen bu sözcüklerde amaç, insanları meçhul ile
korkutmaktır. Tıpkı "ed-dariyati derven"
ve "en-naziati nez'an" ayetlerinde olduğu
gibi.(Zariyat" ve "Naziat" surelerinin ilk ayetleri)
Bu sözcüklerin anlamları hakkında görüş
ayrılıkları ortada bir belirsizlik olduğunu
kanıtlar. Bu belirsizlik bu noktada temel bir niteliktir, bu
sözcüklerin duyurdukları üstü-kapalı mesaj burada
son derece bariz bir öğedir. Bu üstü-kapalı
anlatım, gerek sözcüklerini oluşturan seslerin
titreşimleri yolu ile, gerek vurgularının birbirini
izlemesi yolu ile ve gerekse uyandırdıkları
dolaysız çağrışımlar
aracılığı ile insanda duygusal bir
sarsıntı meydana getirir. İnsanın duygu dünyasında
meydana gelen bu sarsıntı, bu deprem surenin konusuna ve
doğrultusuna son derece uygun düşer. Çünkü surenin
bu girişi izleyen bütün kesitleri birer deprem, birer
sarsma eylemidir. Sanki birinin gırtlağından
tutulup sarsılmış da kendisi işlediği bir
günah hakkında ya da inkar ettiği bir açık ayet
hakkında sorguya çekilmiş ve arkasından "O
gün inkarcıların vay haline!" diye tehdit
edilmiştir.