Kendisine
iman ettikleri Rabblerinden gelen bir çağrıdır bu.
Kendilerini O'na bağlayan iman adıyla onlara
seslenmektedir. Konularının gerçeklerini kendilerine
göstermek, düşmanlarının ağlarından,
tuzaklarından sakındırmak ve omuzlarına yüklenen
görevi hatırlatmak için onlara çağrıda bulunuyor.
Bu sevgi dolu havada onların düşmanlarını
kendisinin de düşmanları, kendisinin düşmanlarını
onların da düşmanları olarak gösteriyor:"Ey
iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız
olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkar
etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz." Böylece
müminlerin kendisinden olduğunu ve O'na
dayandıklarını hissettiriyor. Kendisine düşmanlık
edenlerin onların da düşmanları olduğunu
bildiriyor. Müminlerin, bu yeryüzünde O'nun sancağını
taşıyan, O'na bağlı olan insanlar
olduklarını ifade ediyor. Müminler O'nun dostları
ve sevgili kullarıdır. Bu nedenle hem Allah'ın düşmanlarına
hem de kendi düşmanlarına dostluk ve sevgi beslemeleri
doğru olmaz deniyor.
Müminlere, kendilerinin, dinlerinin ve peygamberlerinin düşmanları
olan bu kimselerin işledikleri cinayetleri
hatırlatıyor. Onların tüm bunlara karşı
nasıl bir düşmanlık beslediklerini, zulüm ve haksızlık
yaptıklarını bildiriyor.
"Halbuki onlar Rabbiniz olan Allah'a
inandığınızdan dolayı, Peygamberi ve sizi
yurdunuzdan çıkarıyorlar."
Bu zalimce cinayetlerden öteye onlar dostluğa ve sevgiye
yol açabilecek ne bıraktılar ki? "Onlar hakkı,
gerçeği inkar ettiler. Peygamberi ve müminleri yurtlarından
çıkardılar. Rabbleri Allah'a inandıkları için.
Başka hiçbir şey için değil." Böylece
müminlerin kalplerinde inançlarıyla ilgili bulunan bu
hatıraları canlandırıyor. Bunlar müşriklerin
kendilerine karşı savaş açmalarının
başlıca nedenleridir. Müşrikler sırf bu
sebepten onlarla savaşıyorlardı. Başka hiçbir
sebep yoktu ortada. Burada ayrılığın, sürtüşmenin
ve savaşın asıl nedeni de açık bir
şekilde ortaya konuyor. Bu da inanç meselesidir. Başka
bir şey değil. İnkar ettikleri hakkın, gerçeğin
ve yurdundan çıkardıkları peygamberin meselesidir.
Uğrunda vatanlarını terkettikleri iman meselesidir.
Mesele bu şekilde köklü olarak ortaya konup ön plana çıkarıldıktan
sonra müminlere şu hatırlatmada bulunuluyor Eğer
siz Allah'ın rızasını elde etmek ve O'nun
yolunda savaşmak için yurtlarınızı
terketmişseniz artık sizinle müşrikler
arasında herhangi bir dostluğa yer
kalmamıştır. "Eğer siz benim yolumda
savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız,
onlara nasıl sevgi gösteriyorsunuz?"
Allah'ın rızasını elde etmek amacıyla
ve O'nun yolunda savaşmak için yurdundan hicret eden bir
insanın kalbinde, bu eylemle birlikte sırf Allah'a
inandığı için kendisini yurdundan çıkaran
hem Allah'ın hem de O'nun elçisinin düşmanı
bulunan kimselerin sevgisi bir arada bulunamaz!
Ardından kalplerinde gizledikleri duygulara
karşı onları yumuşak bir şekilde
uyarıyor. Hem kendilerinin hem de Allah'ın düşmanlarına
karşı gizlice besledikleri sevgiye karşı
onları sakındırıyor. Çünkü Allah kalplerin
gizli açık her eyleminden haberdardır. "Ben
sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da
bilirim." Ardından onları korkunç bir
şekilde tehdit ediyor. Bu tehdit inanmış kalplere
korku ve endişe salıyor: "Sizden kim bunu
yaparsa doğru yoldan sapmış olur." Hidayete
ve doğru yola ulaştıktan, amacına
vardıktan sonra doğru yoldan sapmak kadar hiçbir
şey müminleri korkutmaz ve onların kalplerini
ürpertemez!
Bu tehdit ve bu uyarı müminlere kendi düşmanlarının
gerçek yüzünü gösterme ve onların kendi içlerinde
mü'minlere karşı gizledikleri kötülük ve tuzakların
gösterilmesinin ortasında geliyor. Sonra düşmanların
diğer özelliklerine geçiliyor: "Onlar sizi ele
geçirirlerse, size düşman olurlar, size elleri, dillerini kötülükle
uzatırlar ve inkar etmenizi isterler."
Müslümanlara zarar verebilecek bir fırsat ellerine geçer
geçmez o fırsatı acımasız bir düşman
gibi rahatlıkla kullanırlar. Müminlere karşı
ellerinden geleni ardlarına koymazlar. Elleriyle ve
dilleriyle her tür aracı ve her yolu kullanarak zarar
vermeye, eziyet etmeye ve cezalandırmaya çalışırlar.
Bunların hepsinden daha acısı, daha kötüsü ve
daha korkuncu ise şudur:
İnanmış bir insan için, kafir olmak, dille veya
elle uğrayacağı her tür kötülükten ve her
eziyetten daha acıdır. Müminin bu değerli hazineyi,
iman hazinesini kaybedip küfre dönmesini isteyen herkes ona
eliyle ve diliyle işkence eden düşmandan daha kötü
bir düşmanlık yapmış olur.
Bir süre küfürde yaşadıktan sonra imanın güzelliğini,
tatlılığını ve zevkini tadan, bir süre
sapıklıkta bulunduktan sonra imanın nuru ile yolunu
aydınlatan, düşünceleri; duyguları ve hisleri ile
yolunun doğruluğu ve kalbinin huzuruyla
inanmış birinin hayatını yaşayan insan, küfre
dönmekten nefret eder, tiksinir. Tıpkı ateşe
atılmaktan ürperdiği gibi. Allah'ın düşmanı
inanmış adamı iman cennetine çıktıktan
sonra onu küfür cehennemine tekrar döndürmek isteyendir. Her
yönüyle onarılmış iman dünyasına girdikten
sonra onu, harap halde bulunan küfür boşluğuna tekrar
bırakmayı arzu edendir.
Bu nedenle Kur'an-ı Kerim inanmış
insanların kalplerini yavaş yavaş hem Allah'ın,
hem de kendilerinin düşmanlarına karşı bir
öfkeyle dolduruyor: "Onlar sizin kafir olmanızı
arzu ederler" sözünü söylediği sırada müminlerin
kalbindeki öfkeyi zirveye ulaştırıyor.
AKİDE BAĞI İLE SOY BAĞLARI
İşte çeşitli dokunuşlarıyla ve
temaslarıyla birinci bölüm burada sona eriyor. Hemen ardından
yeni bir dokunuşla başlayan ikinci bölüm geliyor.
Burada akrabalık duyguları ve köklü olan bağları
ele alınıyor. Bunlar kalplerde kök salan ve onları
sevgiye doğru çeken inanç ile farklı bir özelliğe
sahip olmasını gerektiren yükümlülükleri unutturan
bağlardır.