O |
Mü´minün
|
O |
|
68- Acaba onlar Kur'anı incelemediler mi? Yoksa onlara,
eski atalarına gelmemiş olan bir mesaj mı geldi?
69- Yoksa peygamberlerini tanıyamadılar da bu yüzden
mi ona karşı çıkıyorlar?
70- Yoksa onun deli olduğunu mu söylüyorlar. Hayır,
O onlara gerçeği getirdi ve onların çoğu gerçekten
hoşlanmıyorlar.
71- Eğer gerçek onların keyfi arzularına
uysaydı, göklerin, yerin ve gökler ile yerde bulunan canlı-cansız
tüm varlıkların düzeni ve dengesi bozulurdu. Aslında
onlara nam ve şan bağışladık. Fakat onlar
kendi nam ve şanlarına sırt dönüyorlar.
72- Yoksa sen onlardan ücret mi istiyorsun ki? Oysa Rabb'inin
sana vereceği ücret daha üstündür. O rızık
verenlerin en iyisidir.
73- Aslında sen onları doğru yola çağırıyorsun.
74- Ama ahirete inanmıyorlar doğru yolun
uzağına düşüyorlar.
Kuşkusuz Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun-
getirdiği hak içerikli mesajını düşünenler,
iyice inceleyenler ondan vazgeçmezler, ona sırt
çeviremezler. Çünkü onun getirdiklerinde bir güzellik, bir
bütünlük, bir ahenk ve bir çekicilik vardır.
Fıtratla uygunluk vardır. Vicdanı uyandıran,
harekete geçiren unsurlar vardır. Kalbin gıdası, düşüncenin
azığı, yönelişin görkemlisi ondadır.
Sistemin tutarlı ve dengelisi, yaşamının adil
ve sağlamı onun içinde yeralır. Hz. Muhammed'in
-salât ve selâm üzerine olsun- getirdiği din'de
fıtratın tüm unsurlarını harekete geçiren,
onları besleyen, ihtiyaçlarına cevap veren, özellikler
mevcuttur. Şu halde "Kur'anı incelemediler."
Ondan yüz çevirmelerinin sırrı budur demek ki.
Çünkü onlar bu dinin üzerinde düşünmüyorlar.
"Yoksa onlara, eski atalarına gelmemiş olan bir
mesaj mı geldi?" Bir peygamberin gelmesi ya da bu
peygamberin onlara tevhid gerçeğini anlatması, hem
onların hem de atalarının alışık
olmadıkları garip bir olay mı. İşte
peygamberliğin
tarihi, birçok
peygamberin ardarda geldiğini ve bu peygamberlerin
kavimlerine tek ve değişmez gerçeği
sunduklarını kanıtlamaktadır.
"Yoksa peygamberlerini tanıyamadılar da bu yüzden
mi ona karşı çıkıyorlar?" Bu mudur yüz
çevirmelerinin ve Allah'ın gönderdiği peygamberi
yalanlamalarının sebebi? Ama onlar peygamberlerini gerçekten
tanıyorlar? Kişiliğini, soyunu çok iyi biliyorlar.
Herkesten çok onun niteliklerini biliyorlar; doğruluğunu
güvenilirliğini biliyorlar. Bu yüzden henüz peygamberlikle
görevlendirilmemişken O'na güvenilir kişi
anlamında "el-emin" lâkabını
takmışlardı..
"Yoksa onun deli olduğunu mu söylüyorlar."
Gerçi aralarında kimi aptallar böyle diyorlardı.
Ama onlar hayatı boyunca en ufak bir
yanılgısına tanık olmadıkları bu
kişinin kusursuz bir akla sahip olduğundan şüphe
etmiyorlardı.
Bu kuşkularından herhangi birinin
dayanağının olması imkansızdı. Bu
tutumlarının tek nedeni büyük bir çoğunluğun
hak'tan hoşlanmamasıydı. Çünkü bu, hayatlarının
dayanağı olan batıl değerleri ortadan
kaldırıyor, övünüp durdukları ve vazgeçemedikleri
arzuları ile çatışıyordu.
"Hayır, O onlara gerçeği getirdi ve
onların çoğu gerçekten hoşlanmıyorlar."
Hak, ihtiraslarla, arzularla birlikte hareket etmez, onlara
uymaz. Göklerle yerin dayanağı haktır. Evrensel
yasalar sistemi hak ilkesine göre düzenlenmiştir. Evrene,
evrenin içindeki canlı cansız tüm varlıklara
egemen olan kanunlar hak ilkesi doğrultusunda işlerler:
"Eğer gerçek onların keyfi arzularına
uysaydı, göklerin, yerin ve gökler ile yerde bulunan canlı-cansız
tüm varlıkların düzeni ve dengesi bozulurdu."
Hak birdir ve kalıcıdır. İhtiraslar ve
arzular ise, hem çok hem de değişkendir. Bütün evren
bu bir ve kalıcı hakka göre yönlendirilir. Bu yüzden
evrene egemen olan yasalar sistemi geçici heveslere uymaz. Gelip
geçici arzulara göre
değişmez
evrensel kanunlar. Şayet evren geçici heveslere, değişken
arzulara uyacak olsaydı, evrenin düzeni bozulurdu. Onunla
birlikte insanlar da bozulurdu. Değer yargıları ve
hayat biçimleri bozulurdu. Ölçü ve kriterler dengesiz ve
tutarsız olurdu. Kızgınlık, hoşnutluk,
nefret,.kin, arzu, korku, zindelik ve yılgınlık
gibi arzular, heyecanlar, tepkiler ve üzüntüler arasında
gidip gelirdi. Maddi evrenin yapısı ve hedefine yönelişi,
sağlam bir temele, değişmesi yalpalaması ve
sapması sözkonusu olmayan belirlenmiş bir metoda
dayalı bir kalıcılığı,
dengeliliği ve sürekliliği gerektirir.
Evrenin yapısının ve yönlendirilişinin
dayanağı olan bu büyük ilkeden hareketle İslâm,
insanlığın hayatını yönlendiren kanunları
belirleme işini evren düzeninin bir parçası olarak
öngörmüştür. Evreni yönlendiren ve tüm parçaları
arasında bir ahenk oluşturan el, insanlık
hayatı için gerekli olan kanunları da koyar.
İnsanlar evrenin bir parçasıdırlar ve onun büyük
yasasına boyun eğerler. Bu yüzden tüm evrene egemen
olan kanunları koyan ve evreni böylesine olağanüstü
bir ahenkle yönlendiren kimse, evrenin bir parçası olan
insanların hayatı için gerekli olan kanunları da
koymalıdır. Böylece insanların hayat düzeni değişken
arzulara uymaktan; dolayısıyla bozulup sapmaktan
kurtulmuş olur. "Eğer gerçek onların keyfi
arzularına uysaydı, göklerin, yerin ve gökler ile
yerde bulunan canlı-cansız tüm varlıkların düzeni
ve dengesi bozulurdu." Evren ve içindekiler bölünmez
bir bütün olan gerçeğe uyarlar, yönlendirme yetkisini
elinde bulunduran yüce Allah'a boyun eğerler.
Kendisine İslâm dini gönderilen bu ümmet de, toplumlar
içinde İslâmın varlığında
somutlaşan hakka uymalıdır.' İslâm gerçeğin
kendisi olmakla beraber, onlar için bir şeref, bir
anılma unsurudur. Eğer İslâm olmasaydı
insanlık aleminde onların adı sanı
anılmazdı. "Aslında onlara nam ve şan
bağışladık. Fakat onlar kendi nam ve
şanlarına sırt dönüyorlar."
Kendilerine İslâm gönderilene kadar insanlık
tarihinde Araplar'ın adı sanı anılmazdı.
İslâm'a bağlı kaldıkları sürece de kuşakların
kulaklarında onların namı, şanı
yankılanıyordu. Ama İslâm'dan kopunca da
küçülüverdiler, önemsizleştiler. Ne kervanda ne de
kafilede yeraldılar.(Arapça'da bu deyim suya sabuna
dokunmayan, önemli bir etkinliği bulunmayan silik ve
önemsiz kişiler için kullanılır.) Tekrar İslâma;
kendilerine nam ve şan kazandıran dine dönmedikleri
sürece de kayda değer bir ünleri olmayacaktır!..
Gerçeğe çağırılmaları, buna
karşın yüz çevirip gerçeği sunan peygamberi
mesnetsiz şeylerle suçlamaları münasebetiyle yeniden
değinilen bu hususun ardından surenin
akışı tutumlarını kınamaya ve güvenilir
peygamberin kendilerine sunduğu gerçekten kendilerini alıkoyabilecek
kuşkularını tartışmaya başlıyor.
"Yoksa sen onlardan ücret mi istiyorsun."
Doğru yola girmeleri ve öğrettiğin gerçekler
karşılığında bir ücret istiyorsun da
onun için mi kaçıyorlar? Oysa sen onlardan herhangi bir
şey istemiş değilsin. Çünkü Rabb'inin katındaki
ödül onların verebileceklerinden daha
hayırlıdır. "Oysa Rabb'inin sana
vereceği ücret daha üstündür. O rızık
verenlerin en iyisidir." Kuruması, sonunun gelmesi sözkonusu
olmayan dolaysız ilahi kaynağa bağlı bulunan
bir peygamberin zayıf, yoksul, muhtaç insanlardan ne tür
bir beklentisi olabilir? Onlardan ne elde etmek isteyebilir?
Dilediğine bol, dilediğine az veren yüce Allah'ın
katındaki nimetlere göz koyan, gönüllerini o nimetlere
yönelten peygamber izleyicileri şu yeryüzü nimetlerinden
hangisini arzulayabilirler, hangisine kapılabilirler? Dikkat
edin, kalp Allah'a bağlandığı gün, içindeki
canlı cansız varlıklarla birlikte tüm evren
küçülür, önemsizleşir.
Sen sadece onların adil ve dengeli hayat sistemine
ulaşmalarını istiyorsun. "Aslında sen
onları doğru yola çağırıyorsun." Bu
yol, onları fıtratların hükmeden yasalar sistemine
ulaştırır. Onları varlık bütününe bağlar.
Sapmaz bir çizgide varlığın
yaratıcısına doğru yol alan varlık
kafilesine katar onları.
Ne yazık ki, onlar -ahirete inanmayan herkes gibi- ilahi
metodun dışına çıkıyorlar, yoldan
sapıyorlar. "Ama ahirete inanmıyorlar,
doğru yolun uzağına düşüyorlar." Eğer
doğru yola girmiş olsalardı, kalpleri ve
akılları ile insanı ahirete, insan için mümkün
olan kemal noktasının gerçekleşmesine ve
belirlenmiş adaletin yerini bulmasına imkân veren aleme
inanmaya zorlayan varoluşun evrelerini izlerlerdi. Çünkü
ahiret, yüce Allah'ın bu varlık alemini yönlendirilmesi
için seçtiği evrensel yasalar sisteminin halkalarından
biridir.
Şu ahirete inanmayanlar, şu yoldan sapanlar var ya,
ne nimetle sınama ne de yoklukla sınama fayda vermez
onlara. Eğer bir nimet geçse ellerine. "Eğer
biz onlara acısak da başlarındaki
sıkıntıyı gidersek yine
azgınlıkları içinde debelenmeye ısrar ederler."
Ama başlarına bir musibet gelse, kalpleri
yumuşamaz, vicdanları uyanmaz, Allah'a dönmezler, bu sıkıntıyı
gidermesi için O'na yalvarmazlar. Kıyamet günü o korkunç
azaba çarptırılana kadar bu tutumlarını sürdürürler.
O zaman da şaşırıp kalırlar, hiçbir
yerden de ümitleri olmaz.
|
|
O |
|
O |
|