Bu surede sunulan peygamber kıssaları, hikâye
anlatmak, olayları ayrıntılı biçimde aktarmak
amacı ile yer almıyorlar. Bütün peygamberlerin
getirdikleri tek sözü, ayrıca topluca gördükleri aynı
tepkiyi vurgulamak amacı ile yeralıyor bu kıssalar.
Bu yüzden önce Hz. Nuh'dan başlanıyor, amaç başlangıç
noktasını belirlemektir. Hz. Musa ve Hz. İsa -selâm
üzerlerine olsun- ile de son buluyor. Bununla da son peygamberden
önceki bitiş noktası vurgulanıyor.
Başlangıçla bitiş noktası arasındaki
halkaların benzerliğinin vurgulanması amacı
ile bu uzun silsilenin ortasında yeralan peygamberlerin ismi
geçmiyor. Her halkada o biricik söz ve değişmeyen
tepkiden söz ediliyor sadece. Çünkü kıssaların
sunulması ile güdülen amaç budur.
"Onların ardından başka bir kuşak
ortaya çıkardık." Bunların kim
oldukları belirtilmiyor. Genel kanıya göre bunlar Ad ve
Hud kavimleridir.
"Onlara da "Allah'a kulluk ediniz, O'ndan başka
bir ilahınız yoktur, Allah'dan korkmaz
mısınız" diyen kendilerinden bir peygam
Daha
önce Hz. Nuh'un söylediği sözlerin aynısını
söylüyor bu peygamber. Kuşakların
konuştukları dillerin farklı olmasına
rağmen bu konuşma aynı kelimelerle
aktarılıyor.
Peki bu sözlere nasıl bir cevap vermişlerdi?
Aşağı yukarı aynı cevap.
"Soydaşları arasındaki Ahiret
buluşmasını yalanlayan ve kendilerine bol nimet
verdiğimiz için baştan çıkan öncü kâfirler
dediler ki; "Bu adam tıpkı sizin gibi bir
insandır, sizin yediğinizden yiyor ve sizin içtiğinizden
içiyor."
"Eğer kendiniz gibi bir insana itaat edecek
olursanız, kesinlikle hüsrana uğrarsınız."
Her zaman tekrarlanan bu itiraz peygamberin insan oluşuna
yönelik bir itirazdır. Bu itirazın kaynağı, büyüklük
taslayan şımarıkların kalpleri ile insanı
yüce yaratıcıya bağlayan yüce soluğun
birbirinden kopuk olmasıdır.
Bolluk içinde yüzüp şımarmak fıtratı
dejenere eder, duyguları taşlaştırır,
mesajları algılayacak insanın içindeki açık
noktaları kapatır. Kalpler algılayan, etkilenen ve
tepki gösteren bu keskin duyarlılığı
yitirirler. Bu yüzden İslâm, lüks ve konfor içinde
şımarıkça bir hayat sürdürmeye savaş açar.
Toplumsal hayatını, müslümanlar arasında lüks
içinde yüzen şımarıklara varlık hakkı
tanımayan bir temele dayandırır. Çünkü onlar
kokuşmuş bataklık gibidirler. Çevrelerini bulaştırırlar.
Çok geçmeden haşereler türer, solucanlar yüzer içinde.
Ayrıca burada bu rahatlık düşkünü
şımarıklar, ölüp çürüdükten sonra tekrar
dirilmeyi de inkâr ediyorlar. Kendilerine tuhaf sayılan bu
olayı haber veren peygambere de
şaşırıyorlar.
Bu gibi insanlar hayatın büyük hikmetini kavrayamazlar,
uzaktaki hedefine ulaşsın diye hayatın evrelerini yönlendiren
planın inceliklerini göremezler. Halbuki bu hedef bu dünya
hayatında tam anlamıyla gerçekleşmez. İyilik
dünya hayatında gerçek karşılığını
asla göremez, kötülük de öyle. Her ikisi de gerçek karşılıklarını
öbür dünyada görürler. Orada salih mü'minler ideal hayatın
zirvesine ulaşırlar. Orada bir korku, bir meşakkat
duymazlar. Allah dilemedikçe bu hayatın değişmesi,
sona ermesi sözkonusu olamaz. Fıtratları dejenere
olmuş, tersyüz olmuş şımarıklar da
aşağılık bir hayat düzeyine yuvarlanırlar
ve orada insanlıklarını yitirirler. Taşlara
veya taş gibi şeylere dönüşürler.
Bu gibi adamlar bu tür incelikleri kavrayamazlar, surede
sunulan hayatın ilk evrelerinin, daha sonra gerçekleşecek
evrelerin kanıtı olduğunun farkına varmazlar.
Bu evreleri planlayan gücün sanıldığı gibi
insan hayatını ölüm ve çürüme aşamasında
durdurmayacağı sonucunu çıkarmazlar. Bu yüzden
şaşırıyorlar, tekrar dirileceklerinden söz
eden peygamberi tuhaf karşılıyorlar. Bilgisizce bir
tutumla ölümden sonraki dirilişe ihtimal vermiyorlar. Dünya
hayatının dışında bir hayatın
olmadığını ve sadece bir kere ölüneceğini
ahmakça iddia ediyorlar. Bir kuşak ölür, arkasından
bir başka kuşak yaşar. Ölenlerse, kemik ve toprak
yığınına dönüşüp giderler.
Bu tuhaf adamın söylediği gibi bir daha dirilip
yaşama nerde? Olacak iş değil! Sözünü ettiği
ölümden sonra diriliş olayının gerçekleşmesi
mümkün değildir. Çürüyüp sadece kemikleri kalacak, toz
toprak olacaklar (!)
Onlar bu bilgisizliği, hayatın ilk evrelerinde ortaya
çıkan ilahi hikmeti düşünmekten uzaklığın
bu kadarıyla yetinmiyorlar. Bu cahilliklerini bu noktada
durdurmuyorlar. Üstelik peygamberlerini Allah'a iftira atmakla
suçluyorlar. Daha önce tanımadıkları Allah'ı
şimdi hatırlıyorlar. O da peygamberi suçlamak
için:
"Bu adam, kesinlikle Allah'a iftira eden, Allah adına
yalan söyleyen biridir. Ona inanmanız sözkonusu değildir."
Bu durumda peygamber, daha önce Hz. Nuh'un yaptığı
gibi Rabb'inden yardım istemekten başka çözüm bulamıyor,
hem de Hz. Nuh'un yardım isterken kullandığı
ifadenin aynısı ile:
"O peygamber "Ya Rabb'i, bunların
yalanlamaları karşısında bana yardım
et."
İşte o zaman, toplum kendisi için belirlenen süreyi
tamamlayınca, inat, gaflet ve yalanlamanın ardından
içlerinde bir iyilik umudu da kalmayınca Allah'ın
cevabı gerçekleşiyor:
"Allah "Onlar yakında pişman
olacaklardır" dedi."
Ama o zaman pişmanlık fayda vermeyecektir. Tövbeleri
işe yaramayacaktır.
"Derken ansızın hakettikleri müthiş bir gürültüye
tutuluverdiler de kendilerini sel süprüntüsüne dönüştürdük.
Kahrolsun zalimler güruhu."
Ayette geçen "Gusa" sel sularının önünde
biriken kırık dökük otlar, hiçbir işe yaramayan,
bir değeri olmayan, aralarında bir ilgi de bulunmayan
çerçöp yığını demektir. Bunlarda, yüce
Allah'ın kendilerini .onurlandırdığı
özelliklerden soyutlandıkları, dünya hayatındaki
varlıkların hikmetinden habersiz oldukları, yüceler
alemi ile ilgilerini kestikleri için içlerinde saygı
duyulacak bir unsur kalmamıştır, sel
sularının önündeki çerçöp yığınına
dönüşmüşler, bir değer, bir özen gösterilmeden
bir kenara atılmışlardır. Bu da Kur'anın
incelikli ifade tarzının erişilmez örneklerinden
biridir.
Onlar bu aşağılanmışlığın
üstüne bir de Allah'ın rahmetinden kovuluyorlar,
insanların ilgisinden
uzaklaştırılıyorlar.