Surenin akışı, bu kanıtları sunarken
hepsini birbirine bağlıyor. Bu bağlantıyı
ilahi güce kanıt oluşturmaları, aynı
şekilde ilahi planlamaya tanıklık etmeleri açısından
kuruyor. Çünkü bu kanıtlar yapıları, görevleri
ve amaçları açısından birbirleriyle uyum
oluşturmaktadırlar. Hepsi aynı yasaya boyun
eğer, görevlerinde hep birbirlerine yardımcı
olurlar. Hepsinde yüce Allah'ın
onurlandırdığı insanoğlunun payına
bir hesap vardır.
Bunun için surenin akışı içinde bu evrensel
sahnelerle insan varoluşunun evreleri arasında ilgi
kuruluyor.
"Üstünüzde birinden diğerine geçilebilen yedi
katman yarattık. Biz yarattıklarımızı
başıboş bırakmayız."
Ayette geçen "Taraik" kelimesi üstüste veya
ardarda yeralan katmanlar anlamındadır. Bununla yedi yörünge
veya güneş sistemi gibi yedi yıldız sistemi de
kastedilmiş olabilir. Ya da yedi gaz kütlesidir kastedilen.
Astronomi bilginlerine göre yıldız kümeleri bunlardan
meydana gelmektedir. Her halukârda bunlar, insanın üstünde
yeralan gök cisimleridirler. Yani bunlar düzen itibariyle uzay
boşluğu içinde yerden daha yukardadırlar. Yüce
Allah bunları bir plan ve hikmet uyarınca
yaratmıştır. Onları bir yasa
doğrultusunda dağılmaktan korumuştur. "Biz
yarattıklarımızı başıboş
bırakmayız."
"Biz gökten belirli miktarda su yağdırarak onu
yerin yüzeyinde durdurduk. Hiç şüphesiz onu geri
götürmeye de gücümüz yeter."
İşte bu noktada sözkonusu yedi katman yeryüzüne bağlanıyor.
Çünkü su gökten iniyor ve bu katmanlarla da ilgisi vardır.
Suyun gökten inmesine imkân veren, evrenin yapısına hükmèden
düzenin bu tarzda belirlenmiş olmasıdır.
Yeraltı sularının yağmurla gelen yerüstü
sularından kaynaklandığı, bunların
toprağın içine sızdığı ve orada
korunduğu teorisi henüz yenidir. Daha yakın bir zamana
kadar yeraltı suları ile yerüstü suları
arasında bir ilgi olmadığı
sanılıyordu. Ama bakın Kur'an-ı Kerim bu gerçeği
1300 sene önce ortaya koymuştur.
"Biz gökten belirli miktarda su yağdırırız."
Bir hikmet, bir plan uyarınca indirdik. Ne her tarafı
kaplayıp altüst edecek kadar çok, ne de kuraklığa
ve susuzluğa yolaçacak kadar az, ne de hiçbir şeye
yaramayacak şekilde zamansız indirdik.
Gökten inen suyun yeryüzünde durması, ana rahmine
yerleşen sperma hücresinin plazmasına ne kadar da
benziyor.
"Korunaklı bir yuvaya yerleştirdik."
Ana rahmine yerleşen embriyo ile toprak tarafından
emilen su, Allah'ın planlaması uyarınca
hayatın ortaya çıkmasına kaynaklık
oluşturmaktadırlar. Bu da Kur'anın tasvir yöntemi
doğrultusunda sahneler arasındaki ahenge güzel bir
örnek oluşturmaktadır.
"Hiç şüphesiz onu geri götürmeye de gücümüz
yeter."
Sert tabakalardaki yarıklardan yerin alt katmanlarına
kadar inen su, kayaların içindeki oyuklarda korunur. Ya da
bunun dışındaki sebeplerden dolayı gökten
inen su kaybolur gider. Kuşkusuz suyun o toprakta
durmasını sağlayan güç, onun dağılmasını,
ortadan kaybolmasını da sağlayabilir. Bu sadece
Allah'ın bir lütfudur, insanlara bahşettiği bir
nimettir.
Ve hayat su'dan doğar!
Hurma ve üzüm bağları sudan meydana gelen
hayatın bitkiler aleminden seçilen iki örneğidir.
-Nitekim insanlar da sperma plazmasından meydana
gelmişler ve böylece sudan meydana gelen hayatın
insanlık alemindeki örneğini
oluşturmuşlardır.- Hurma ve üzüm bağları
o zamanlar Kur'ana muhatap olan insanların bildikleri iki
örnektir. Bunlar kendileri gibi sudan meydana gelen birçok
bitkiye işaret etmektedirler.
Diğer türler adına da zeytin ağacı seçiliyor.
"Yine su sayesinde asıl kaynağı Tur-ı
Sına olan ve yiyenlere yağ ve katık sağlayan
ağacı da yarattık." (Burada geçen "Esbağa"
kelimesi katık anlamındadır. Katık, boya gibi
lokmaya sürüldüğü için bu kelime kullanılmıştır.)
Zeytin ağacı yağı ile, meyvesi ile, odunu
ile insanların en çok yararlandığı bir
ağaçtır. Arap memleketlerine bu ağacın
yetiştiği en yakın yer Kur'an-ı Kerim'de sözü
edilen kutsal vadinin yanında yeralan Tur-ı
Sına'dır. Özellikle zeytin ağacının
yetiştiği bu bölgenin anılması bu yüzdendir.
İşte bu ağaç burada toprağa
yerleşmiş sudan yetişiyor, onunla yaşıyor.
Bitkiler aleminden hayvanlar alemine geçiyor surenin akışı.
"Büyükbaş hayvanlarda sizin için alınacak
dersler vardır. Karınlarındaki sütten size
içiriyoruz. Onlardan başka birçok yararlar sağlıyorsunuz
ve etlerini yiyorsunuz."
"Onların sırtlarında ve gemilerde
taşınıyorsunuz."
Bu yaratıklar, yüce Allah'ın gücü ve planlaması;
bu büyük evrende görev ve özellikleri paylaştırması
uyarınca insanın yararına sunulmuşlardır.
Bunlarda, açık bir kalple, yanılmaz bir duyu ile bakan,
bunların ötesindeki hikmet ve planlamayı düşünenler
için alınacak ibretler vardır. Onlar küçük ve
büyükbaş hayvanların karnından çıkan ve
insanların içtiği latif ve kolay yutulan süte bakıp
ibret dersleri çıkarmaya çalışırlar.
Hayvanın yiyip sindirdiği çeşitli
gıdaların süt denilen akıcı, kolay yutulan,
latif bir maddeye dönüşümünü görüp ibret alırlar.
"Onlardan başka birçok yararlar sağlıyorsunuz."
Önce genel bir ifade kullanılıyor, ardından bu
yararlardan ikisi anılıyor. "Ve etlerini
yiyorsunuz. Onların sırtlarında ve gemilerde
taşınıyorsunuz." Deve,
sığır, koyun ve keçi gibi hayvanların etini
yemek insanlara helaldir. Ama onlara eziyet etmek,
organlarını kesmek helâl değildir. Çünkü onların
etini yemek hayat düzeni için zorunlu olan bir yararı gerçekleştirir.
Eziyet etmek, organlarını kesmek ise, kalbin
katılığını, fıtratın
bozulmuşluğunu ifade etmektedir. Bu
davranışların canlılara bir yararı da
yoktur çünkü.
Surenin akışı, insanın hayvanlara binmesi
ile gemiye binmesini birbirine bağlıyor. Çünkü
hayvanlar ve gemi, bütün yaratıkların görevlerini
düzenleyen, varlıklarını birbirleriyle ahenkli
kılan yüce Allah'ın evrensel düzeninin emrinde hareket
etmektedirler. Çünkü suyun ve gemilerin bu özelliklere sahip
olması, sonra su ve gemileri saran atmosferin bu mahiyette
olması geminin batmadan suyun yüzeyinde kalmasını
sağlamaktadır. Bu üç unsurdan birinin yapısı
bozulsa ya da ufak bir değişikliğe uğrasa
insanlığın eskiden beri bildiği deniz
taşımacılığının
yapılması imkânsız hale gelirdi ve denizcilik halâ
bütünüyle bu unsurlara dayanmaktadır.
Evrende yeralan bunca iman kanıtı, anlayıp
kavrayacak şekilde düşünenlerin dikkatine sunulmuştur.
Bunlar ayrıca surenin birinci ve ikinci bölümü ile de
ilgilidirler, surenin akışı içinde her iki
bölümle de uyum oluşturmaktadırlar.
Bu derste insanın iç ve dış alemde yeralan iman
kanıtlarının sunulmasından bütün
peygamberlerin getirdiği iman gerçeğinin
sunulmasına geçiliyor. Hz. Nuh'tan -selâm üzerine olsun-
bu yana, peygamberlerin birbirinin ardısıra gelmiş
olmasına, birden çok risaletin (mesajın) gönderilmiş
olmasına rağmen, insanlık tarihi boyunca hiç değişmeyen
bu gerçeği, insanların nasıl
karşıladıkları açıklanıyor. Birden
peygamberler kafilesini ya da ümmetini seyrediyor gibi oluyoruz.
Hepsi de insanlara aynı anlama gelen, aynı hedefe yönelik
aynı sözleri söylüyorlar. Bu sözleri birbirine o kadar
benziyor ki, Arapça tercümeleri bile aynı oluyor. Oysa her
peygamber gönderildiği toplumun dili ile bu gerçeği
ifade etmiştir. Yani bu gerçek değişik dillerden
sunulmuştur. Hz. Nuh'un -selâm üzerine olsun- söylediği
sözü, ondan sonra gelen her peygamber aynı ifadelerle,
aynı kelimelerle söylemiştir. İnsanlar da hep
aynı cevabı vermişlerdir. Aradan yüzyıllar geçmesine
rağmen kullanılan sözcükler bile aynıdır.