O |
Mü´minün
|
O |
|
1- Mü'minler kurtuluşa, mutluluğa ermişlerdir.
2- Onlar ki, huşu içinde namaz kılarlar.
3- Onlar ki, boş ve yararsız şeylerle
ilgilenmezler.
4- Onlar ki, zekâtı aksatmaksızın, tam olarak
verirler.
5- Onlar ki; edep yerlerini sakınırlar.
6- Onlar yalnız eşleri ve cariyeleri
dışında mahrem yerlerini herkesten korurlar. Bu iki
durumda ayıplanmaları sözkonusu değildir.
7- Bunların ötesine geçmek isteyenler, yasal sınırı
aşmış olurlar.
8- Onlar ki, uhdelerine verilen emanetleri korurlar ve sözlerini
tutarlar.
9- Onlar ki, namazlarını aksatmaksızın
kılarlar.
10- İşte onlar "varis "lerdir.
11- Yani "`Firdevs" cennetinin mirasçılarıdırlar,
sürekli olarak orada kalacaklardır.
Bu gerçek bir vaaddir. Daha doğrusu mü'minlerin kurtuluşa
erdiklerine ilişkin pekiştirilmiş bir karardır.
Bu Allah'ın verdiği bir sözdür ve Allah sözünden
dönmez. Bu Allah'ın verdiği bir karardır, bu
kararı hiç kimse geri çeviremez. Hem dünya hem ahiret
kurtuluşu... Mü'min ferdin ve mü'min toplumun kurtuluşu...
Mü'minin kalbi ile hissettiği, pratik hayatında
doğruluğunun kanıtlarını gözlemlediği
kurtuluşu... Bu kurtuluş insanların bildiği tüm
anlamları içerir, bunun yanında yüce Allah'ın
sadece mü'min kullarına özgü kıldığı
ama diğer insanların bilmediği anlamları da içerir.
Peki yüce Allah'ın kendileri hakkında bu belgeyi
yazdığı, bu sözü verdiği,
kurtulduklarına ilişkin bu duyuruyu
yaptığı mü'minler kimlerdir?
Yeryüzünde kendilerine iyilik, zafer, mutluluk, başarı
ve iyi bir geçim öngörülen mü'minler kimlerdir? Kendilerine
ahiret hayatında başarı, kurtuluş, sevap ve
hoşnutluk yazılan, bunun yanında dünya ve ahirette
sadece yüce Allah'ın bildiği daha nice iyilikler
vadedilen mü'minler kimlerdir?"
Kimdir bu varisler? Firdevs cennetine varis olup orada sonsuza
kadar kalacak olan mü'minler?
İşte onlar, surenin açılış ayetinden
sonra nitelikleri ayrıntılı olarak sunulan şu
kimselerdir?
"Onlar ki, huşu içinde namaz kılarlar."
"Onlar ki, boş ve yararsız şeylerle
ilgilenmezler."
"Onlar ki, zekâtı aksatmaksızın, tam
olarak verirler."
"Onlar, yalnız eşleri ve cariyeleri
dışında mahrem yerlerini herkesten korurlar. Bu iki
durumda ayıplanmaları sözkonusu değildir."
"Bunların ötesine geçmek isteyenler, yasal sınırı
aşmış olurlar."
"Onlar ki, uhdelerine verilen emanetleri korurlar ve sözlerini
tutarlar:"
"Onlar ki, namazlarını aksatmaksızın
kılarlar."
Peki bu niteliklerin değeri nedir? Bu niteliklerin
değeri en yüce ufuklarda, müslümanın
kişiliğini çizmesindedir. Allah'ın peygamberi,
onun yarattıklarının en hayırlısı,
Rabb'i tarafından en güzel şekilde terbiye edilen ve yüce
kitab'ında: "Kuşkusuz sen yüce bir ahlâk
üzeresin" (Kalem Suresi, 4) diye ahlâkının yüceliğine
şahitlik edilen Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzérine
olsun- yeraldığı ufuktur bu. Nitekim Hz.
Aişe'ye -Allah ondan razı olsun- ahlâkı
sorulmuş o da "O'nun ahlâkı Kur'andı"
demiş, sonra da bu surenin "Mü'minler kurtuluşa,
mutluluğa ermişlerdir" ayetinden
"onlar ki, namazlarını aksatmaksızın
kılarlar" ayetine
kadar okumuş ve "işte böyleydi Resulullah"
demişti. (Nesai rivayet etmiştir.)
Bir kez daha soruyoruz... Bizzat bu niteliklerin değeri
nedir? Fert ve toplum hayatında, insan türünün hayatında
ne gibi bir değer vardır bu niteliklerin?
"Onlar ki, huşu içinde namaz kılarlar." Kalpleri
namazda, Allah'ın huzurunda bulunmanın heybeti ile
titrer. Bu yüzden durulur ve derinden ürperir. Bu ürperti
oradan organlara, duygu ve hareketlere yansır. Allah'ın
huzurunda O'nun ululuğuna bürünür ruhları.
Zihinlerini kurcalayan tüm uğraşlar kaybolur.
Allah'ın ululuğunun bilincine vardıkları
onunla konuşmanın verdiği huzuru hissettikleri için
başka bir şeyle uğraşmazlar. Bu kutsal
huzurdayken, çevrelerinde
bulunan, âkıllarında
yereden her şey bir kenara çekilir, kaybolur. Allah'dan başkasını
görmezler. Sadece O'nu hissederler. Ancak namazdaki sözlerin
anlamlarından zevk alırlar. Vicdanları her türlü
kirden arınır. Her türlü leke silinir gider. Allah'ın
ululuğu karşısında bunun
dışında hiçbir şey barınmaz içlerinde.
İşte bu noktada boşlukta yüzen zerre, ana kaynağı
ile buluşur. Şaşkın ruh yolunu bulur, ürkek
kalp sığınağını tanır. Bu anda
Allah'a bağlanamayan bütün değerler, eşyalar ve
şahıslar küçülür gider.
"Onlar ki, boş ve yararsız şeylerle
ilgilenmezler." Boş sözlerden, boş
hareketlerden, boş ilgi ve düşüncelerden kaçınırlar.
Çünkü mü'minin kalbini boş şeylerden, oyun ve
eğlenceden, gereksiz ve yakışıksız
şeylerden alıkoyan uğraşları vardır.
Allah ı anmak, O'nun ululuğunu tasavvur etmek, O'nun iç
ve dış alemde yeralan ayetlerini kavramaya çalışmak
gibi uğraşları vardır. Evrensel sahnelerin
herbiri, insan aklını bütünüyle kaplayacak
niteliktedir. İnsanın düşüncesini uğraştıracak,
vicdanını harekete geçirecek özelliktedir. Sonra,
mü'minin kalbinin inancın yükümlülükleri gibi uğraşıları
da var. Kalbi arındırmak, ruhu ve vicdanı
temizlemek gibi uğraşıları vardır. Hayat
tarzında yerine getirmesi gereken sorumlulukları,
imanın öngördüğü yüce hayat düzeyini koruma
çabaları vardır. İyiliği emretmek, kötülükten
sakındırmak, toplumsal hayatı bozulmaktan ve
sapıklıktan korumak gibi yükümlülükleri vardır.
İnancını korumak, zafere ulaştırmak ve
her zaman üstün tutmak için cihad etmek, düşmanların
komplolarına karşı gece gündüz uyanık
bulunmak gibi görevleri vardır... Bunlar hiçbir zaman
bitmeyen, sonu gelmeyen sorumluluklardır. Mü'min bunları
görmezlikten gelemez, kendini bunlara karşı sorumsuz
sayamaz. Bunların hepsi de farzdır, ya farz-ı ayn
ya da farz-ı kifayedir. Bütün bu görev ve
yükümlülükler insanın tüm emeğini, tüm ömrünü
kaplayacak yeterliliktedir. İnsanın gücü, enerjisi sınırlıdır..
Bu güç ve enerji ya insan hayatını iyileştiren,
geliştirip kalkındıran bir yönde harcanacak ya da
gereksiz şeyler uğruna, boşu boşuna, oyun ve
eğlence için harcanacaktır. Oysa mü'min inancının
gereği olarak bu enerjiyi yapıcı bir amaçla
dünyanın kalkınma ve ıslahı için harcamak
zorundadır.
Bu durum mü'minin kimi zaman dinlenmeyeceği anlamına
gelmez. Fakat bu başka, gereksiz ve
yakışıksız davranışlar, boş ve
anlamsız hareketler başkadır.
"Onlar ki, zekâtı aksatmaksızın, tam
olarak verirler." Allah'a yöneldikten, hayatta boş
ve anlamsız şeyleri yapmaktan kaçındıktan
sonra... Zekât kalp ve malın temizliğidir: Kalbin
cimrilikten temizlenmesi, kişinin bencillikten
kurtulmasıdır, şeytanın fakirlik konusunda
verdiği vesveselere üstün gelmesidir. Allah katındaki
karşılık ve mükafata güvenmesidir. Mal için
temizliktir zekât. Geri kalanını temiz ve helal
kılar. Zorunlu durumların dışında
artık hiç kimsenin hakkı yoktur bu malda. Bu mal
etrafında herhangi bir kuşku, herhangi bir dedikodu çıkarılamaz.
Zekât, toplumun bir kesimi, her şeyden mahrum, yoksulluk içinde
yaşarken diğer kesiminin bolluk içinde tantanalı
bir hayat yaşamasından dolayı meydana gelèn
dengesizliğe karşı koruyucu bir kalkandır. Zekât
bütün fertler için 'toplumsal bir güvencedir. Çaresizlerin
toplumsal garantisidir. Çözülmeye ve dağılmaya
karşı toplumun sigortasıdır.
"Onlar ki, edep yerlerini sakınırlar."
Bu ruhun, yuvanın ve çevrenin temizliğidir. Nefsin,
ailenin ve toplumun arınmasıdır. Bu temizlik ve
arınma; mahrem yerleri helâl olma yanların
bulaşıp kirletmesine, kalbin helâl olmayan şeylere
ilgi duymasına, toplumda şehvet ve arzuların
hesapsız bir şekilde başını alıp
gitmesine, ailenin ve soyun bozulmasına karşı
korunmakla sağlanır..
Şehvet ve arzuların bir sınır
tanımadan başını alıp gittiği bir
toplum çözülme ve bozulma ile karşı karşıya
kalmış bir toplumdur. Çünkü orada yuvanın güvenliği,
ailenim dokunulmazlığı yok demektir. Aile, toplum
binasını oluşturan ilk ve temel birimdir. Çocuğun
doğup geliştiği yuvadır. Yuvanın ve
gelişme ortamının sağlıklı
olması, anne-babanın birbirlerine güven duyup bu yuvayı
ve içindeki yavruları gözetmesi için bu ortamın güvenli,
sağlam ve temiz olması kaçınılmazdır.
İçinde şehvetin hiçbir sınır
tanımadan kol gezdiği bir toplum, insanlık
basamaklarından aşağıya doğru yuvarlanan
pis bir toplumdur. insanlık düzeyinin yüksekliğini gösteren
şaşmaz ölçü, insanın iradesine hükmedip ona
üstünlük sağlamasıdır. Fıtri istekleri
temiz ve verimli bir yöne kanalize edilmesidir. Artık
çocuklar dünyaya geliş yollarından dolayı
kınanmazlar, çünkü bu temiz ve bilinen bir yoldur. Bu
yolda her çocuk babasını tanır. Döllenme
dürtüsü ile dişinin önüne gelen erkekle çiftleştiği,
insanlık düzeyinden çok aşağı
hayvanlarınki gibi bir durum sözkonusu değil. Çünkü
burada yavru nasıl türediğini, nereden geldiğini
bilemez.
Burada Kur'an-ı Kerim erkeğin, hayatın
tohumlarını ekeceği uygun ve helâl yerleri
gösteriyor: "Onlar, yalnız eşleri ve cariyeleri
dışında mahrem yerlerini herkesten korurlar. Bu iki
durumda ayıplanmaları sözkonusu değildir." Eşler
meselesi şüphe götürmeyen, tartışmayı
gerektirmeyen bir meseledir. Çünkü bu yasal ve bilinen bir
kurumdur. Sahip olunan cariyeler meselesine gelince; bu konuda
biraz açıklamada bulunmak gerekir.
Fi Zilâl-il Kur'an'da (Bakara suresi 177. Ayetin açıklaması)
kölelik meselesi hakkında geniş açıklamalarda
bulunduk. Orada şöyle demiştik. İslâm'ın
geldiği zamanlarda kölelik kurumu evrensel bir kurumdu, savaş
esirlerinin köleleştirilmesi uluslararası boyutta geçerliliği
olan bir uygulamaydı. İslâm, karşısına
maddi güçleriyle dikilen düşmanları ile amansız
bir savaşa tutuşmuşken, tek taraflı olarak bu
uygulamaya son veremezdi. Düşmanlarının elinde
bulunan esir müslümanlar köleleştirilirken, düşmanlarından
esir düşenleri serbest bırakamazdı. Ama
-savaş esirlerinin dışında- İslâm
köleliğin bütün kaynaklarını kurutmuştur: Böylece
insanlık için esirler meselesinde uluslararası boyutta
bağlayıcılığı olan bir
uygulamanın başlatılmasına imkân sağlamıştır.
Bundan dolayı İslâm ordusunun eline kadın
esirler geçtiğinde, misillemede bulunma kuralı bu
kadınların köleleştirilmesini öngörüyordu. Ayrıca
nikahlı eşlerin düzeyine çıkmamaları da bu
kuralın gereğiydi. Bu yüzden İslâm, sadece onlara
sahip olanların onlardan yararlanmasına izin verdi.
Bunun yanında köleleri özgür bırakmak için İslâm'ın
öngördüğü birçok sebepten herhangi biri yerine gelir
gelmez bunların serbest bırakılmasını
öngörüyordu.
Belki de bu yararlanmada bizzat bu kadın esirlerin
fıtri ihtiyaçları gözönünde bulundurulmuştur. Böylece
bu ihtiyaçlarını neslin karışmasına
neden olan pis ve kural tanımaz yollardan tatmin etmelerine
engel olunmuş olur. Nitekim, günümüzde köleliğin
kaldırılmasına ilişkin antlaşmalardan
sonra bile savaş esiri kadınlarla İslâm'ın
sevmediği bu ahlâksız ilişkiye girilmektedir. Bu
durum Allah'ın izni ile özgürlüklerine kavuşana kadar
sürmektedir. İslâm'da cariyenin özgürlüğüne kavuşmasının
birçok yolu vardır. Eğer efendisinden bir çocuk doğurur
ve efendisi ölürse cariye özgürlüğüne kavuşur.
Efendisi isteyerek veya bir günahına kefaret ederek serbest
bıraktığında yine özgürlüğüne kavuşur.
Cariye belli bir meblağ mal
karşılığında serbest
bırakılması için anlaşır ve bu malı
efendisine öderse serbest kalır. Yine cariyenin yüzüne
tokat vuracak olursa bunun kefareti cariyenin serbest bırakılmasıdır.
Kısacası savaş esirlerinin köleleştirilmesi
bir döneme özgü bir zorunluluktu. Kölelik kurumu, savaş
esirlerinin köleleştirilmesini öngörèn bir dünyada
misillemede bulunma kuralının bir sonucuydu. Kesinlikle
İslâmın toplumsal düzeninin bir parçası
değildir.
"Bunların ötesine geçmek isteyenler, yasal sınırı
aşmış olurlar." Eşlerin ve
cariyelerin fazlasını isteme için hiçbir,yol açık
değildir artık. Bunun ötesine geçmek isteyen normal sınırı
aşmış, serbest bölgeyi geçip harama düşmüştür.
Nikâh veya cihadla haketmediği ırzlara tecavüz etmiştir.
Burada yasak bir bölgede gezdiğinin bilincinde olan
kişi bozulur. Bir güvencesi ve garantisi kalmadığı
için aile de bozulur. Bağları koptuğu, temeli
dağıldığı için toplum düzeni de bozulur.
İşte İslâmın üzerine titrediği, özenle
korumak istediği bunlardır.
EMANETE VE SÖZE BAĞLILIK
`Onlar ki, uhdelerine verilen emanetleri korurlar ve sözlerini
tutarlar." Fert
olarak emanetlerine ve sözlerine bağlı kalırlar.
Toplum olarak da öyle. Gerek ferdin, gerekse toplumun boynuna
yüklenmiş birçok emanet vardır.
En başta da fıtrat emaneti gelir. Yüce Allah onu
varlık bütününe egemen olan yasalar sistemi ile uyumlu ve
aynı doğrultuda yaratmıştır. O da bu
varlığın bir parçasıdır, birlikte yüce
yaratıcının varlığına ve
birliğine tanıklık oluşturmaktadırlar.
Çünkü fıtrat içten gelen bir sezgi ile hem kendisine hem
de varlık bütününe egemen olan yasalar sisteminin birliğini
ayrıca bu sistemi belirleyip bu varlığı yönlendiren
iradenin birliğini bilir. Mü'minler bu büyük emaneti
gözetirler ve fıtratlarının bu doğrultudan
sapmasına izin vermezler. Yaratıcının
varlığına ve. birliğine tanıklık
eden bu emaneti her zaman korurlar. Bundan sonra bu büyük
emaneti izleyen diğer emanetler gelir.
Aynı şekilde bağlı kalınması
gereken ilk antlaşma da fıtrat
antlaşmasıdır. Bu antlaşmayı yüce Allah,
insan fıtratı ile kendi varlığına ve
birliğine iman etmesi şartı ile gerçekleştirmiştir.
Bütün sözleşme ve antlaşmalar bu ilk antlaşmaya
dayanır. Bu yüzden mü'min yaptığı bütün
sözleşmelerde Allah'ı şahit tutar. O'na
bağlılık içinde Allah korkusunu gözönünde
bulundurur.
Müslüman toplum bütün emanetlerinden sorumludur. Yüce
Allah'la yaptığı sözleşmeden, bu sözleşmenin
öngördüğü yükümlülüklerden sorumludur. Ayeti kerime
sözü kısa ve tüm emanet ve sözleşmeleri kapsayacak
şekilde genel tutuyor. Mü'minleri emanetlerine ve antlaşmalarına
bağlı kimseler olarak tanımlıyor. Bu
onların her zamanki nitelikleridir. Emanetler yerine
getirilmediği, antlaşmalar gözetilmediği toplumda
yeralan herkes, bu kuralları sosyal hayatın temeli
olarak görmediği sürece toplum hayatı doğru ve
sağlıklı bir görünüm arzedemez. Güven ve
huzurun yaygınlaşması için bu ilkelere bağlılık
bir zorunluluktur.
"Onlar ki, namazlarını aksatmaksızın
kılarlar." Tembellikten dolayı
namazlarını geçirmezler, namazı kılma
konusunda ihmalkâr davranmazlar. Nasıl
kılınması gerekiyorsa öyle kılarlar,
namazı kısaltmazlar. Tam vaktinde, farzıyla, sünnetiyle,
eksiksiz kılarlar. Bütün kuralları, bütün
hareketleri yerine getirirler. Canlı ve gönüllerini
bütünüyle namazın anlamı ile doldurarak kılarlar.
Bu duygu ile vicdanları harékete geçer. Namaz; kalp ile
Rabb arasında bir bağdır. Bu bağı
korumayan birisinin, vicdanın doğruluğundan
kaynaklanan bir duyguyla kendisi ile insanlar arasındaki
bağları gerçek anlamda koruması beklenemez. Mü'minlerin
nitelikleri namazla başlayıp namazla bitiyor. Bu da
namazın iman binasındaki önemli yerini göstermektedir.
Çünkü namaz Allah'a ibadetin, o'na yönelişin en büyük
ve eksiksiz şeklidir.
Bu özellikler, kurtuldukları tescil edilen mü'minlerin
kişiliklerini belirlemektedir. Bu özellikler, mü'min
kitlenin özelliklerinin ve hayat türünün belirlenmesinde etkin
rol oynarlar. Bu özelliklere sahip mü'min kitlenin hayatı,
erdemli ve yüce Allah'ın onurlandırıp kemal
aşamalarından geçmesini istediği insana
yakışır bir hayattır. Yüce Allah insanların
hayvanlar gibi yaşamalarını, onlar gibi yiyip
eğlenmelerini istememiştir.
İnsanoğlu için planlanan tam olgunluk düzeyi bu
dünya hayatında gerçekleşmediği için yüce
Allah, yollarından sapmadan hareket eden mü'minlerin
kendileri için takdir edilen hedefe firdevs cennetinde ulaşmalarını
dilemiştir. Burası yok olmanın sözkonusu olmadığı
sonsuzluk yurdudur, korkusuz güvenin, bitmeyen sürekliliğin
yurdudur.
"İşte onlar "varis"lerdir.''
Yani "Firdevs" cennetinin mirasçılarıdırlar,
sürekli olacak orada kalacaklardır."
Yüce Allah'ın mü'minler için yazdığı
kurtuluşun zirvesi burasıdır. Bunun ötesinde
gözlerin ya da hayallerin uzandığı bir zirve
yoktur.
|
|
O |
|
O |
|