İnsanlık tarihinde önceki milletlerin sonlarına
ilişkin çok bilgi vardır. Bunların bir
kısmının bugüne kadar yaşayan ve onların
yapılarını ortaya koyan kalıntıları
vardır. Bazılarının akıbetlerine
ilişkin haberler dilden dile dolaşan rivayetlerle bize
kadar gelmiştir. Ya da belgeler ve kitaplar bunları
muhafaza etmişlerdir. İnsanlığın seyir
çizgisinde bunlar değişmeyen gerçekleri ifade
ettikleri için Kur'an çoğu zaman kalpleri onlara doğru
çevirir. Zira bu akıbetlerin insanın ruhu üzerinde de
köklü-derin etkileri vardır. Kur'an-ı Kerim onu gönderen
Allah'ın sınırsız bilgisi gerçeği olarak
fıtrat gerçeğinden, onun kanallarından iç dünyasından
insana hitab eder. Bazıları ufak bir dokunuşla açılan,
üzeri tortularla örtülmüş bulunanları ise, ancak
defalarca çalınmakla ancak açılabilen kapılardan
fıtrata seslenir!
İşte burada onlara soru sormakta açık bir göz,
hassas bir duyarlılık ve basiretli bir kalp ile yeryüzünü
dolaşmalarını teşvik etmektedir ki, gözlerini
açıp baksınlar. Önceleri yeryüzünde yaşayanların
halini düşünsünler. Burada işledikleri yüzünden başlarına
nelerin geldiğini anlasınlar.
"Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden daha çok,
daha kuvvetli, yeryüzünde bıraktıkları eserler,
daha sağlam olan, öncekilerin sonlarının
nasıl olduğunu görmezler mi?"
Sonlarının nasıl olduğu ortaya konmadan,
öncekilerin durumları tasvir ediliyor. Dengenin
kurulması ve tam bir ders ve ibret sahnesi olması için
onların durumları ile karşılaştırma
yapılıyor.
Sayıları çoktu. Güçleri fazlaydı,
uygarlıkta daha ileri idiler. Peygamber dönemindeki
araplardan önce yaşayan nesiller ve milletler de
bunlardandı. Yüce Allah bunların bir kesimini
Peygamberine anlatmış bir kesimini de
anlatmamıştı. Bunlarında
bazılarının kıssalarını araplar
biliyor ve gerilerinde kalıntılarını görüyorlardı.
"Kazandıkları, onlara bir fayda vermemişti."
Güçleri, sayılarının çokluğu ve
uygarlıkları onları koruyamadı. Halbuki onlar
bunlarla iftihar ediyor ve onlarla böbürleniyorlardı. Hatta
onların sapıklıklarının temeli ve yok
edilmelerinin nedeni buydu.
"Peygamberleri, onlara belgelerle gelince, kendilerinden
olan bilgiden gururlandılar."
İmansız ilim beladır. Kör eden ve azdıran
bir bela. Çünkü bu tür yüzeysel bilgi insanı gurura iter.
Bu bilgi sahibi bilgisiyle büyük güçlere hükmettiğini, büyük
işler yapmaya gücünün yettiğini zanneder. Kendi
konumunu ve değerini takdir etmede yanılır.
Bilmediği korkunç boyutları, derinlikleri unutur.
Halbuki bunların hepsi kainatta vardır. Kendisi bunlara
hükmetmemekte hatta onları kavrayamamaktadır.
Onların bize yakın olan uçları-kenarları
dışında hiçbir şeyi bilmemektedir.
İşte bilmediği için şişmekte, kendisini
olduğundan büyük görmeye başlamakta, ilmi onu
basitleştirmekte ve cahilliğini unutturmaktadır.
Eğer bu adam bildikleriyle bilmediklerini
karşılaştırsaydı, bu evrende gücünün
yettiği ile yetmediği şeyleri
karşılaştırsaydı, hatta surenin
sırrını biraz düşünseydi, büyüklük
taslaması söner ve kendisini basitleştiren sevincinden
kurtulurdu.
Bunlar kendi ilimlerine güvenip bunun ötesindekileri
kendilerine hatırlatanları alaya
almışlardır:
"Alaya aldıkları şey