Burada üzerinde derin düşünülmesi gereken bir konuyu
biraz açmak istiyoruz: Onca eziyetler, yalanlamalar, büyüklük
taslamalar ve inatlaşmalarla karşılaşan Hz.
Peygamber'e şu anlamda bir direktif veriliyor: Sen görevini
yap; ötesine karışma. Sonuçlara gelince bu senin işin
değildir. Hatta yüce Allah'ın büyüklük taslayanlara
ve ilahi mesajı yalan sayanlara ilişkin sözünün yer
yer gerçekleşmesini görüp vicdanen rahatlama bile senin
kalbine yakışan bir duygu değildir. Sen sadece çalış,
o kadar. Görevini yap ve geçip git. Dava senin davan değildir,
mesele senin meselen değildir. İşin tamamı
Allah'ın elindedir ve O dilediğini yapar.
Aman Allah'ım! Bu ne yücelik, bu ne ululuk! Bu ne
mükemmel edep! Yüce Allah, Hz. Peygamber'in şahsında
islam davasına gönül verenlerin bu adabı
takınmalarını istiyor.
Bu insanın nefsine ağır gelen bir iştir.
İnsan kalbinin doğal arzularına karşı
sabretmeyi gerektiren bir iş. Herhalde bu nedenle surenin
burasında sabretmeye dikkat çekiliyor. Bu daha önce dikkat
çekilen bir olguya tekrar dikkat çekme değildir. Burada
başka bir sabır çeşidine dikkat çekilmektedir. Bu
sabır çeşidi belki de eziyetlere, büyüklenmelere ve
yalanlamalara karşı sabretmekten daha zordur.
İnsan kalbinin yüce Allah'ın kendi düşmanlarını
ve davasının düşmanlarını nasıl
kıskıvrak yakalayıp
cezalandırdığını görme isteğinden
vazgeçmesi gerçekten zor bir i tir. Bu düşmanların
bizzat düşmanlık yaptıkları ve
saldırıya geçtikleri bir sırada Allah'ın
onlara karşı cezasını görme isteğine
karşı sabır kolay değildir. Fakat bu, yüce
ilahi terbiye ve yüce Allah'ın seçkin kullarını
özel biçimde hazırlaması, seçtiği kişinin gönlünü
bu tür arzulardan arındırması ile gerçekleşebilir.
Bu terbiyeden geçen, bu dinin düşmanlarına
karşı muzaffer olma arzusuna dahi gönlünü kaptırmaz.
Onun
tüm
arzusu görevini yapma arzusudur.
Böylesine köklü ve derin olan bu meseleden dolayı Allah
yoluna çağıranların kalplerinin sürekli O'na
yönelmeleri gerekmektedir. İlk bakışta tertemiz ve
masum görünen fakat sonradan şeytanın içine girip
vaziyet etmeye başladığı
arzuların-isteklerin deryasından insanı kurtaracak
cankurtaran simidi budur işte!
Bu bölüm geçen dersin sonunda yer alan yorumun bir eki
niteliğindedir. Hz. Peygamberin ve müminlerin, Allah izin
verene, sözünü ve cezaya ilişkin tehdidini gerçekleştirene
kadar sabretmeleri için yönlendirilmeleri konusunu tamamlamaktadır.
Yüce Allah'ın bu sözü ister Hz. Peygamber'in hayatında
gerçekleşsin isterse onun vefatından sonraya
kalsın fark etmez. Bu iş Peygamber'in işi
değildir. Bu inanç sisteminin, ona inananların, bu
konuda haksız yere tartışanların ve ona
karşı büyüklenenlerin işi Allah'ın elindedir.
Bu konuda hüküm yetkisine sahip olan sadece Allah'tır.
İşte bu dinin hareketini götüren ve onun aşamalarını
dilediği biçimde yönlendiren de O'dur.
Surenin kendisiyle noktalandığı bu yeni bölüm
ise aynı gerçeğin başka yönlerini sergilemektedir.
Bu işin süreci, çok eski ve çok uzun olan bir
süreçtir. Son Peygamber olan Hz. Muhammed (salat ve selam
üzerine olsun) ve O'nun mesajı olan islam ile
başlamış değildir. O'ndan önce de pek çok
Peygamber gönderilmiştir. Bu Peygamberlerin bir
kısmını yüce Allah Kur'an'da Hz. Muhammed'e (salat
ve selam üzerine olsun) anlatmış bir
kısmını ise anlatmamıştır.
Bu Peygamberlerin hepsi de yalanlama ve büyüklük taslama ile
karşılanmış ve onların hepsinden
mucizeler ve harikalar istenmiştir. Bu Peygamberlerin hepsi
de yüce Allah'ın yalanlayıcıların ister
istemez boyun eğmek zorunda kalacakları harika bir olay
onlara göstermesini arzu etmiştir. Ne var ki, Allah'ın
izni olmadan ve O'nun dilediği zaman gelmeden hiçbir mucize
meydana gelmez. Çünkü bu dava O'nun davasıdır.
Kendisi dilediği biçimde onu yürütür.
Bununla beraber, yüce Allah'ın mucizeleri evrene
serpiştirilmiş durumdadır. Her zaman ve her yerde gözler
önündedir. İşte bu bölümde söz konusu mucizelerden
hayvanlar ve gemiler mucizesine yer verilmektedir. Hiç kimsenin
inkar edemeyeceği diğer mucizelere ise genel olarak
değinilmektedir.
Sure önceki milletlerin akıbetlerine ilişkin köklü
bir dokunuşla sona ermektedir. Bunlar Hz. Muhammed'in (salat
ve selam üzerine olsun) mesajını yalanlayanların
tutumunu sergilemiş, güçlerine, bilgilerine ve uygarlıklarına
güvenmiş kimselerdir. Doğal olarak Allah'ın
yasası bundan dolayı onları kıskıvrak
yakalamıştır:
"Fakat şiddetli azabımızı gördükleri
zaman inanmaları, kendilerine bir fayda sağlamadı.
Allah'ın kulları hakkında eskiden be