68- Yaşatan ve öldüren O'dur. Bir işin
olmasını istedi mi, ona sadece "ol" der o da
olur.
Kur'an-ı Kerim'de hayat ve ölüm mucizelerine çokça işaret
edilir. Zira bu iki gerçek insanın kalbini sert bir biçimde
ve derinden sarsar. Ayrıca bunlar insanın hissedip gördüğü
her şeyde apaçık olarak tekrar tekrar gördüğü
olaylardır, realitelerdir. Diriltmenin ve öldürmenin ilk
bakışta göze çarpanın ötesinde büyük anlamları
vardır. Hayatın çeşitleri vardır. Ölümün
de çeşitleri. Hayatın hiçbiri izi bulunmayan kupkuru
bir toprağı gördükten sonra onun hayat dolu olgunluğunu
görmek... Bir mevsimde yaprakları ve dalları ile
kupkuru olan bir ağacı görüp sonra da onun her tarafından
hayatın kaynadığını,
yeşerdiğini, yapraklandığını ve
çiçek açtığını... Sanki her tarafından
hayatın coşup taştığını görmek...
Yumurtayı sonra da ondan çıkan yavruyu görmek... Bir
de bu sürecin tersini izlemek. Ölümden hayata doğru giden
süreç gibi bir de hayattan ölüme doğru giden süreci
seyretmek. Evet bu olayların hepsi insanın kalbine
dokunmakta ve onu harekete geçirmektedir. İnsanlar
durumlarına ve iç alemlerinin hallerine göre farklılık
gösteren derecelerde bu olaylar üzerinde düşünür ve
onlardan etkilenirler.
Hayat ve ölüm gerçeklerinden yaratma gerçeği ve yoktan
var etme aracına geçilmektedir. Bu da Allah'ın
dilemesidir. Yaratmaya yönelişinde somutlaşan iradesi.
Herhangi bir şeyin yaratılması
"ol"
kelimesine
bağlı. Onun ardından bir de
bakmışsın ki, varlık "oluvermiş".
En güzel yaratıcı olan Allah'ın şanı
ne yücedir!
İnsan hayatının yaratılması önünde,
hayat ve ölüm sahnelerinin, yaratma ve yoktan var etme gerçeğinin
gölgesi altında Allah'ın ayetleri hakkında ileri
geri söz etmek çok abes ve çirkin kaçmaktadır.
Peygamberleri yalanlamak hayret ve nefret verici bir hareket
olarak ortaya çıkmaktadır. Onun için bu eyleme,
ürpertici bir kıyamet sahnesi biçiminde sunulan korkunç
bir tehdit ile karşılık veriliyor:
69- "Allah'ın ayetleri hakkında
tartışanların nası1 Hak'tan çevrildiklerini
görmedin mi?"
70- "O, Kitab'ı duyurulması için elçilerimize
gönderdiğimiz şeyleri yalanlayanlar, yakında
bileceklerdir."
Bu, Allah'ın ayetlerinin sergilendiği bir ortamda
O'nun ayetlerini kabul etmemek için tartışmaya
girenlerin tutumlarına hayret etmenin ifadesidir. Bu hayret,
ahirette onları bekleyen akıbetin açıklanması
için bir giriş niteliğindedir.
"Allah'ın ayetleri hakkında
tartışanların nasıl
Hak'tan çevrildiklerini görmedin mi?"
"O, kitabı duyurulması için elçilerimize
gönderdiğimiz şeyi yalanlayanlar..."
Aslında onlar bir tek kitabı, bir tek Peygamberi
yalanlamışlardı. Fakat onlar bununla, bütün
Peygamberlerin getirdiği her şeyi yalanlamış
oluyorlardı. Zira tüm Peygamberler bir tek inanç sistemine
çağırmışlardır. Bu da son Peygamber olan
Hz. Muhammed'in (salât ve selam üzerine olsun) mesajında en
mükemmel şeklini bulmuştur. Bu nedenle onlar, her
Peygamberi ve her ilahi mesajı yalanlamış oldular.
Tek olan gerçeğe ve tevhid akidesine çağıran
Peygamberini yalanlayan önceki ve şimdiki herkes de
aynı durumdadır. "Yakında bileceklerdir."
Sonra onların ileride neyi öğreneceklerini açıklıyor:
Bu, sırf azap değil, azabın içinde aşağılanma
ve horlanmadır.
71- Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu
halde sürükleneceklerdir.
Davarların ve yırtıcı hayvanların sürüldükleri
gibi sürülerek horlanacaklardır! Onlara neden saygı gösterilsin
ki artık? Kendi elleriyle onurlarının,
şereflerinin damgasını söküp atanlar onlar değil
mi?
Bu azap ve bu aşağılama içinde
sürülüp-çekildikten sonra gelip kaynar suya ve ateşe
dayanıyorlar:
72- Kaynar suda sonra da ateşte yakılacaklardır.
Yani onlar köpekler gibi bağlanacak ve hapsedileceklerdir.
Onlar için belirlenmiş olan yer kaynar su ve alevlenmiş
ateşle doldurulacaktır. Onlar da varıp oraya
gireceklerdir.
Onlar bu aşağılayıcı azabın içindeyken
kendilerine bir de azarlama, aşağılama,
sıkıştırma ve çaresiz bırakma amacı
ile sorular yöneltiliyor:
73- Sonra onlara denilecektir Ortak koştuklarınız
nerede? Allah'tan başka taptıklarınız?
Onlar bu soruya oyuna getirildiğini anlayan insanın
hayıflanarak ve ümitsizlik içinde verdiği cevabı
andıran bir şekilde cevap veriyorlar:
74
- Dediler
ki: "Bizden uzaklaşıp kayboldular; hayır,
meğer biz önceden hiçbir şeye
tapmamışız. (Taptıklarımız hiçbir
şey değilmiş)." İşte Allah kafirleri
böyle şaşırtır.
Taptıklarımız kaybolup gittiler. Artık ne
biz onlara varan bir yolu biliyoruz. Ne de onlar bize gelen yolu
biliyorlar... Aslında biz daha önce hiçbir şeye çağırmamışız.
Onların hepsi kuruntularmış,
sapıklıklarmış!
75- Bu durum sizin yeryüzünde haksız olarak
şımarmanızdan ve aşırı derecede
sevinip böbürlenmenizdendir.
76- Cehennemin kapılarından, girin orada ebedi
kalacaksınız. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür.
İmdat! Zincirler ve bukağılar içinde kaynar su
ve ateşe nerede sürükleniyorlar acaba? Öyle anlaşılıyor
ki bu, bir giriştir. Sonra cehenneme girecekler ve orada
ebedi olarak kalacaklardır. "Büyüklük taslayanların
yeri ne kötüdür." Bu aşağılanma, büyüklük
taslamadan kaynaklanmıştır. İşte bu
horlanma da o büyüklenmenin cezasıdır.
Zillet, aşağılanma ve korkunç azap, Allah'ın
ayetleri hakkında ileri-geri konuşup-tartışma
ve göğüsleri kabartan büyüklenmeyi tasvir eden bu sahne
önünde... Evet işte bu sahne ve bu akıbet önünde
Kur'an, Hz. Peygamber'e yöneliyor. Karşılaştığı
büyüklenmeye ve yersiz tartışmalara karşı
sabretmesi gerektiğini ve
her halde yüce Allah'ın gerçek olan sözüne güvenmesi
lazım geldiğini öğütlüyor. İsterse yüce
Allah onlara ilişkin sözünün bir kısmını
hayatında kendisine göstersin isterse onun hayatına son
versin ki işi tamamen kendi üzerine alsın. Mesele bütünü
ile Allah'ın elindedir, Peygamber'in görevi sadece
bildirmektir. Sonuçta onların hepsi O'na dönecektir.