60- Rabbiniz buyurdu ki: "Bana dua edin, duanızı
kabul edeyim. Bana kulluk etmeye tenezzül etmeyenler, aşağılık
olarak cehenneme gireceklerdir.
Duanın da kendisine özgü bir kuralı vardır.
Bunlara uyulması gerekir. Bir kere insan samimi bir yürekle
Allah'a yönelmelidir. Duasına karşılık
verileceğine tam güvenmelidir. Fakat bu karşılığın
herhangi bir şeklini öngörmemelidir. Herhangi bir yer veya
zaman tayin etmemelidir. Zira bu türden bir ön şart ileri sürmek
dileğin adabına uygun düşmez. İnsan, dua için
Allah'a yönelmenin dahi Allah'tan bir yardım olduğuna
ve duasına karşılık verilmesinin ise ayrı
bir lütuf olduğuna inanmalıdır. Hz. Ömer (Allah
O'ndan razı olsun) şöyle diyordu:
"Ben duanın kabul edilmesi arzusunu değil,
sadece duanın arzusunu taşırım yüreğimde.
Çünkü bana gerçekten güzel bir dua nasib olduğunda
peşinden kabul edilişinin de geleceğinden eminim."
Bu söz gerçekten Allah'ı tanıyan irfan
sahibi bir kalbin sözüdür. Bu kalb, yüce Allah'ın kabul
etmeyi takdir ettiğinde onunla birlikte dua etmeyi de takdir
ettiğini anlamaktadır. Allah denk düşürdüğünde
dua ile kabul edilişinin birbirine uygun, birbiriyle uyumlu
hale geleceğini kavramaktadır.
Allah'a yönelmeyi onurlarına yedirmeyenlerin gerçek
cezası aşağılanmış,
horlanmış bïr biçimde cehenneme sürülmeleridir.
İşte bu küçücük dünyada ve bu basit hayatta
kalpleri ve göğüsleri kabartan, Allah'ın muazzam
yaratıklarını buna ilave olarak yüce Allah'ın
ululuğunu, büyüklüğünü ve geleceğinde hiçbir
kuşku bulunmayan ahireti unutturan kibrin, üstünlük
taslamanın sonu budur. Bu hareket, bir süre kabardıktan
ve büyüklük tasladıktan sonra insanın ahirette
uğrayacağı zillet durumunu da ona
unutturmaktadır.
Allah'a tapmayı onurlarına yedirmeyenlerden söz
edildikten sonra yüce Allah'ın insanlara verdiği
bazı nimetleri göz önüne sermeye başlıyor.
Allah'ın ululuğunu, yüceliğini gösteren ve onların
bunlara karşı Allah'a şükretmedikleri nimetlerden
söz ediyor. Onlar bu nimetlere rağmen Allah'a tapmaktan ve
O'na yönelmekten burun kıvırmaktadırlar.
Gece ve gündüz kainatın önemli iki olayıdır.
Yer ve gök de evrenin içinde iki varlıktır. Bunlar yüce
Allah'ın insana güzel bir şekil vermesi, onları
tertemiz rızıklarla beslemesi ile birlikte
anlatılıyor. Bunların hepsi yüce Allah'ın
insanlara verdiği nimetler ve lütuflar sadedinde, Allah'ın
birliği ve dini yalnız O'na has kılma konusunda gündeme
getirilmektedir. Bu da, söz konusu olayların,
yaratıkların ve olguların arasında bir
bağ bulunduğunu, onların sağlam bir biçimde
birbirlerine bağlı olduklarını, bunların
hepsini geniş çerçeveleriyle düşünmenin, bunlar arasındaki
bağı ve uyumu göz önünde bulundurmanın zorunlu
olduğunu göstermektedir.
Bu yeryüzünde hayatın varlığına,
gelişmesine ve ilerlemesine zemin hazırlayan,
bildiğimiz şekildeki insan hayatının
varlığına izin veren, bu insan dediği
miz
varlığının ve fıtratının ihtiyaçlarına
uygun şartlar oluşturan temel faktör, bu evrenin yapısının
Allah'ın kendisi için belirlediği anayasaya uygun
hareket etmesidir. Geceyi insan için yerleşme, rahat etme ve
toplanma, gündüzü ise aydınlık, görmesi ve hareket
etmesi için yardımcı kılan, yeryüzünü hayat ve
hareket için güzel bir yerleşim alanı göğü ise,
dağılmayan, yıkılmayan oranları ve
boyutları birbirine karışmayan birbirine
kenetlenmiş bir bina yapan da kainatın bağlı
olduğu bu anayasadır. Eğer göğün yapısını
oluşturan oranlar ve boyutlar karışacak olsa, bu
yeryüzünde insanın varlığı hatta
hayatın varlığı dahi imkansız hale
gelirdi. Tertemiz rızıkların yerden çıkmasını
ve gökten inmesine müsaade edip yüce Allah'ın şekil
verdiği ve ona en güzel şekli verdiği, ona bu
evrenin yapısıyla uyum sağlayan özellikler ve
yetenekler bahşettiği böylece bu koca varlığa
bağlı olarak ve içinde bulunduğu şartlara
uyum sağlayarak yaşamasını garanti ettiği
insanın bu nimetlerden yararlanmasını temin eden de
yine bu anayasadır.
Görüldüğü gibi bu olayların hepsi birbirine
bağlı ve birbiriyle uyum içindedir. Bu nedenle Kur'an
onların hepsini bu karşılıklı uyum içinde
bir yerde anlatmaktadır ve onların hepsinden
yaratıcının birliğine ilişkin kesin
delilini çıkarmaktadır. Bunların
ışığı altında insanın kalbini
yalnız Allah'a çağırmaya, samimi bir şekilde
onun dinine sarılmaya doğru yöneltmektedir. "Alemlerin
Rabbi olan Allah'a hamd olsun" diye haykırmaktadır.
Bütün bu varlıkları eşsiz bir uyumla yoktan var
eden ve onlara şekil verenin ancak ilah olmaya layık
olduğunu bunun da Allah olduğunu, alemlerin Rabbi
olduğunu belirtmektedir. Böyleyken insanlar nasıl olur
da bu apaçık gerçekten yüz çevirirler?
Burada bu evrenin özündeki bağlılıkların
bazı yönlerine ve insanın hayatı ile
ilişkilerine kısaca bir göz atmak istiyoruz. Allah'ın
kitabında yer alan bu özlü işarete paralel düşen
kısa işaretlerde bulunacağız.
"Eğer dünya, güneş karşısında
kendi ekseni etrafında dönmeseydi gece ve gündüz meydana
gelmezdi."
"Eğer dün a kendi ekseni etrafında şu anki
hızından daha hızlı dönseydi evler havaya
savrulur, yeryüzü darmadağın hale gelir uzaya saçılırdı."
"Eğer dünya kendi ekseni etrafında
şimdikinden daha yavaş dönseydi insanlar sıcaktan
ve soğuktan kırılırlardı. Dünyanın
kendi ekseni etrafında dönme hızı yani şu
anda sürekli olarak devam eden hızı yeryüzünde yaşayan
bitkilerin ve canlıların hayatı için kelimenin tam
anlamı ile en uygun olan hızdır. "Eğer dünya
kendi ekseni etrafında dönmeseydi denizlerin ve okyanusların
suyu boşalırdı:'
"Eğer dünyanın ekseni dik ve dünya merkezi
güneş olan daire biçiminde bir yörüngede dönseydi ne
olurdu? O zaman mevsimler kaybolur, insanlar yaz nedir, kış
nedir, ilkbahar nedir, sonbahar nedir bilmezlerdi.
"Eğer yeryüzünün kabuğu şimdikinden
birkaç karış daha kalın olsaydı karbonun
ikinci oksidi oksijeni emer ve bitkilerin hayatının
varlığı imkansızlaşırdı. "Eğer
hava tabakası bugün olduğundan daha yüksekte bulunsaydı
hava dışında yanmakta olan ve saniyede altı
mil ile kırk mil arasında değişen bir
hızla seyretmekte olan milyonlarca alevlerin
bazıları yerkürenin bütün parçalarına çarpar
ve yanabilecek olan her şeyi yakabilirdi. Eğer bu
meteorlar tabancanın kurşunu hızıyla
seyretmiş olsalardı hepsi yere çakılırdı.
O zamanda sonuç korkunç olurdu. İnsana gelince, onun
kurşun hızının doksan katı hızla
gelmekte olan küçük bir göktaşı ile çarpışması,
doğal olarak onu sırf hızının
sıcaklığıyla paranı parça ederdi."
"Eğer havadaki oksijenin oranı yüzde 21 yerine
yüzde 50 olsaydı dünyadaki yanabilecek her şey hemen
alevlenebilirdi. Yıldırımdan saçan bir kıvılcımın
bir ağaca isabet etmesiyle bütün bir orman adeta patlayarak
alevlenecekti. Havadaki oksijenin oranı yüzde 10'a ve daha
da aşağıya düşseydi belki hayat asırlar
boyunca kendisini ona ayarlayabilirdi ama o zaman da insanın
alışageldiği ateş gibi medeniyet
kaynaklarından (etkenlerinden) çok azını elde
edebilirdi.
Bu evrenin öz yapısında birbirine denk
getirilmiş binlerce sistem vardır. Bunlardan herhangi
biri az bir şey dengesini kaybetse hayat bildiğimiz
şu şekliyle varlığını sürdüremez
ve ortam insan hayatı için bu kadar uygun olmaz
İnsanın kendisine gelince, onun güzel yaratılışının
bir yönü onun bütün canlılar arasında bu kadar
eşsiz bir şekilde yaratılması, bütün
görevlerini rahatlıkla ve dikkatli bir biçimde yerine
getirmesi için gereken cihazlar ve organlarla mükemmel biçimde
donatılması, kendi yapısı ile genel olan
evrensel şartları arasında, bu evrensel ortamda
olduğu gibi varlığını ve hareket etmesini
sağlayan imkanların oluşturulması evet
işte bunların hepsi onun güzel yaratılışının
belgeleridir. Bunun da ötesinde insanın en büyük özelliği
yeryüzünde halife olmasıdır. Halifeliğin
başta gelen araçlarıyla donatılmış
olmasıdır: Bunlar akıldır,
şekillerin
ve sebeplerin ötesiyle ruhani bağlar kurabilmektir.
Eğer biz insanın yapısındaki
inceliğini parçalarının ve görevlerinin ahengini
araştırma konusu yapsak ve bunların hepsini:
"Size
şekil verip de, şeklinizi
güzel yapan" ayetinin kapsamında
değerlendirsek, bu hayret verici ince yapıda yer
aldığı için insanın her bir küçük organının
ve hatta her hücresinin üzerinde durmak zorunda kalacaktık.
Bu hayret verici inceliğe bir örnek olarak insanın
çenesini ve oraya yerleştirilen dişleri sırf
mekanik yönden ele alıyoruz. Çene o kadar ince hesaplarla
yapılmıştır ki diş etlerinde veya dilde
milimetrenin onda biri kadar bir çıkıklık olma bu
diş etlerini ve dili rahatsız eder. Normal dişlerde
ve azı dişlerinde de bu büyüklükteki bir çıkıklık,
karşısındaki dişe çarpar ve onu tahriş
eder! Alt çene ile üst çene arasına sigara
kağıdı gibi bir kağıt konulup çeneler
kapandığında bu kağıt üzerinde kapanmanın
izleri görülür. Çünkü bu iki çene öyle bir incelikte yapılmıştır
ki, sigara kağıdı inceliğindeki bir şeyi
dahi çiğneyebilir ve öğütebilir!
Ayrıca bu insan söz konusu olan bu yapısı ile
bu evrende yaşasın diye
donatılmıştır. İnsanın gözü, bu
yeryüzünde görme vazifesini sağlayacak ışın
dalgalarını alabilecek biçimde ayarlanmıştır.
İnsanın kulağı, bu yeryüzünde işitme görevini
sağlayacak ses dalgalarını alabilecek şekilde
ayarlanmıştır. Bütün duyguları ve bütün
iç organları hayatı için hazırlanan ortama uygun
yaratılmıştır. Şartların
değişmesi halinde, sınırlı da olsa, ona göre
vaziyet alabilecek güçlerle donatılmıştır.
Şüphesiz ki insan bu ortam için yaratılmıştır.
Bu ortamda yaşasın. Bu ortamda etkilensin. Bu
ortamı etkilesin diye yaratılmıştır. Öz
itibariyle bu ortamın yapısı ile insanın
yapısı arasında köklü bağlar da vardır.
İnsanın bu şekilde tasvir edilmesi onun ortamı
ile yani yer ve gökle yakından ilgilidir. Onun içindir ki
Kur'an insanın bu tasvirini yer ve göğü anlattığı
ayetin devamında söz konusu etmektedir. Bu da Kur'an-ı
Kerim'in eşsiz anlatım sanatının
(i'cazının) bir parçasıdır.
Allah'ın sanatına ve bu sanatın gereği
olarak evrenle insan arasında sağladığı
uyuma ilişkin özlü olarak sergilediğimiz bu
işaretler yeterlidir.
Simdi Kur'an'ın ayetleri önünde kısa kısa
durmaya geçiyoruz: