51- Elbette biz, peygamberlerimize ve inananlara dünya hayatında
ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım
ederiz.
52- D gün zalimlere, özür beyan etmeleri fayda vermez, lanet
onlaradır. Yurdun kötüsü de onlaradır.
Bu kesin yorum ve hüküm, yukardaki zor duruma uygun düşmektedir.
Artık insanlık bu örnekle hakkın ve
batılın sonuna vakıf olmuştur. Hak ve
batılın hem bu dünyadaki hem de ahiretteki akıbetlerini
görmüştür. Firavun ve kabinesinin bu dünya hayatındaki
sonunu görmüştür. Onların cehennemde birbiriyle
boğuştuklarını da görmüştür. Onların
ihmale ve zillete düştüklerini müşahede etmiştir.
Kur'an'ın da belirttiği gibi her konuda durum bundan
ibarettir.
Ahiret gününe iman eden herkes o gün yüce Allah'ın mü'minlere
yardım edeceği ve onları bu sona
ulaştıracağı konusunda tartışmaya
girmez. Bu konuda tartışmayı gerektirecek bir
durumla da karşılaşmaz. Dünya hayatındaki
yardıma gelince bu konu açıklamayı ve
aydınlatmayı gerektirebilir.
Hiç şüphesiz yüce Allah'ın sözü kesindir, tartışma
götürmez. "Elbette biz peygamberlerimize ve inananlara
dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri
günde yardım ederiz."
Bir de şu gerçek vardır ki, insanlar bazı
Peygamberlerin öldürüldüklerini, bazı Peygamberlerin de
yalanlanarak, kovularak yurtlarını ve
toplumlarını bırakarak göç ettiklerini
gözleriyle görmektedirler. Yine insanlar, bazı müminlerin
en acı işkencelere maruz kaldıklarını,
bazılarının ateş çukurlarına
atıldıklarını, bazılarının
şehid edildiklerini bazılarının ise,
baskı, sıkıntı ve ızdırap dolu bir
hayat yaşadıklarını gözlemektedirler... Peki
yüce Allah'ın dünya hayatında onlara yardım
edeceğine ilişkin sözü nerede? İşte
şeytan bu gedikten insanların kalplerine nüfuz etmekte
ve orada yapacağını yapmaktadır.
Şu kadar var ki, insanlar işleri-olayları
dış görünüşlerine göre değerlendirirler.
Bunun yanında takdirde yer alan pek çok değerleri ve
pek çok gerçeği hesaba katmazlar. Onlardan habersiz hareket
ederler.
İnsanlar, kısa bir zaman dilimini, yerin
sınırlı bir bölgesini esas alırlar. Bunlar
ise insanların ortaya koydukları küçük, basit
ölçülerdir. Kapsamlı ölçü ise böyle sınırlı
değildir. Yer ve zamanın geniş penceresinden,
geniş alanından olayları değerlendirir. Bir
asırla diğer asrın arasına, bir yer ile
diğer yer arasına birtakım sınırlar
koymaz. Eğer inanç sistemine ve iman meselesine bu açıdan
bakacak olsak onların kuşkusuz zafere
kavuştuklarını görürüz. İnanç sisteminin
zafere kavuşması o inançta olan insanların
zaferidir. Zira bu inançta olan insanların bu inanç olmadan
var olmaları mümkün değildir. Bu
insanlardan
imanın istediği şeylerin başında
kendilerini onun uğrunda feda etmeleri, kendilerini yok edip
onu ön plana çıkarmalarıdır!
İnsanlar, yardımın/zaferin anlamına da
kendilerince belli olan alışageldikleri dar açılardan
bakıyorlar. İlk etapta gözlerine çarpan manalarını
arayarak onu yorumluyorlar. Ne var ki, zaferin şekilleri pek
çoktur. Dar açıdan bakıldığında bu
zaferin bazı şekilleri yenilgiyle de
karıştırılabilir. Ateşe
atıldığı halde inancından ve
davasından vazgeçmeyen Hz. İbrahim zafer konumunda
mıdır yoksa yenilgi konumunda mıdır? İnanç
sisteminin mantığına göre o ateşe
atılırken dahi zaferin zirvesindeydi. Ateşten
kurtulması ise ikinci bir zaferdir. İşte zaferin
bir şekli öyle, bir şekli ise böyledir. Dış
görünüş açısından bunlar birbirinden uzak zafer
şekilleridir. Gerçekte ise bunlar birbirine alabildiğine
yakın zafer şekilleridir!
Bir açıdan korkunç, öbür açıdan dramatik bir biçimde
şehid edilen Hz. Hüseyin (r.a.) in bu eylemi bir zafer miydi
yoksa bir yenilgi miydi? Dış görünüş açısından
ve basit küçük ölçülerle bakıldığında bu
bir yenilgidir. Kuşatıcı büyük ölçülerle ve
gerçeğin net bakış açısıyla ele
alındığında ise bu bir zaferdir.
İnsanların gönüllerinde sevgiden ve merhametten bir
taht kuran, yeryüzünde Hz. Hüseyin kadar vicdanların sevgi
ve merhametle üzerine titrediği, kalplerin onunla beraber
çarptığı, insanların azimlerini ve
fedakarlık duygularını kamçılayan başka
bir şehid yoktur. Bu konuda şii müslümanlar ile
şii olmayan müslümanlar arasında fark yoktur. Hatta müslüman
olmayan çok kimseler de böyledir!
Nice şehitler var ki, şehitliğiyle inancına
ve davasına yaptığı yardımı ve
hizmeti bin sene yaşasa daha başka şekilde
yapamazdı. Ömrünün sonunda kanıyla
yazdığı son mesajı ile binlerce kalbe önemli
büyük gerçekleri kazıyamaz ve binlerce insanı büyük
eylemlere sürükleyemezdi. Çocuklarını ve
torunlarını harekete geçirecek, belki de nesiller
boyunca tarihin seyir çizgisini değiştirecek önemli
bir dinamik olamazdı...
Zafer nedir? Yenilgi nedir? Biz bugün bizim ölçülerimizi
oluşturan şekilleri ve değerleri yeniden gözden
geçirmek durumundayız. Yüce Allah'ın Peygamberine ve müminlere
dünya hayatında zafer vereceğine ilişkin sözünün
nerede olduğunu sormadan önce yapmamız gereken budur.
Bunun yanında zaferin dış görünüş
itibariyle ve ilk akla gelen şekliyle gerçekleştiği
pek çok durumlarda vardır. Yeter ki, bu ilk akla gelen ve
dış görünüşten ibaret olan bu zafer şekli
kalıcı ve değişmeyen diğer şekliyle
ilintilendirilsin.
Mesela Hz. Muhammed (salat ve selam üzerine olsun) kendi hayatında
zafere ulaşmıştır. Zira bu zafer, islamın
getirdiği inanç sisteminin eksiksiz gerçekliğiyle yeryüzünde
hakim kılınması ile ilgilidir. Zira bu inanç
sistemi insan toplumunun hayatına egemen
kılınmadığı ve onun hayatına bütünüyle
hükmetmediği sürece hedefine ulaşmış olamaz.
Bireyin kalbinden haşlayıp egemen olan bir devlete dönüşmedikçe
tamamlanamaz. İşte bu nedenle yüce Allah bu inanç
sisteminin sahibini hayatında muzaffer etmeyi dilemiştir
ki, bu inanç sistemini eksiksiz şekliyle gerçekleştirsin.
Ve bu gerçeği, tarihin belli bir döneminde yaşanmış
bir realite olarak insanların zihinlerine yerleştirsin.
Bundan ötürüdür ki burada zaferin ilk etapta akla gelen
şekli uzak olan diğer şekliyle
bitiştirilmiştir. Allah'ın takdiri ve düzenlemesine
uygun olarak, burada dış görünüşteki zafer
şekli gerçek şekliyle bütünleşmiştir.
Bu konuda dikkat edilmesi gereken bir husus daha var. Yüce
Allah'ın sözü Peygamberleri ve iman edenler için
geçerlidir. Dolayısıyla bu sözün kendileri hakkında
yürürlüğe konması istenen kalplerin içinde gerçek
imanın yerleşmiş olması gerekmektedir.
İnsanlar iman gerçeği konusunda çoğu zaman
gevşek davranırlar. Halbuki iman gerçeği, bütün
şekilleri ve biçimleriyle şirkten
arındırılmadığı sürece kalbe gelip
yerleşmez. Sonra şirkin bazı gizli şekilleri
vardır ki insan yalnız Allah'a yönelmedikçe, yalnız
O'na tevekkül etmedikçe, yüce Allah'ın kendisi lehinde ve
aleyhindeki kazası ve kaderine gönül huzuru ile teslim
olmadıkça, yalnız yüce Allah'ın kendisini yönlendirdiğini,
Allah'ın seçtiğinden başka seçeneği
olmadığını somut biçimde hissetmedikçe
bunların hepsini gönül huzu
ru,
tam bir güven,
kabullenme ve iç rahatlığı ile
karşılamadıkça insanın kalbi bu
şirk çeşitlerinden
arınmaz, kurtulmaz. İnsanın kalbi bu dereceye
kavuştuğu zaman ise asla Allah'ın önüne geçmeye
kalkışmaz. Zaferin veya iyiliğin belli bir
şeklini vermesi için ona öneride bulunamaz. Bunların
hepsi Allah'a ait işlerdir. O
ise Allah'ın
emrine bağlıdır. Kendisinin başına gelen
her şeyin hayır, iyilik olduğunu kabul eder...
İşte zaferin anlamlarından biri de budur.
Kişinin kendi benliğine, egosuna, şehevi
ihtiraslarına karşı muzaffer olması. Bu içe
dönük bir zaferdir ve onsuz hiçbir şekliyle dışa
dönük herhangi bir zafer gerçekleşmez.
"Elbette biz peygamberlerimize ve inananlara dünya hayatında
ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım
ederiz."
"O gün zalimlere, özür beyan etmeleri fayda vermez,
lanet onlaradır. Yurdun kötüsü de onlaradır."
Daha önceki sahnede zalimlere mazeretlerinin nasıl fayda
vermediğini ve onların nasıl lanete
uğradıklarını kötü bir yere
sürüldüklerini görmüştük. Hz. Musa'nın
kıssasında görülen zaferin şekillerinden biri de
şudur: