Bu adam inanmış bir kalbin hissettiklerini hissediyor.
Buna göre yüce Allah'ın ibret olacak biçimde cezalandırması
yeryüzünde servet ve iktidar sahiplerine daha yakın bir
ihtimaldir. Bu nedenle Allah'ın bu cezasından en çok
onların çekinmeleri, onu somut halde hissetmeleri ve ondan
sakınmaları gerekirdi. Her an onun korkusuyla
yatıp-kalkmaları lazımdı. Çünkü Allah'ın
bu cezası gecenin ve gündüzün her anında onları
dört gözle beklemektedir. İnanmış olan adam bunun
için onların içinde bulundukları servete ve iktidara
dikkatlerini çekiyor. Uzbakış sahibi vicdanına
yerleşmiş olan bu gerçeğe parmak basıyor.
Sonra onları Allah'ın kıskıvrak yakalayacak
olan cezasından sakındırırken kendisini de
onların arasına katma nezaketini gösteriyor. "Allah'ın
cezası geldiğinde kim bize yardım edebilir?" Böylece
onların durumlarının kendisini de
ilgilendirdiğini, zira onlardan biri olduğunu ve onlarla
birlikte akıbetini beklediğini hissettiriyor. Öyleyse
o, kendilerine öğütte bulunuyor. Şefkatle üzerlerine
titriyor. Belki bu üslup onların bu uyarıya kulak
vermelerini sağlayabilir. Onun masumluğunu ve
samimiyetini ortaya koyabilir. Bu adam Allah'ın cezası
geldiği zaman ona karşı hiçbir yardımcı
ve kurtarıcının olamayacağını ve
kendilerinin ona karşı zayıf, çok çok zayıf
kalacaklarını onlara kavratmaya çalışıyor.
Bu sırada kendisine öğüt verilen her azgın
iktidar sahibini yakalayan duygu Firavun'u da yakalıyor. Suçlu-haksız
olduğu halde üstünlük havasına kapılıyor.
Samimi öğütü iktidarına karşı bir tehlike,
nüfuzuna gölge düşürücü bir müdahale, nüfuz ve
iktidarına karışma onlara ortak olmaya çalışma
şeklinde yorumluyor:
"Firavun: "Ben size kendi görüşümden başkasını
söylemiyorum. Ben size ancak doğru yolu gösteriyorum"
dedi."
Ben size doğru gördüğümden, faydalı
olduğuna inandığımdan başkasını
söylemem. Bu söylediklerimin doğru ve gerçek olduğunda
kuşku yoktur. Tartışma götürmez söylediklerim!
Azgın iktidar sahiplerinin söyledikleri herhalde doğru,
iyi ve gerçekten başka ne olabilir ki? Birilerinin
onların bazan hata edebileceklerini söylemesine izin
verirler mi acaba? Başkalarının kendilerinin görüşleri
yanında başka görüşler ileri sürmelerine izin
verirler mi? Eğer tüm bunlar olmasaydı onlar neden
azgın kimseler oluyorlardı?
Fakat inanmış olan adam, imanından kaynaklanan
başka bir duyguya sahip. Onları
sakındırmayı, onlara öğüt vermeyi ve görüşünü
açıkça ortaya koymayı üstüne görev biliyor. Azgın
iktidar sahiplerinin görüşleri ne olursa olsun
inandığı gerçekten yana tavır
almasını kendisine görev biliyor. Sonra belki duygulanırlar,
ürperirler, uyanırlar ve yumuşarlar diye onların
kalpleriyle başka bir dokunuşla temas kurmaya çalışıyor.