18- Ey Muhammed! Onları yüreklerin ağıza
geleceği, tasadan yutkunacakları yaklaşan
Kıyamet günü ile uyar. Zalimlerin ne dostu ne de sözü
dinlenecek şefaatçisi olur.
Ayet-i kerimede geçen "Azife" kavramı
yakınlaşan, gelmekte olan demektir. Bu da kıyamet günüdür.
Kavramın sözlü ifadesi dahi onun gelmekte olduğunu ve
yaklaştığını tasvir etmektedir. Bu
nedenle nefesler yorgunlukla ve hızlı hızlı
alınmaktadır. Sanki sıkışan kalpler
ağızlara gelmektedir. Onlar buna rağmen nefeslerini,
acılarını ve korkularını gizlemektedirler.
Bu hallerini gizlemek ise onları yoruyor. Göğüslerini
daraltıyor. Ama yine de kendilerine acıyacak bir dost
bulamıyorlar. Bu korkunç ve zorlu günde sözü dinlenen bir
şefaatçi, aracı da bulamıyorlar.
Onlar bugünde apaçık ortadalar. Hiçbir şeyleri
Allah'tan gizli değil. Hatta bir çırpıda gözlerinin
kaymasından, gizli olan kalplerinin sırlarından
dahi habersiz değil:
19- Allah gözlerin hainliğini ve gönüllerin gizlediğini
bilir.
Hain olan göz, bu hainliğini gizlemeye çalışır.
Fakat bu onu Allah tan gizlemez. Kapalı olan sırrı
göğüsler gizler. Yalnız bu Allah'ın bilgisinde
gizli değil apaçıktır.
Bu günde gerçek hükmü verecek olan yalnız
Allah'tır. Onların sözde sahte ilahlarının hiçbir
işleri, hiçbir otoriteleri ve hiçbir yargılama güçleri
yoktu
20- Allah adaletle hükmeder. O'ndan başka çağırdıkları
tanrılar ise, hiçbir şeye hükmedemezler. Çünkü işiten,
gören yalnız Allah'tır.
Yüce Allah bilerek ve ustalıkla, işiterek ve görerek
hak ile hükmeder. Bu nedenle hiç kimseye zulmetmez ve hiçbir
şeyi unutmaz:
"Şüphesiz Allah işitendir, görendir."
Surenin bu bölümünün konusunu daha önce özetlemiştik.
Geniş açıklamasına geçmeden önce kıssanın
bu bölümünün surenin konusuyla paralellik arz ettiğini,
surenin ifade üslubuyla da uyum sağlayacak bir üslubun
hatta yer yer aynı ifadelerin
kullanıldığını, bazı cümlelerin
aynen tekrar edildiğini belirtmekte yarar görüyoruz.
Firavun ailesinden iman etmiş olan adamın diliyle daha
önce surede geçen bazı olgular ve ifadeler yeniden
verilmiştir. Bu adam, Firavun'a Haman'a ve Karun'a kısa
bir süre ülkelerde gezip-dolaşacaklarını
hatırlatıyor ve kendilerini birleşik orduların
yenilgiye uğratıldıkları gün gibi bir günden
sakındırıyor. Aynı zamanda surenin
girişinde birtakım sahneleri sergileyen kıyamet gününden
de onları sakındırıyor. Allah'ın ayetleri
konusunda tartışmalardan yüce Allah'ın ve müminlerin
onlardan nefret edişinden söz ediyor. Tıpkı
surenin birinci bölümünde geçtiği gibi.
Daha sonra surenin akışı içinde bu inkarcıların
ateş içindeki aşağılanmış
durumları sergileniyor. Orada içtenlikle yakardıkları
halde duaları kabul edilmiyor. Nitekim daha önce surede
onların benzerlerinin durumları sergilenmişti.
Bu olaylar ve gelişmeler gösteriyor ki; imanın
mantığı ve inananların mantığı
birdir. Çünkü her ikisi de bir olan hakka dayanır. Bu da
surenin havasına bir uyum katmakta ve tevhidi özellikleri
bulunan bir "kimlik" kazandırmaktadır. Zaten
Kur'an-ı Kerim'in tüm surelerinde bu özellik söz konusudur.
21- Onlar, yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki,
kendilerinden önce gelenlerin sonunun nasıl olduğunu görsünler.
Onlar kuvvet ve yeryüzündeki eserleri bakımından
kendilerinden daha üstün idiler. Fakat Allah, onları günahları
yüzünden yakaladı. Onları Allah'ın azabından
koruyan da olmadı.
Hz. Musa'nın kıssası ile surenin
ondan önceki konusu arasında er alan bu geçiş
Allah'ın ayetlerini kabul etmeye yanaşmayan arap müşriklerine
önceki tarihten ders almalarını hatırlatıyor.
Yeryüzünde gezip dolaşmalarını, Allah'ın
ayetlerine karşı kendileri gibi tavır koyan, güç
ve uygarlık alanında kendilerinden çok ilerde olan
önceki inkarcıların akıbetlerini görmelerini
tavsiye ediyor. Onlar bu güçleri ve uygarlıklarına
rağmen Allah'ın başkalarına ibret olacak biçimde
cezalandırması karşısında güçsüz düştüler.
Günahları gücün gerçek kaynağından onları
uzaklaştırmış, güç ve egemenlik sahibi olan
Allah'ın gücünü de yanına alan iman güçlerinin
şimşeklerini üzerlerine çekmişlerdi:
"Allah onları günahları yüzünden
yakaladı. Onları Allah'ın azabından koruyan da
olmadı.
Zaten imandan, güzel iş yapmaktan, hak,
iman ve iyilik cephesinde yer almaktan başka koruyucu ve
kurtarıcı da olamaz. Peygamberlerin
mesajlarını ve onların apaçık delillerini
yalanlamanın ise sonu yıkımdır,
başkasına ibret olacak biçimde cezaya çarptırılmaktır: