O

Mülk

O

   

24- Deki: Sizi yeryüzünde çoğaltıp yayan O dur, ancak O'nun huzuruna gelip toplanacaksınız.

Ayetin orijinalinde geçen "zere'e" kelimesi çoğaltmak anlamına gelir. Ama aynı zamanda yaymak anlamını da içerir. Haşir ise; dağıldıktan sonra toplanmak demektir. Düşünce açısından birbirini karşılayan bu hareket manevi açıdan da birbirlerine karşılıktırlar. Bu insanların yaratılıp çoğaltılmaları ardından yeryüzüne dağılıp yayılmaları sahnesi... Bu da dağılıp yayılmadan sonra toplanıp bir araya gelme sahnesidir. Surenin akışı Kuran'ın bilinen yöntemi uyarınca iki sahneyi duygu ve düşüncede karşı karşıya getirmek için iki olguyu bir ayette sunuyor. Bir de yeryüzünde dağılmış durumda bulunan insanlara bir hedefin bulunduğu, bununda toplanıp bir araya gelme olduğu, bu durumun ötesinde, yani ölüm ve hayatla sınanma olgusunun ötesinde bir başka durumun olduğu hatırlatılıyor.

Sonra onların toplanmadan kuşku duydukları, bu vaad konusunda şüphelerinin olduğu anlatılıyor:

25- Doğru sözlü iseniz söyleyin, bu tehdit hani ne zaman gerçekleşecek?" derler."

26- De ki: "O bilgi ancak Allah'a mahsustur. Ben ise sadece açık sözlü bir uyarıcıyım."

27- Fakat azabı gördükleri zaman, inkar edenlerin yüzleri kararır ve kendilerine "işte sizin arayıp durduğunuz budur" denir.

Bu, kuşku içinde kıvranan bir insanın sorusudur. Ayrıca demagoji yapan bir inatçı da böyle bir soru sorabilir. Çünkü bu vaadin gerçekleşeceği zamanı bilmek bu vakti ne öne alır ne de erteler. Bu vaadin ne zaman gerçekleşeceğini bilmenin onun gerçekliği ile de bir ilgisi yoktur. İmtihandan sonra her şeyin karşılığını göreceği bir günün geleceğine ilişkin gerçek değişmez. Onlar açısından o günün yarın gelmesi ile milyonlarca yıl sonra gelmesi arasında bir fark yoktur. Önemli olan o günün kesinlikle gelecek olmasıdır, o gün bir araya gelip toplanacak olmalarıdır. Dünya hayatında yaptıklarının karşılığını o gün alacak olmalarıdır önemli olan.

Bu yüzden yüce Allah o günün ne zaman geleceğini hiç kimseye bildirmemiştir. Çünkü onu bilmelerinde kendileri açısından bir yarar yoktur. Ayrıca bugünün ne zaman gerçekleşeceğini bilmenin o güne hazırlık olsun diye insanlar-dan yerine getirilmesi istenen yükümlülükler üzerinde de bir etkisi olmaz. Tersine o günün vaktini bütün insanlardan gizlemek ve bu güne ilişkin bilgiyi sadece Allah'a özgü kılmak insanlar açısından daha yararlı ve daha yerinde bir karardır.

"De ki: `O bilgi ancak Allah'a mahsustur. Ben ise sadece açık sözlü bir uyarıcıyım."

Burada yaratıcı ile yaratılanlar arasındaki fark açık seçik ortaya konuyor. Allah'ın zatı ve birliği benzerlerden ve ortaklardan soyutlandırılıyor. Bu konuya ilişkin bilgi sadece O'na özgü kılınıyor. Aralarında peygamberler ve melekler de olmak üzere bütün yaratıklar yüce ilahlık makamı karşısında kendilerine özgü kulluk makamında gerekli edep tavrını takınarak duruyorlar. "De ki: O bilgi ancak Allah'a mahsustur. Ben ise sadece açık sözlü bir uyarıcıyım: '

Benim görevim uyarmaktır. Her şeyi olduğu gibi açıkça duyurmaktır vazifem. Fakat kıyamet gününe ilişkin bilgi, her türlü bilginin kaynağı tek ve ortak-sız Allah'a özgüdür.

Onlar kuşkularının ifadesi olarak böyle bir soru yöneltip susturucu cevabı alırlarken Kur'an-ı Kerim, hakkında soru sordukları günün sanki gelip çattığını, gerçekleşeceğinden kuşku duydukları sürenin dolduğunu düşündürüyor. Şu anda o gün burun buruna gelmişler ve her şey olup bitmiş gibi bir tablo çiziyor:

"Fakat azabı gördükleri zaman, inkar edenlerin yüzleri kararır ve kendilerine "işte sizin arayıp durduğunuz" denir."

O günü yakından görmüşler artık, beklenmedik bir sırada ve hazırlıksız olarak burun buruna geldiler. Ansızın karşılarında görünce yüzleri kararıyor, karamsarlık yüzlerine vuruyor. Ve azarlanıyorlar: "İşte sizin arayıp durduğunuz budur, denir." İşte yakından görüyorsunuz. Olmayacağını iddia ettiğiniz günle burun burunasınız.

Bu, Kur'an-ı Kerim'in gelecekte olacak bir olayı sunarken sık sık başvurduğu bir yöntemdir. Amaç, yalanlama ve kuşku durumunu tasvirli düşünsel bir şokla karşılamaktır. Yalanlayanı veya kuşkucuyu yalanladığı ve kuşku duyduğu olayla yüz yüze getirmektir.

Ama aynı zamanda bu ifade tarzı bir gerçeği tasvir etmektedir. Çünkü bugün Allah'ın bilgisine göre olmuş bitmiştir. O gün ile insanlar arasındaki zaman çizgisi ise insanlara göre mevcuttur. zaman göreceli bir meseledir ve Allah'ın hesabındaki şekliyle yalın gerçeği temsil etmez. Şayet yüce Allah izin verirse o günü Aynı anda yüce Allah'ın bilgisi kapsamında gerçekleştiği şekliyle görürler. Dünyadan ahirete, kuşku, şüphe konumundan yüzleşme konumuna yapılan bu ani geçiş şu anda var olan bir gerçeğe işaret ediyor ve Allah dilerse bu gerçek görebilecekleri şekilde ortaya çıkabilir. Ama aynı zamanda surenin akışı bu gerçeği duygularında deprem meydana getirecek bir etkinlikte tasvir ediyor.

Müşrikler Peygamber Efendimizin ve beraberindeki bir avuç müminin bir gün ölüp gitmeleri, böylece onlardan kurtulmaları beklentisi içindeydiler; eceli dolup öleceği gün gelene kadar Hz. Peygamber'e karşı birbirlerine sabır tavsiye ediyorlardı. Böylece İslam çağrısının saflarında kopardığı fırtınanın dineceğini düşünüyorlardı. Nitekim zaman zaman daha da ileri giderek, sapık oldukları ve Allah'ın söylemediği şeyi ona dayandırdıkları için yüce Allah'ın Hz. Muhammed'i ve beraberindekileri helak edeceğini ileri sürüyorlardı. İşte burada, surenin akışı mahşer ve dünyada yapılanların karşılık görmesi sahnesi karşısında, bu dilekleri gerçekleşse bile küfür ve sapıklığın akıbetinden kurtulamayacakları uyarısında bulunuyor. Şu halde iyisi mi şu anda sanki meydana gelmiş gibi karşı karşıya kaldıkları bu sahne fiilen gerçekleşmeden önce durumlarını etraflıca düşünsünler.

 

 

O

 

O