O

Mülk

O

   

20- Rahman olan Allah'a karşı size yardım edecek askerleriniz hani kimlerdir? Kâfirler derin bir gaflet ve aldanma içindedirler.

Kur'an-ı Kerim bundan önce onları yerin dibine geçirilme ile, önünde taşlar savuran dehşet verici bir kasırgaya tutulma ile korkutmuştu. Yüce Allah'ın intikam alıp köklerini kuruttuğu geçmiş milletlerin acı akıbetlerini hatırlatmıştı. Şimdi ise onlara soru soruluyor: Allah'tan başka kim onlara yardım edebilir? Kim onları Allah'a karşı koruyabilir? Rahmeti bol olan Rahmandan başka kim Rahmanın can alıcı baskınını, karşı konulmaz öfkesini önleyebilir? "Kafirler derin bir gaflet ve aldanma içindedirler." Bu gurur onları, yalancı bir güvenliğe, korumaya ve sahte bir huzura itiyor. Rahmeti bol olan Allah'ın öfkesini ve karşı konulmaz baskınını, iman gibi bir aracı, rahmeti bol olan Allah'ın merhamet etmesini gerektirecek salih bir amel olmaksızın önleyebilecekleri yanılgısına düşürüyor. Öteki mesaj ise, her gün yararlandıkları, ama kaynağını unuttukları, üstelik ellerinden çıkıp kaybolmasından hiç endişelenmedikleri, üstüne üstlük onu azgın bir inatlaşma, burun kıvırma aracı olarak algıladıkları rızk olgusu ile ilgilidir:

21- Allah, rızkını tutacak olursa size rızk verecek kimdir? Doğrusu onlar azgınlık ve nefret içinde direnmektedirler.

Daha önce de söylediğimiz gibi, insanların rızkları Allah'ın iradesi uyarınca ilk sebeplerinde, evrenin planında hava ve toprağın elementlerinde belirlenmiştir. Bu sebepler üzerinde insanların kesin olarak hiçbir etkinlikleri yoktur. Onların bilgi düzeyleri bunlara hiçbir zaman erişemez. Çünkü bu sebepler insanlardan daha önce yaratılmışlar. Güçleri insanlarınkinden daha fazladır. Yüce Allah dilerse bunlar her türlü hayat belirtilerini yok edecek güçtedirler.

Peki yüce Allah suyu, havayı veya varlıkların ilk kaynağı olan elementleri tutacak olursa kim insanları rızklandıracaktır? Rızk kavramı, insanların bu kelimeden anladıklarından daha geniş boyutlu kökü çok daha eskilere dayanan ve daha derin anlamlı bir kavramdır. Büyük olsun küçük olsun her türlü rızkın kaynağı, Allah'ın kudreti ve evrensel planıdır, takdiridir. rızk sahiplerini dilediği zaman göndermek ve tutmak O'nun elindedir.

Başta insanların kendi kazancının ve gücünün ürünü olduğunu sandığı çalışmak, meydana getirmek ve üretmek olmak üzere rızk kelimesinin çağrıştırdığı tüm anlamlar bu geniş boyutlu Allah'ın ilk sebepleri ve elementleri var etmiş olmasına, bir diğer açıdan da yüce Allah'ın fertlere ve toplumlara bahşettiği beceri ve yeteneklere bağlıdırlar. Çalışan bir insanın tükettiği nefesler, yaptığı hareketler Allah'ın rızkından başka bir şey midir ki? O'nu var eden, O'na güç ve yetenek bahşeden, teneffüs edeceği havayı yaratan, vücudunda yanıp hareketi sağlayan, enerjiye dönüşen maddeleri var eden Allah'tır. Bir mucidin sarf ettiği akli çaba yüce Allah'ın verdiği rızktan başka bir şey midir ki? Ona düşünme ve bir buluş ortaya koyma yeteneğini veren Allah'tır. Bir işçinin veya ustanın ortaya koyduğu bir eser, bir ürün ancak başlangıçta Allah tarafından yaratılan bir maddeye değişik bir şekil vermekten ibarettir. Bunlar özü itibariyle yüce Allah'ın var ettiği rızkın kapsamında olan evrensel sebepler ve insana özgü becerilerden başka bir şey değildirler. "Allah rızkını tutacak olursa size rızk verecek kimdir?"

"Doğrusu onlar azgınlık ve nefret içinde direnmektedirler."

Surenin akışı rızk gerçeğini somut biçimde ortaya koyup insanların bu konuda Allah tarafından beslendiklerini vurguladıktan sonra küstah bir tipi, nankör bir karakteri çiziyor. Azgınlığın, nankörlüğün, küstahlığın ve şımarıklığın en çirkini. Beslemelerin kendilerini yedirip içiren bir insana kendilerini rızklandırıp barındıran insana karşı yaptıkları olumsuz hareketlerdir. Onun kendilerine yönelik lütfu dışında hiçbir şeye sahip olmamalarına rağmen burun kıvırmalarıdır, kendilerini barındıran kişinin dediklerine karşı çıkmalarıdır, küstahlaşmalarıdır. Bu tasvir serkeş bir azgınlık duygusu içinde, gerçeklerden yüz çevirerek uzaklaşan ruhların Allah'ın davetini karşılayış biçimlerini çarpıcı bir ifadeyle ortaya koyuyor. Bu ruhlar Allah tarafından yaratıldıklarını, O'nun lütfu sayesinde yaşadıklarını ve kesinlikle kendi varlıkları, yaşayışları ve rızklanmaları hususunda bir etkinliklerinin olmadığını unutuyorlar.

Buna rağmen onlar Peygamber Efendimizi ve beraberindeki müminleri sapıklıkla suçluyorlardı. Kendilerinin tuttuğu yolun daha doğru olduğunu iddia ediyorlardı. Nitekim, öteden beri onlar gibi düşünen insanlar Allah'ın dinine davet edenleri bu şekilde suçlamışlardı. Bu yüzden surenin akışı onların ve müminlerin gerçek durumlarını son derece canlı ve hareketli bir sahnede tasvir ediyor. Bu sahne gerçek durumu somut biçimde ortaya koyuyor:

 

 

O

 

O