uysal
hayvanın sırtında yaşayan, onu sağan, yüce
Allah'ın içine yerleştirdiği rızktan kendi
paylarına düşen miktarı elde eden insanlar, bu
hayvanın kimi zamanlar nasıl
serkeşleştiğini, sütünü sağdırmadığını
bilirler. Yüce Allah birazcık sallanmasına izin verince,
sırtındaki her şey sarsıldıkça sarsılır
veya kırılıp dökülür. Üzerindeki her şey
çalkalanır, kontrol edilemez olur, hiçbir güç, hiçbir
önlem onu durduramaz. Bu durum uysal hayvanın içindeki, vahşi
ve serkeş özelliğin ön plana çıktığı
depremlerde ve volkanik patlamalarda görülür. Bu durumda yüce
Allah dizginini tutar da sadece kısa bir süre sallanır,
yalnızca birkaç saniye serkeşlik yapar. Buna
rağmen insanın sırtına yüklediği her
şeyi kırıp döker, içine yerleştirdiği
şeyleri, ağızlarından birini açtığı
zaman veya bir kısmı yerin dibine göçtüğü zaman
taş taş üstüne bırakmaz. O zaman çalkalanır
durur. Bu durum karşısında insanlar hiçbir
şey yapamazlar, ellerinden de bir şey gelmez.
İnsanlar kendilerini güvencede hissedip eğlenceye
daldıkları bir sırada, evrenin dizginini elinde
bulunduran büyük ilahi güçten gafil oldukları bir zamanda
ansızın tutuldukları bir depremde, volkanik bir
patlama karşısında veya yerin çökmesi gibi dehşet
verici bir anda korku kafesinde mahsur kalmış küçük
fareler gibidirler.
Aynı şekilde insanlar, önünde taşları
savuran, ortalığı kasıp kavuran, taş
üstünde taş bırakmayan, yakıp yıkan, korkunç
sesler çıkaran azgın kasırgalara da tanık
oluyorlar. Ama bütün çırpınmalarına, çözüm
arayışlarına rağmen bu korkunç kasırganın
karşısında eli kolu bağlı, hiçbir
şey yapamaz haldedirler. Kasırga kopup tozu dumana
katarak taşlar savurmaya başladığı;
karada, denizde ve havada ne bulursa önüne katıp
savurduğu zaman, bu durum karşısında insanlar
son derece küçük, çaresiz ve zavallı varlıklar gibi
bakakalırlar. Yüce Allah kasırganın dizginini ele
alıp dindirdiği, sakinleştirdiği zaman
kendilerine gelebilirler ancak.
Kur'an-ı Kerim, bu hayvanın sessizliğine ve
hareketinin güvenliliğine kanan, bu hayvanın
yaratıcısını ve terbiyecisini unutmak
suretiyle kendinden emin olma yanılgısına düşen
insana, bu hayvanın serkeşliklerini,
karşısında hiçbir şey
yapamadığı inatlaşmalarını
hatırlatıyor. Çünkü ayaklarının
altında sabit gibi duran yer sallanır,
sarsıldıkça sarsılabilir. içindeki kızgın
lavları püskürtüp, kaynayabilir. Çevrelerinde esen hafif
rüzgar da, yeryüzünde hiçbir beşeri gücün karşısına
dikilemediği, ortalığı kasıp
kavurmasına, taş üstünde taş
bırakmamasına engel olamadığı korkunç
bir kasırgaya, önünde taşlar savuran bir tipiye dönüşebilir.
İşte Kur'an-ı Kerim insanın
sınırlarını yay gibi gerdiren,
dehşetinden mafsalları birbirinden ayıran bu tehdit
ile onları uyarıyor, sakındırıyor:
"Benim uyarımın nasıl olduğunu
yakında bileceksiniz."
Ve buna insanlığın pratik hayatından,
Allah'ın ayetlerini yalanlayan geçmiş milletlerin
akıbetlerinden somut örnekler sunuyor.
"And olsun ki, onlardan öncekiler de peygamberlerini
yalanlamışlardı, ancak benim intikamım
nasıl olmuştu?"
Ayetin orijinalinde geçen "Nekir" inkar ve sonuçları
anlamınadır. Yüce Allah, onlardan önceki milletlerden
peygamberleri yalanlayanların bu
davranışlarını kınamıştı.
Şimdi de onlara soruyor: "Benim intikamım
nasıl olmuştu?" Hiç kuşkusuz onlar
nasıl olduğunu biliyorlar. Taş üstünde taş
bırakmamanın, kırıp dökmenin izleri bu
intikamın nasıl olduğunu gösteriyor. O milletlerin
köklerinin nasıl kurutulduğunu somut olarak ifade
ediyor.
Yüce Allah'ın hoş
karşılamadığı güvenlik duygusu insanı
Allah'tan, O'nun gücünden ve kaderinden gafil olmaya iten güven
duygusudur. Yoksa Allah'ın gözetimine ve Rahmetine
güvenmede değildir hoş karşılanmayan. Bunlar
birbirlerinden ayrı şeylerdir. Çünkü mümin Rabbine
güvenir, O'nun rahmetini ve lütfunu ümit eder. Fakat bu insanı
gaflete, unutkanlığa, toprağa bağlı
bulunmaya, toprağa bağlı değerlere dalmaya sürüklemez.
Bu duygu insanı sürekli bir uyanıklığa,
Allah'tan utanmaya, O'nu öfkelendirecek davranışlardan
sakınmaya, Allah'ın kaderinde öngörülen olaylara hazırlıklı
olmaya, bunun yanı sıra itaate ve güvene çağırır.
İmam Ahmed Hz. Aişe'nin şöyle dediğini
aktarır: "Bir gün olsun Rasullullah'ın
ağzının içi görünecek şekilde kahkaha
atarak güldüğünü görmedim. Sadece gülümserdi.
Rasulullah bir bulut veya bir rüzgar gördüğü zaman
yüzünde hemen endişe izleri belirirdi. "Ya Resulallah,
insanlar bir bulut gördükleri zaman yağmur
yağdıracak diye sevinirler, ama sen bunu gördüğün
zaman memnuniyetsizliğin yüzünden anlaşılıyor"
dedim. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz şöyle dedi: "Ya
Aişe bu bulutun bize yönelik bir azap taşımadığından
nasıl emin olabilirim? Nitekim bazı milletler rüzgarla
cezalandırıldılar. Onlar da bu bulut bize
yağmur yağdıracak demişlerdi."(Buhari, Müslim)
İşte bu Allah'ı ve kaderini sürekli hissetmenin,
Kuran'ın akışı içinde anlatılan
olayları ibretle düşünmenin, uyanık
bulunmanın belirtisidir. Ve bu Allah'ın rahmetine güvenmeye,
O'nun lütfunu ümit etmeye engel değildir.
Ayrıca bu bütün görünen ikinci plandaki görünür
sebepleri ilk sebebe bağlamayı, meseleyi olduğu
gibi ve bütünüyle mülkü kontrolünde tutan ve her şeye gücü
yeten Allah'a döndürmeyi öngören anlayışın da
ifadesidir. Yerin göçmesi, önünde taşlar savuran
kasırga, volkanik patlamalar, depremler ve
fırtınalar gibi evrensel güçler ve doğal olaylar
üzerinde insanların hiçbir etkinliği söz konusu değildir.
Bunlar tamamen Allah'ın kontrolünde olan olaylardır.
insanların bütün söyledikleri varsayımlardır. Bu
varsayımlara dayanarak bunların meydana gelişlerini
yorumlamaya çalışırlar. Ama bunların meydana
gelişlerine müdahale edemezler. Bunların sonuçlarından,
etkilerinden kendilerini koruyamazlar. Yeryüzünde yaptıkları
her şey, yerin bir sarsıntısı ile, herhangi
bir kasırga ile yok olup giderler. Tıpkı bir
yaprakla oynar gibi. Şu halde en iyisi bu meselelerle ilgili
olarak evrenin yaratıcısına, bu tür olaylara
hükmeden evrensel yasalar sistemini koyan bu gibi olaylar esnasında
bazı yönleri belirginleşen gücü evrene yerleştiren
Allah'a yönelmeleridir. Göklere bakmalıdırlar -çünkü
gökler yüceliğin sembolüdürler- mülkü elinde tutan ve
her şeye gücü yeten Allah'ı anmalıdırlar.
Hiç kuşkusuz insan yüce Allah'ın kendisine
bahşettiği oranda güçlüdür. Yine Allah'ın
verdiği kadarıyla bilgilidir. Fakat şu dehşet
verici Evrenin dizgini yaratıcısının
elindedir. Evrene hükmeden yasaları O belirlemiştir.
Evrenin sahip olduğu güçler ondan gelir. işte bu güçler
evrensel yasalar sistemi uyarınca, Allah'ın
belirlediği kaderin sınırları içinde hareket
ederler. Bu güçlerin etkisiyle insanın başına
gelen her şey önceden planlanmış, çizilmiştir.
Bu güçlerle ilgili olarak insanın bütün bildikleri
önceden tasarlanmış, belirtilmiştir. Zaman zaman
meydana gelen olaylar esnasında insanoğlu dehşet
verici evrensel güçler karşısında eli kolu
bağlı çaresiz bir halde kalır. Bu güçleri
yaratan ve onları yönlendiren yaratıcıyı
anmaktan başka bir şey gelmez elinden. Bu güçleri karşılayabilmek
için Allah'tan yardım istemekten, bu güçlerden emrine
verilmesi planlanmış olandan yararlanmayı
dilemekten başka seçeneği yoktur.
İnsan bu önemli gerçeği unutup, yüce Allah'ın
kendisine bahşettiği bilgiye ve bazı evrensel güçleri
kontrol altına alabilme becerisine aldanırsa o zaman
ruhu yüce kaynağına yükselten gerçek ilimden kopuk
tersyüz olmuş bir yaratığa dönüşür. Varlık
aleminin ruhundan ayrı, toprağa karışır
gider. Oysa mümin alem, göz alıcı bir güzelliğe
sahip varlık alemi korosu ile birlikte Allah'ın önünde
eğilir. Varlıklar aleminin ulu yaratıcısı
ile iletişim kurar. Ama bu zevki ancak tadanlar bilir. Ancak
ulu Allah'ın bu zevke varmasını dilediği
kimseler bilir bu duyguyu.
İster bu zevki taksın ister bu zevkten yoksun
kalsın, dehşet verici evrensel güçler insanı
çaresizliğe ve bir şekilde teslimiyete zorlar.
insanoğlu bu evrensel güçlere ilişkin birtakım
şeyler keşfeder, bazı buluşlar ortaya koyar,
bu sayede belli bir güç düzeyine erişebilir, buna
rağmen evrensel güçler karşısında yenik,
bitkin, küçük ve basit durumdan kurtulamaz. Gerçi insanoğlu
zaman zaman kasırgadan korunabiliyor, ama kasırga yine
de yoluna devam eder. insan ne onu durdurabilir, ne de önünde
durabilir. Fırtınadan korunup güvencede kalma gücünü
ise çoğu zaman bulamaz kendinde. Bulursa da ancak zaman
zaman bu güç ve yeteneği bulabilir. Kimi zaman da
kasırga onu öldürür, dibine sığındığı
duvarı, içinde korunduğu binayı başına
yıkar, ezer geçer. Bazan deniz dalgalanır, korkunç fırtınalarla
çalkalanır. Bu durumda insanların yaptıkları
en büyük gemiler rüzgarın önündeki çocuk oyuncağına
dönüşürler. Depremler ve volkanik patlamalar dünya
kurulduğunda ne iseler, şimdi de öyledirler, kıyamete
kadar da aynı dehşeti saçacaklardır!
Dolayısıyla sadece gerçeği göremeyen bazı körler
uğursuz laflar edebilirler. Varlık aleminde "insan
yalnız başına" hareket ediyor, veya
varlıklar aleminin hakimi O'dur, diyebilirler!
İnsan Allah'ın izniyle şu yeryüzünde halife
olarak görevlendirilmiştir. Bu yüzden Allah'ın
dilediği oranda güç, beceri ve bilgi bahşedilmiştir
kendisine. Bu varlık bütünü içinde sığınağı,
korunağı Allah'tır. Allah'tır onun
rızkını veren, çeşitli nimetler
bahşeden. Eğer Allah'ın eli bir saniye olsun onu
yalnız bırakacak olursa, hizmetine verilen en küçük
bir güç onu derhal ezecektir. Sinekler veya sineklerden çok
daha küçük canlılar başına üşüşüp
yiyeceklerdir. Ne var ki insan Allah'ın izniyle ve O'nun gözetimi
sayesinde güvenliktedir, korunmuştur ve saygın bir
konumdadır. Şu halde bu saygınlığın
nereden kaynaklandığını, bu büyük lütfun
kimin tarafından bahşedildiğini bilmesi gerekir.
RAHMAN'IN TEHDİDİ ACİZ BIRAKIR
Bundan sonra surenin akışı onları, tehdit
ve uyarıyı ön planda tutan sert mesajdan alıp
insanı düşünmeye, aklını bulunmaya zorlayan
bir mesajla baş başa bırakıyor. Bu mesaj çok
defa gördükleri ama üzerinde çok az düşündükleri bir
sahne aracılığı ile sunuluyor. Hiç kuşkusuz
bu sahne ilahi gücün belirtilerinden biridir, latif ilahi planın
bir sonucudur.