İnsanlar uzun süre yeryüzündeki hayatlarına;
üzerinde kolayca dengede durabilmelerine, üzerinde dolaşıyor
olmalarına, toprağından, suyundan, havasından,
yeraltı madenlerinden, enerji kaynaklarından,
kısacası tüm rızklarından rahatlıkla
yararlanmaya, onları zorlanmadan diledikleri gibi kullanmaya
alıştıkları için... Yüce Allah'ın yeryüzünü
onlar için boyun eğdirişinde, yeryüzünü onların
hizmetine sokmasında somutlaşan nimetini unutuyorlar.
işte Kur'an-ı Kerim, her kuşaktan her insanın
yeryüzünün boyun eğdirilişine ilişkin bilgisi
oranında kavrayabileceği bu yalın ama çarpıcı
ifade ile bu akıllara durgunluk veren nimeti hatırlatmak
istiyor, göstermek istiyor.
Yerin boyun eğdirilişi ifadesi, ilk önce bu Kuran'la
muhatap olanların zihinlerinde; üzerinde gerek yaya, gerek
hayvan sırtında gerekse denizlerde yüzen gemiler
üzerinde yürümeye elverişli olan şu yeryüzü canlanıyordu.
Tarım yapmaya, bağ-bahçe dikmeye, ürün elde etmeye
uygun olan şu toprak akla geliyordu. Bitkilerin ekilip
yeşermesine yardımcı olan toprak, su ve havayı
içeren Dolayı siyle üzerinde yaşamaya elverişli
olan şu dünya canlanıyordu zihinlerde.
Bunlar günümüze kadar pozitif bilimlerin ayrıntılı
olarak ortaya koyduğu genel anlamlardır. Bu
ayrıntılar, Kur'an ayetinin daha geniş
boyutlarıyla kavranmasına yardımcı oluyorlar.
Yerin boyun eğdirilişi kavramı ile ilgili olarak
bilim şöyle diyor: Genellikle hayvanlar için kullanılan
"Boyun eğme" deyiminin burada yeryüzüne yakıştırılması
bir amaca yöneliktir. Çünkü hareketsiz, sakin ve yerinde kımıldamaz
olarak gördüğümüz şu yeryüzü aslında hareket
halinde olan bir hayvandır... Seğirten, zıplayan,
koşan bir hayvan! Ama aynı zamanda uysal, boyun
eğen bir hayvandır. Sırtına bineni düşürmeyen,
yürürken tökezlemeyen, serkeş hayvanlar gibi kontrolden çıkmayan,
insanı sarsmayan, yormayan uysal bir hayvan. Bu hayvan uysal
olduğu kadar sağmaldır da.
Sırtına bindiğimiz bu hayvan saatte bin mil gibi
bir hızla kendi ekseni etrafında döner. Ama aynı
zamanda aşağı yukarı saatte altmış
beş bin millik bir hızla güneş etrafında da döner.
Sonra güneş ve güneş sisteminde yer alan diğer
gezegenlerle birlikte yaklaşık olarak saatte yirmi bin
mil hızla gökteki (Cibar) Sirius burcuna doğru yol
alır. Bütün bu konuşmalara rağmen insanoğlu
bu hayvanın sırtında güvencededir, son derece
rahattır, kendinden emindir, eklemleri birbirinden kopmaz,
organları dağılmaz. Hatta beyni bile çalkalanmaz,
yuvarlanmaz, bu uysal hayvanın sırtından bir kez
olsun düşmez.
Dünyanın bu üç hareketinden her birinin bir hikmeti
vardır. Biz iki hareketin insan hayatı, daha
doğrusu yeryüzündeki tüm canlıların hayatı
üzerindeki etkilerini biliyoruz. Dünyanın kendi ekseni
etrafında dönmesi gece ve gündüzün meydana gelmesine
neden olur. Şayet sürekli gece olsaydı yeryüzünde
hayat soğuktan donardı. Eğer sürekli gündüz
olsaydı bu sefer sıcağın etkisiyle hayat
kavrulurdu, yanardı. Dünyanın güneşin
etrafında dönmesi ile de mevsimler meydana gelir. Şayet
yeryüzünde sürekli tek mevsim olsaydı yüce Allah'ın
dilediği bu günkü şekliyle yaşamak mümkün
olmazdı. Fakat dünyanın üçüncü hareketine gelince,
henüz bu hareketin hikmetinin üzerindeki gayb perdesi aralanmış
değildir. Ama genel evrensel ahenk ile bir
bağlantısının olduğu kuşkusuzdur.
Aynı anda dehşet verici bu üç hareketi yapan bu
uysal hayvan, hareket halinde hep aynı değişmez
konumunu sürdürür. Bu konumu, ekseninin 23.5 derecelik eğimi
belirler. Çünkü dünyanın güneşin etrafında dönmesi
sonucu dört mevsimin meydana gelmesini sağlayan etken bu
eğimdir. şayet hareket esnasında bu eğimin
oranı bozulursa, yeryüzündeki bitkilerin, daha doğrusu
yeryüzündeki bütün hayatın üstlendiği rolün dayanağı,
kaynağı olan mevsimler de bozulur.
Yüce Allah yeryüzüne çekim gücü vermek suretiyle onu
insanların yaşamasına elverişli hale
getirmiştir, boyun eğdirmiştir. Dünyanın büyük
çaplı hareketi esnasında bu çekim gücü insanları
kendine doğru çeker. Ayrıca dünyanın yüzeyine doğru
bir hava basıncı oluşturmuştur. Bu da dünyanın
üzerinde hareket kolaylığı sağlar. Eğer
hava basıncı şimdikinden daha güçlü olsaydı
insanın yeryüzünde dolaşması zorlaşır
veya basıncın ağırlığının
oranına göre büsbütün imkansızlaşırdı.
Ya da insan bu basıncın
ağırlığı altında ezilirdi, hareket
edemezdi. Eğer hava basıncı şimdikinden daha
hafif olsaydı bu sefer insanın adımları
karışacak, yürüyemeyecekti. Ya da içinden gelen basıncın
çevresini saran hava basıncından daha fazla
olmasından dolayı içindeki organları
dışarı fırlayacaktı. Nitekim, hava
basıncına karşı gerekli önlemleri almadan
havanın yüksek tabakalarına doğru yükselenler bu
duruma düşmektedirler.
Yüce Allah, yerin yüzeyini yaymak ve yüzeydeki toprağı
da yumuşak kılmak suretiyle dünyayı insana boyun
eğdirmiştir, uysallaştırmıştır.
Eğer -Bilimin söylediği gibi dünyanın
soğuyup yüzeyinin donmasından sonraki durumu devam
edip- yüzeyi kayalık olsaydı üzerinde yürümek ve
bitki yetiştirmek imkansızlaşırdı. Fakat
hava ve yağmur gibi atmosferden gelen etkenler bu sert
kayaları parçalayıp ufaltmışlardır.
işte yüce Allah ufalan kayalardan hayata elverişli bu
verimli toprağı meydana getirmiştir. Bunun
sonucunda da şu uysal hayvanın binicisinin hoşuna
giden bitkileri ve rızkları yaratmıştır.
Yüce Allah, dünyayı saran atmosfer tabakasının
son derece özenle belirlenmiş bir oranda hayat için gerekli
olan unsurları içerir nitelikte kılmak suretiyle yeryüzünü
boyun eğdirmiş,
uysallaştırmıştır. Şayet atmosferin
içerdiği elementlerin oranları değişseydi
yeryüzünde hayat olmazdı. Eğer temelde
planlanmış olsaydı bile sürmesi imkansızlaşırdı.
Şu anda havadaki oksijen oranı yaklaşık olarak
% 70, % 21'dir. Havadaki Azot veya Nitrojen oram ise % 78'dir.
Geriye kalanı ise on binde üç oranında Karbondioksit
ve diğer elementlerden oluşur. Bu oranlar yeryüzünde
hayatın olabilmesi için kesinlikle zorunludurlar.
Yüce Allah bunun gibi yeryüzünde hayat için vazgeçilmez
olan birbirini bütünleyen binlerce etken sayesinde yeryüzünü
uysallaştırmış, boyun eğdirmiştir.
Yeryüzünün, güneşin ve ayın hacmi, dünyanın güneşe
ve aya olan uzaklığı, güneşin ısı
derecesi, yerkabuğunun kalınlığı, dünyanın
hareket hızı, ekseninin eğimi, yeryüzündeki ve
karaların dağılım oranı atmosfer
tabakasının yoğunluğu... Evet bütün bunlar
yeryüzündeki hayat için vazgeçilmez olan birbirini
bütünleyen etkenlerdir.
Kur'an-ı Kerim bu gerçeklere işaret ediyor ki, her
kuşaktan her fert yapabildiği kadar, bilgi ve
değerlendirmesi oranında bunların bilincine
varsın, mülkü kontrolünde tutan, hem kendisini hem de
çevresindeki her şeyi çekip çeviren yöneten, yeryüzünü
kendisinin hizmetine sokup boyun eğdiren ve onu her türlü
tehlikeden koruyan Allah'ın elini hissetsin. Şayet yüce
Allah bir saniye olsun evreni korumayacak olursa tüm evrenin
dengesi bozulur, üzerindeki canlı cansız tüm varlıklar
un-ufak olur, yok olur gider.
İnsanın vicdanı bu dehşet verici gerçeğin
bilincine varınca Rahman ve Rahim olan Allah onun yeryüzünün
sırtlarında dolaşmasına, yeryüzüne yerleştirilen
rızklardan yemesine izin veriyor.
"Şu halde yerin sırtlarında
dolaşın ve Allah'ın rızkından yiyin. Dönüş
ancak O'nadır."
Yeryüzünün sırtları, yükseklikler ya da kenarlardır.
insanın yerin sırtlarında dolaşmasına
izin verildiğine göre düzlüklerinde ve ovalarında
dolaşmasına öncelikli olarak izin verilmiş
demektir. Dünyanın engebeli, geçit vermez bölgelerinde
dolaşmasına izin verildiği zaman, düz yerlerinde
de dolaşmasına izin verilmiştir.
Yeryüzündeki bütün rızkları yüce Allah yaratmıştır.
Bütün rızk kaynakları O'nun mülkünün kapsamındadır.
Aslında bu kavram insanların rızk kelimesinden
anladıklarından daha geniş kapsamlıdır.
Buna göre rızk, sadece bir insanın ihtiyaçlarını
gidermek, çeşitli yönlerinden yararlanmak üzere elinde
bulundurduğu mal ve servet değildir. Rızk
kavramı, yüce Allah'ın yeryüzüne yerleştirdiği
tüm rızk sebeplerini ve rızkın elde edilmesine
yardımcı olan tüm araç ve gereçleri, insanın
sahip olduğu tüm yetenekleri kapsar. Rızk aslında,
yeryüzünün meydana gelmesine neden olan elementlerin özü ile,
bu elementlerin dünyanın oluşumundaki oranları
ile, sonra yüce Allah'ın bitkilere ve -en başta insan
olmak üzere- hayvanlara bahşettiği rızk elde etme
yeteneği ile bağlantılıdır.
Bu anlamıyla rızk kavramının ifade
ettiği gerçeğe çeşitli yönlerden ama özet
olarak işaret edelim:
"Bilindiği gibi bütün bitkilerin hayatı
neredeyse küçüklüğü sonsuza varan havadaki karbondioksit
oranına bağlıdır. Denebilir ki bitkiler
O'nunla soluk alıyorlar. Fotosentez olarak tanımlanan bu
birleşik kimyasal reaksiyonu en basit yoldan açıklamak
için şunları söyleyebiliriz: Ağaç yaprakları
akciğer fonksiyonunu görürler. Ağaç yaprakları güneşin
ışığı altında zor çözülür
karbondioksit elementini karbon ve oksijene ayrıştırabilirler.
Diğer bir ifadeyle ağaç yaprakları oksijeni
dışarı verir, karbonu ise, bitkilerin kökleri aracılığı
ile topraktan emdiği suyun hidrojeni ile birleştirerek içinde
tutar. (Bilindiği gibi bitki kökleri aracılığı
ile emilen su hidrojen ve oksijene ayrışır).
Tabiat, sihirli bir kimyasal işlem sonucu bu elementlerden
şeker, selüloz gibi çeşitli kimyasal ürünler,
meyvalar ve çiçekler üretir. Bununla hem bitkinin kendisi
beslenir, hem de yeryüzündeki tüm hayvanlara yetecek miktarda
üretilir. Aynı zamanda bitkiler, bizim teneffüs ettiğimiz
ve onsuz beş dakikadan fazla
yaşayamadığımız oksijeni
dışarı verirler.
"Böylece görüyoruz ki, bütün bitkiler, ormanlar,
otlar, yosunlar, sulanan ekinler, karbondan, özellikle de sudan
meydana gelmişlerdir. Hayvanlar solunum yoluyla
karbondioksiti dışarı verirler, bitkiler de oksijen
gazını dışarı verirler. Şayet bu
karşılıklı alış-veriş
olmasaydı, hayvanların ya da bitkilerin hayatı bütün
oksijenin veya karbondioksitin tükenmesi sonucu sona erecekti. Bu
dengenin tamamen bozulması ile bitkilerin koruması ve
insanları peş peşe ölmesi birbirini izleyecekti.
Son bilimsel keşiflerde az oranda karbondioksitin
hayvanların büyük çoğunluğu için zorunlu olduğu,
yine bitkilerin de bir miktar oksijen kullandığı
belirlenmiştir.
"Biz teneffüs etmesek de, hidrojen de söz etmemiz
gerekir. Çünkü hidrojensiz su olmaz. Hayvan ve bitkinin yapısındaki
su oranının büyüklüğü ise insanı
dehşete düşürüyor ve kesin olarak hidrojensiz
olunamayacağı sonucuna götürüyor:
Yerden elde edilen rızkların oluşmasında
Azotun rolünü de unutmamak gerekir.
"Azot olmadan, besin kaynağı bitkilerin hiçbiri
gelişemez. Azotun ekime elverişli toprağa
karışmasının iki yolu vardır. Bunlardan
biri; belirli bakterilerin üremesidir. Bunlar, yonca, nohut,
bezelye ve bakla gibi bitkilerin köklerinin yanına
yerleşirler. Bu bakteriler havadan aldıkları azotu,
bitkinin emmesine elverişli olacak şekilde
ayrıştırırlar. Bitkiler kuruyunca bu
birleşik azotun bir kısmı toprakta kalır.
"Azotun toprağa karışmasını
sağlayan bir diğer yol da gök gürlemesidir. Havada
şimşek çaktığı sırada az miktarda
oksijen ve azot birleşir. İşte bu birleşik
azot yağmur tarafından toprağa
karıştırılır. (Yani bu azot bitkilerin
emebileceği şekilde toprağa iner. Yoksa bitkiler
-daha önce değindiğimiz gibi- havada % 78 oranında
bulunan saf azotu emecek güçte değildirler.)
Yerin altında gizli bulunan katı ve sıvı
maden yatakları gibi rızklar da bütünüyle
yeryüzünün yapısal özelliği ile, varoluşuna
etki eden durumlar ile bağlantılıdır. Ancak
biz konuyu fazla uzatmak istemiyoruz. Bu seri açıklamaların
ışığı altında rızk
kavramının insanların bu sözden anladıklarından
çok daha geniş boyutlu ve kapsamlı olduğu
anlaşılıyor. Rızk sebepleri gerek yerin
yapısında gerekse tüm evrenin projesinde insanların
anladıklarından daha köklüdürler. Yüce Allah
insanların kendisinin bahşettiği rızktan
yemelerine izin verirken, onu hizmetlerine sunarak, kolayca elde
etmelerini sağlayarak onlara büyük lütufta bulunuyor. Aynı
zamanda insanlara da rızk elde etme ve yararlanma
yeteneğini bahşediyor.
"Şu halde yerin sırtlarında
dolaşın ve Allah'ın rızkından yiyin.
Bu rızk yüce Allah'ın bilgisi ve öntasarımı
ile planlanmış bir zaman dilimi ile
sınırlıdır. bu zaman insanın ölüm ve
hayat ile, yüce Allah'ın dünya hayatında insanın
hizmetine sunduğu her türlü nimet ile sınanması için
belirlenen bir süreçtir. "Dönüş ancak
O'nadır."
O'nadır... Başka nereye olacaktır şayet
O'na değilse? Mülk O'nun kontrolündedir. Zaten ondan başka
sığınak yok ki. O'nun gücü her şeye yeter.
İNSAN NEYE GÜVENİYOR?
Şimdi insanlar hizmetlerine sokulmuş, boyun
eğdirilmiş yerin sırtlarında güven içinde yaşıyorlarken,
Allah'ın izni ve buyruğu ile her yönden bolluk içinde
yüzüyorlarken... Evet şimdi de ayaklarının
altındaki bu sessiz yeryüzü sarsılmaya
başlıyor. Adeta çalkalanıyor. Kendilerini saran
hava tabakası birden karışıveriyor; yüzlere
ve göğüslere çarpan taş yağmuruna dönüşüyor.
Güvencede olmanın, denge bozulmadan yürümenin verdiği
gafletten uyansınlar diye, bakışlarını göklere
ve gayb alemine uzatsınlar diye, kalplerini Allah'ın
kaderine bağlasınlar diye, bu dünya his alemlerinde
sarsılıyor, düşüncelerinde taş
yağdıran bu tipi estiriliyor: