O

Mülk

O

   

3- Yedi göğü tabakalar halinde yaratan O'dur. Rahman'ın bu uyarmasında bir düzensizlik bulamazsın. Gözünü bir çevir bak, bir çatlak görebilir misin?

4- Sonra gözünü iki kez daha döndür bak. Göz aradığı kusuru bulmaktan umudu keserek yorgun ve bitkin bir halde sana döner.

5- And olsun biz, dünyaya en yakın göğü lambalarla donattık. Bunları şeytanlara atılan taşlar yaptık ve onlara ateş azabını hazırladık.

6- Rablerini inkar edenler için cehennem azabı vardır. O ne kötü dönüştür.

7- Oraya atıldıklarında onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler.

8- Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak! Her topluluk onun içine atıldıkça cehennem bekçileri onlara; "Size bir uyarıcı gelmedi mi?" diye sorarlar.

9- Onlar; "Evet, doğrusu bize bir uyarıcı geldi, fakat biz yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmedi, siz büyük bir sapıklık içindesiniz" dedik. 10- "Eğer kulak vermiş veya akletmiş olsaydık, çılgın alevli cehennemlikler içinde olmazdık " derler.

11- Böylece günahlarını itiraf ederler. Çılgın alevli cehennemlikler yok olsunlar!

Bu ayetlerde yer alan bütün gerçekler surenin ilk ayetinin anlamının sonuçlarıdır. Mülkü yönlendiren egemenliğin, hiçbir kayıtla sınırlandırılamayan kudretin görüntüleridir. Ayrıca bunlar, ikinci ayetin içerdiği ölüm ve hayatın insanların sınanması için yaratıldığına ve her yapılan işin bir gün karşılığını göreceğine ilişkin gerçeği doğrular niteliktedirler.

Ayet-i kerimenin işaret ettiği yedi kat göklerin anlamını, astronomi ile ilgili teorilere dayanarak kesin olarak belirlemek mümkün değildir. Çünkü bu teoriler, gözlem ve keşif araçları geliştikçe her zaman üzerinde değişiklik yapılmaya veya düzeltmeye açık teorilerdir. Bu yüzden ayetin anlamını her zaman değişikliğe ve düzeltmeye açık bu tür keşiflerle yorumlamaya kalkışmak doğru değildir. Şu halde yedi tane gök olduğunu ve bunların farklı boyutlara sahip tabakalardan meydana geldiğini bilmemiz yeterlidir.

Kur'an-ı Kerim, dikkatleri özelde göklere genelde de evrenin her alanına çekerek yüce Allah'ın yaratmasını insanlara göstermeyi amaçlıyor. Dikkatleri Allah'ın yaratmasına çekerken, bu yaratılışın kusursuz olduğunu vurgulayarak meydan okuyor. Gözler bu kusursuz yaratılışa çaresiz, yorgun, şaşkın ve dehşete kapılmış olarak bakakalır.

"Rahman'ın bu yaratmasında bir düzensizlik bulamazsın." Çünkü bu yaratmada bir boşluk, bir eksiklik, bir karışıklık yoktur. "Gözünü bir çevir bak." Bir kere daha bak, iyice araştırmak, kesin bir sonuç elde etmek için "Bir çatlak görebilir misin?" Gözün bir çatlağa, ya da bir yarığa veya bir bozukluğa ilişebilir mi? "Sonra gözünü iki kez daha döndür bak." Belki de birinci bakışta gözünden kaçan bir şey olur da bu sefer ortaya çıkarmış olursun. Bir daha bak, bir daha bak "Göz aradığı kusuru bulmaktan umudu keserek yorgun ve bitkin bir halde sana döner."

Bu meydan okuma üslubu hiç kuşkusuz göklere ve Allah'ın yarattığı tüm varlıklara bakma meselesine bir ciddiyet, bir önem kazandırıyor. işte Kur'an-ı Kerim'in harekete geçirmek, canlandırmak istediği, bu keskin, araştırıcı, düşündürücü ve irdeleyici bakıştır. Çünkü alışkanlığın neden olduğu uyuşukluk, bu ürpertici, hayret verici, güzel ve ince evrene yönelik bakışın dikkatini dağıtabilir. Oysa göz bu evrenin güzelliğini ve görkemini seyretmeye doymaz. Kalp bu evrenden gelen dolaysız mesajları ve işaretleri algılamaktan bıkmaz. Akıl evrenin düzenini ve ince sistemini düşünmekten yorulmaz. işte evreni böylesine düşündürücü bir gözle seyredenler, göz alıcı, görkemli ilahi bir panayırda yaşarlar. Bu panayırın olağanüstülüğü yıpranmaz, çünkü sürekli gözün, aklın ve kalbin önünde yenilenip durur.

Çağdaş bilimin bazı yönlerini ortaya çıkardığı şekliyle bu evrenin özüne ve kusursuz nizamına ilişkin bazı şeyler öğrenenler dehşete kapılıyor, kendilerin-den geçiyorlar. Fakat aslında bu evrenin görkemini, göz alıcılığını algılamak için böyle bir bilgiye de gerek yoktur. Çünkü sadece çıplak bir bakış ve yalın bir düşünme ile evrenle iletişim kurabilme yeteneğine sahip olması yüce Allah'ın insana yönelik büyük nimetlerinden biridir. Çünkü kalp açık ve gelen sinyalleri karşılamaya hazır olduğu zaman, bu dehşet verici ve göz alıcı güzelliğe sahip olan evrenden gelen mesajları dolaysız algılar. Bu dehşet verici ve şaşırtıcı evrenle ilgili düşüncesiyle ve gözlemiyle bir şeyler bilmeden önce bir canlının bir başka canlı ile iletişim kurması gibi iletişim kurar.

Bu yüzden Kur'an-ı Kerim insanları yalnızca bu evrene bakmaya, evrensel sahneleri ve olağanüstülükleri düşünmeye çağırmakla yetiniyor. Çünkü Kur'an-ı Kerim her çağdaki tüm insanlara hitap eder. Hem ormanda yaşayanlara, hem çölde yaşayanlara, hem şehirlilere, hem de denizlerin üzerinde dolaşanlara hitap eder. Okuma yazmasız halk kitlelerine hitap ettiği gibi astronomi bilginine, tabiat bilginine ve teorisyenlere de hitap eder. Bunlardan her biri kendisi ile evren arasında iletişim kuracak, kalbinde evreni düşünme, algılama ve algıladıklarından haz alma duygularını harekete geçirecek mesajlar bulur Kuran'da.

Bu evrenin yaratılış planında eksiksizlik/kemal olgusu ile birlikte güzellik olgusu da göz önünde bulundurulmuştur. Aslında bunlar bir gerçeğin iki değişik ifadesidirler. Çünkü bu evrendeki eksiksizlik/kemal olgusu güzellik/kemal düzeyine ulaşır. Bu yüzden Kur'an-ı Kerim dikkatleri göklerin kusursuzluğuna çektikten sonra şimdi de dikkatleri göklerin güzelliğine çekiyor:

"And olsun biz, dünyaya en yakın göğü lambalarla donattık."

Dünya göğü ile acaba ne kastediliyor? Belki de bununla üzerinde yaşayan insanların bu Kuran'a muhatap olduğu yeryüzüne en yakın gök kastediliyor. Belki de burada işaret edilen lambalar gözle görülen yıldızlar ve gezegenlerdir. Göğe baktığımız zaman bunları görebiliriz. Bu da, muhatapların göklere bakmalarına ilişkin az önceki direktifle uyuşmaktadır. Çünkü o zaman bu Kuran'la muhatap olanlar göğü süsleyen parlak cisimleri gören gözlerden başka gözlem araçlarına sahip değildiler.

Gökyüzündeki yıldızların sahnesi güzeldir. Bunda kuşku yok. Hem de kalpleri cezbeden bir güzellik. Sürekli yenilenen, vakitler değiştikçe görüntüsü değişen bir güzellik. Bu güzellik sabah başkadır, akşam başkadır. Bu manzara gün doğumunda başka güzeldir, gün batımın da başka güzeldir. Bu güzellik mehtaplı geceden, karanlık geceye, açık gökyüzünden, sisli bulutlu gökyüzüne göre farklıdır. Daha doğrusu bu güzellik saatine göre, gözlem yerine göre, bakış açısına göre değişir. Ama her an güzeldir, her an çekicidir, her an göz alıcıdır.

Şurada bir kenarda ışıldayıp duran şu küçücük yıldız, tıpkı güzel bir göz gibi sevgiyle parlıyor, adeta insanı yanına çağırıyor.

Şu köşede baş başa vermiş şu iki yıldız, kalabalıktan kurtulmuş, dertleşiyor gibidirler.

Şuraya buraya serpiştirilmiş yıldız kümeleri adeta gökyüzü şenliğinde halka tutmuş gece sohbetine dalmışlardır. Sanki şenlikte el ele tutuşup ayrılan dans eden arkadaşlar gibidirler.

Bir gece yavaş yavaş büyüyen, sessizce gelişen; Bir gece parlayan ve aydınlatan. Bir gece kırılan, küçülmeye başlayan. Bir gece hayata yeniden atılmış gibi doğan. Bir gece ağır ağır yokluğa doğru yol alan şu Ay...

Göz alabildiğine uzanan, boyutları insanın görme duyusunun sınırlarını fersah fersah aşan uçsuz bucaksız şu uzay boşluğu.

Evet gökyüzü her yönüyle, her şeyiyle güzeldir. insanın yaşayabileceği, ruhuna dolduracağı bir güzelliktir bu. Ama bu güzelliği anlatacak söz, onu tanıtacak ifadeler bulmak mümkün değildir.

Kur'an-ı Kerim insan ruhunun dikkatini göklerin çekici güzelliğine, tüm evrenin göz kamaştırıcı güzelliğine çekiyor. Çünkü varlıkların yaratıcısının güzelliğini kavramanın en doğru, en kestirme yolu, varlıkların güzelliğini kavramak-tır. İşte insanı ulaşabileceği en yüce ufka yükselten bu kavrayıştır. Çünkü bu durumda insan kendisini, dünya aleminin ve dünya hayatının kirinden uzak, sınırsız ve güzel bir alemdeki sonsuz hayata hazırlayacak bir noktaya bağlamış olur. Hiç kuşkusuz insan kalbinin en mutlu anları, evrendeki olağanüstü ilahi sanatın güzelliğini doyasıya algıladığı anlardır. Çünkü bu anlar insan kalbini ilahi güzelliğe ulaşmaya, onu içine doldurmaya hazırlandığı anlardır.

ŞEYTAN VE YANDAŞLARI İÇİN ACI SON

Kur'an ayeti, burada yüce Allah'ın dünyaya yakın göğü süslediği lambaların bir başka görevlerinin olduğundan söz ediyor:

"Bunları şeytanlara atılan taşlar yaptık."

Fizilâl'il Kuran'da, yüce Allah'ın bize bir yönünü anlattığı gayba ilişkin konulara herhangi bir eklemede bulunmayıp, Kur'an ayetinin belirlediği sınırın yanında durup ötesine geçmeme kuralına hep bağlı kaldık. Çünkü gündeme getirilen gayba ilişkin meselelerin ispatı için Kur'an-ı Kerim'deki açıklamalar yeterlidir.

İsmi şeytan olan birtakım yaratıkların varlığına inanıyoruz. Bunların bazı nitelikleri Kuran'da anlatılmıştır. Bu tefsirimizde de daha önce bunlardan söz ettik. Bunun dışında bir şey söylemiyoruz ve yüce Allah'ın gökleri süslediği bu lambaları, adı geçen şeytanları kovmak için, bir diğer surede değinildiği gibi delen ve yakan alevli taşlar olarak kullandığına inanıyoruz: "Ve onu itaat etmeyen her şeytandan koruduk:" (Saffat suresi 7) "Ancak meleklerin konuşmalarından bir sözü kapan olursa, onu da delen ve yakan alevli yıldızlar takip eder." (Saffat suresi 10) Ama nasıl? Ne kadar ağırlıkta? Ve ne şekilde? Bütün bunlar yüce Allah'ın hakkında herhangi bir açıklamada bulunmadığı konulardır. Bu tür meselelerde açıklayıcı bilgi edinilecek başka bir kaynak da yok elimizde. Şu halde bu kadarını bilmemiz ve meydana geldiğine inanmamız yeterlidir. Zaten konunun kısa tutulmasında güdülen amaç da budur. Şayet yüce Allah fazla bilgi vermenin, konuyu biraz daha açmanın, ayrıntılara girmenin yararlı olacağını bilseydi hiç kuşkusuz daha geniş açıklamada bulunacaktı. Yüce Allah'ın açıklamasında fayda görmediği bir meseleye, şeytanların taşlanması meselesi ile biz ne diye uğraşalım ki!

Sonra ayet-i kerime taşlanmanın dışında yüce Allah tarafından şeytanlar için hazırlanan bir diğer azaba değiniyor:

"Ve onlara ateş azabı hazırladık."

Dünyadaki taşlanma cezası ve ahiretteki alevli ateş adı geçen şeytanlar içindir. Belki de yüce Allah'ın dünya ve ahirette şeytanlar için hazırladığı bu azabın gündeme getirilişi daha önce göklerden söz edilmiş olmasından dolayıdır. Sonrasında da kafirlerden söz ediliyor. Şeytanlarla kafirler arasındaki ilgi ise açıktır. Gökleri süsleyen lambalardan söz edilirken bunların şeytanları kovalamak için delen ve yakan alevli taşlar olarak kullanıldıkları gündeme getiriliyor. Şeytanlar için ahirette hazırlanan ateşten söz edilirken de, şeytanların izleyicileri olan kafirler için hazırlanan azap hatırlatılıyor:

"Rablerini inkar edenler için cehennem azabı vardır. O, ne kötü dönüştür."

Sonra bu cehennemin bir sahnesi canlandırılıyor. Burada cehennem kafirleri dehşet verici bir öfkeyle, büyük bir kinle karşılıyor:

"Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler. Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak: '

Burada cehennem canlı bir varlıktır. Büyük bir öfkeyle köpürüyor. Fokur fokur kaynayarak çıkardığı uğultulu nefesleri işitiliyor. Her yanı öfkeyle dolup taşmıştır. Kabaran öfkesinden dolayı çatlayacak gibidir. Öyle bir kızgınlık ve nefretle dolmuştur ki, bu, kafirlere şiddetli bir kin duyacak, onları görür görmez büyük bir öfkeye kapılacak düzeye ulaşmıştır.

Bu açıklama ilk bakışta cehennemin durumunu tasvir eden mesaj, bir ifade gibi görünüyor. Fakat aslında -anladığımız kadarıyla- bu bir gerçeği dile getiriyor. Çünkü yüce Allah'ın yarattığı her varlık canlıdır, kendi türüne özgü bir ruhu vardır. Her varlık Rabbini tanıyor, O'nu övgüyle tesbih ediyor; bir insanın Rabbini inkar ettiğini görünce dehşete kapılıyor; öz yaratılışının reddettiği, ruhunun nefret ettiği bu iğrenç inkarcılıktan dolayı öfkeye kapılıyor. Bu da gösteriyor ki, bu ifade varlık alemindeki her şeyin önünde gizli bulunan bir gerçeği dile getirmektedir.

Kur'an-ı Kerim'de bütün açıklığıyla şöyle denmektedir: "Yedi kat gök, yer ve buralardaki varlıkların tümü onu tenzih ederler, noksanlıklardan uzak olduğunu dile getirirler. Evrendeki her varlık O'nu överek tesbih eder. Fakat siz bu varlıkların tesbihlerini anlayamazsınız." (İsra suresi 44) Yine bir başka yerde şöyle denmektedir: "Ey dağlar, o tesbih ettikçe söylediklerini tekrarlayın. Ey kuşlar siz de." (Sebe suresi 10) Bunlar açık ve yoruma yer bırakmayan gerçeğin dolaysız ifadeleridir.

Yine Kur'an-ı Kerim'de şöyle denmektedir: "Sonra duman halinde olan göğe yöneldi. Ardından O'na ve yeryüzüne isteyerek veya istemeyerek gelin" dedi. Onlar da "İsteyerek geldik" dediler."(Fussilet suresi 11)

Ancak bu ayet için, göklerin ve yerin Allah'ın evrensel yasalar sistemine boyun eğişini tasvir için kullanılan mecazi bir ifadedir denebilir. Fakat böyle bir yoruma başvurma zorunluluğu yoktur. Hatta bu yorum ayet-i kerimenin ifade ettiği açık ve dolaysız anlamdan çok uzak düşmektedir.

Evet Kur'an-ı Kerim cehennemi bu şekilde tasvir etmektedir. Nitekim bir başka yerde de evrenin, Allah'a şirk koşulması karşısında dehşete kapıldığı, öfkelendiği ifade edilmiştir: "Sizler böyle demekle son derece çirkin bir iddia ileri sürdünüz. Bu iddia karşısında nerede ise gökler paramparça olacak, yer yarılacak ve dağlar gürültü ile göçerek yerle bir olacak. Onlar Rahmeti bol olan Allah'a çocuk yakıştırdılar diye! Oysa Rahmeti bol olan Allah'a çocuk edinmek yakışmaz." (Meryem suresi 89-92)

Bütün bu ayetler bir gerçeğe işaret ediyorlar. Bütün varlıkların yaratıcısına inandığı, varlıklar aleminde yer alan her şeyin O'nu övgüyle tesbih ettiğini dile getiriyorlar. insan Rabbini inkar etmek suretiyle varlıklar bütününden kopup, halifeden ayrılınca bütün varlıklar dehşete kapıldıklarını, korktuklarını anlatıyorlar. Bu ayetlerde, değer verdiği, kendi yanında önemsediği bir şeye saldırıldığını, çiğnendiğini görüp te bu yüzden öfkelenen, bu davranışta bulunanlara kin besleyen ve öfkesinden çatlayacak gibi olan biri gibi varlıklar aleminde yer alan her şeyin büyük bir kinle, kabaran bir öfkeyle Rabbini inkar eden insanın üstüne atılmayı istediği vurgulanıyor. İşte cehennemin durumu da budur. Cehennem "Kaynıyor ve neredeyse öfkesinden çatlayacak." gibi oluyor.

Aynı şekilde bu olguyu cehennem bekçilerinin sözlerinden de anlıyoruz: "Her topluluk onun içine atıldıkça cehennem bekçileri onlara: "Size bir uyarıcı gelmedi mi? diye sorarlar."

Böyle bir durumda, bu yönden bir sorunun sorulmuş olmasının muhatabı rezil etme, azarlama amacına yönelik olduğu açıktır. Dolayı siyle cehennem bekçileri de cehennemin kafirlere duyduğu kine ve öfkeye ortak oluyorlar. Nitekim bunlar kâfirlere azap etme işine de katılıyorlar. Başına büyük bir musibet gelen, bu yüzden içinden çıkılması bir sıkıntı ortamında yaşayan biri için rezil edilmekten, azarlanmaktan daha acı bir işkence olamaz.

Gelen cevap, aşağılanmışlığın, kırılmışlığın, ahmaklığı ve gafilliği kabullenmenin izlerini taşıyor. Halbuki daha önce büyük bir gurura kapılmış, peygamberleri sapıklıkla suçlayarak onları inkar etmişlerdi:

"Onlar derler ki: Evet, doğrusu bize bir uyarıcı geldi, fakat biz yakalandık ve Allah hiçbir şey indirmedi, siz büyük bir sapıklık içindesiniz, dedik. Eğer kulak vermiş veya akletmiş olsaydık, çılgın alevli cehennemlikler içinde olmazdık" derler."

Çünkü uyarıları dinleyen, aklını kullanarak verilen mesajların üzerinde düşünen biri, kendini böylesine korkunç bir akıbete mahkum etmez. Şu bedbaht insanlar gibi Allah'ın ayetlerini inkar etmeye kalkışmaz. Hiçbir delile dayanmayan anlamsız bir inatta körü körüne peygamberleri sapıklıkla suçlamaz. Allah'ın doğru sözlü peygamberlerini inkar ederek, böylesine sorumluluğu büyük bir iddiada bulunmaz ve "Allah hiçbir şey indirmedi, siz büyük bir sapıklık içindesiniz." demez.

"Böylece, günahlarını itiraf ederler. Çılgın alevli cehennemlikler yok olsunlar."

Ayetin orijinalinde geçen "suhk" kelimesi uzaklık anlamına gelir ve onların dünyadayken inanmadıkları, gerçekleşeceğini doğrulamadıkları bir ortamda suçlarını itiraf ettikten sonra yüce Allah'ın kendi aleyhlerine yaptığı bir bedduadır. Allah'ın duası, isteği ise kesin karar ifade eder. Şu Halde onlar Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılacaklardır. Bağışlanma umutları, azabın hafifletilmesi gibi bir beklentileri olmayacaktır. Onlar çılgın alevli ateşin vazgeçilmez arkadaşlarıdırlar. Ne kötü arkadaşlık! Ve ne korkunç akıbet!

Fokur fokur kaynayan, hırıltılı nefesleri duyulan cehennemdeki bu azap, bu çılgın alevli ateş gerçekten korkunç insanı iliklerine kadar titreten bir azaptır. Allah hiç kimseye haksızlık etmez. Allah en iyisini bilir, ama, öyle sanıyoruz ki, öz yaratılışına iman gerçeğini ve delilini yerleştirdiği halde Rabbini inkar eden bir kişi her türlü iyilikten uzaklaşmış bir kişidir. Varlıklar bütünü içinde bir değere sahip olmasını sağlayan tüm olumlu niteliklerden soyutlanmış bir kişidir. Şu halde o cehennemin tutuşması için kullanılan bir taş parçası gibidir. Çünkü fıtratı dejenere olmuş, ters yüz olmuştur, O'nun yeri bu ateştir, kaçıp kurtulması mümkün olmayan bu ateşe layıktır.

Yeryüzünde Allah'ı inkar eden bir kişi yaşadığı her gün biraz daha baş aşağı yuvarlanır, biraz daha dejenere olur. Gün gelir ters yüz olmuş, iğrenç bir şekil alır, çirkinleşir. Tiksindirici, cehennemi bir görünüm kazanır. Öylesine çirkin, öylesine iğrenç ve öylesine itici bir görünümdür ki, evren içinde bir benzerine rastlamak mümkün değildir. Çünkü varlıklar aleminde yer alan her şeyin ruhu mümindir, her şey Rabbini övgüyle tesbih eder, her şey özünde bu iyiliği barındırır, her şeyin içinde kendisini varlık bütününün eksenine bağlayan bu bağ mevcuttur. Ancak varlık bütününün bağlarından kopan, anormal insanlar, kötülük kaynağı yırtıcılar, fıtratlar tersyüz olmuş kaçaklar hariç... Peki varlıklar aleminde yer alan her şeyle bağlarını koparmış bulunan bu sapıklar nerede barınacaklardır. Onlar öfkeyle kabaran, çılgınca fokurdayan, yakan, kasıp kavuran her türlü manayı, her türlü gerçeği ve her türlü saygınlığı yiyip bitiren cehennemde barınacaklardır. Hem bunlar ruhlarındaki manayı, gerçeği ve saygınlığı yitirmiş değiller miydi?

Kur'an-ı Kerim'in akışı içinde bir kıyamet sahnesinde azap ve nimet sayfalarının birlikte sunulması alışageldiğimiz bir kuraldır. işte burada da kafirlerin yer aldığı sayfaya karşılık, müminlerin yer aldıkları sayfa da sunuluyor, böylece surenin ikinci ayetinin "Hanginizin daha güzel iş yapacağını denemek için" ayetinin ifade ettiği anlam, sınamadan söz edildikten sonra, amellerin karşılık görmesi de gündeme getirilerek tamamlanmak isteniyor:

 

 

O

 

O