O |
Muhammed
|
O |
|
32- Nankörlük edip Allah yolundan alıkoyanlar ve
kendilerine doğru yol belli olduktan sonra peygamberi
incitenler, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Allah onların
işlerini boşa çıkaracaktır.
33- Ey inananlar, Allah'a ve Rasulüne itaat edin, işlerinizi
boşa çıkarmayın.
34- Nankörlük edip Allah yoluna engel olan, sonra kafir
olarak ölenleri Allah affetmeyecektir.
35- Sakın gevşemeyin. Üstün olduğunuz halde
barışa davet etmeyin. Allah sizinle beraberdir. O
amellerinizi asla eksiltmez.
36- Doğrusu dünya hayatı ancak oyun ve
eğlencedir. Eğer iman eder sakınırsanız
Allah size mükafatlarını verir ve sizden
mallarınızın tümünü sarf etmenizi istemez.
37- Eğer sizden onları isteyip de sizi zorlasa,
cimrilik edecektiniz. O da kinlerinizi ortaya çıkaracaktı.
38- İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağrılıyorsunuz;
fakat içinizden kiminiz cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse o
ancak kendisine cimrilik eder. Allah zengindir, sizler fakirsiniz.
Eğer yüz çevirecek olursanız, yerinize başka bir
toplum gelir de onlar sizin gibi olmazlar.
Surenin bu son bölümünün ilk kesimi "Nankörlük
edip Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine doğru yol
belli olduktan sonra peygamberi incitenler, Allah'a hiçbir zarar
veremezler. Allah onların işlerini boşa çıkaracaktır"
ayetin kapsamına girenlerden söz etmektedir. Bunlar
büyük bir ihtimal ile surenin başında kendilerine söz
edilen müşriklerdir. Çünkü İslam davasının
önüne dikilme yüzsüzlüğü ve
şımarıklığı tam onlara uygun düşmektedir.
Ortada başka ihtimal olsa da Allah yolundan çevirmek ve
Resulullah'a karşı gelmek şeklinde dile getirilen
bu şımarıklık ancak onlarca uygun düşmektedir.
Bir diğer ihtimale göre, bu ayetin hükmü her yer ve
zamanda geçerlidir. İslam davası
karşısında aynı tutumu takınan herkese yöneliktir
yani Medine'deki yahudileri, münafıkları kapsamakta
onlar da açık ya da gizli İslam davası aleyhine
aynı tutumu takınırlarsa, onları da aynı
akibetle tehdit etmektedir. Fakat ne olursa olsun birinci ihtimal
daha güçlüdür.
İkinci ve son bölümde ise, surenin sonuna dek müminlere
seslenilmektedir. Yüce Allah onları canları ile ve
malları ile cihadı sürdürmeye çağırmaktadır.
Gevşemeksizin ya da zayıflık gibi, akrabalık
gibi veya bir yararı gözetme gibi, bir etkene boyun eğmeksizin
zalim ve azgın küfür ile ateşkese çağırmaksızın,
cihadı sürdürmeye çağırmaktadır. Yüce
Allah'ın insanların gönüllerindeki -yaratılıştan-
mala düşkünlüğü gözönüne alarak, onların güçlerinin
yetebileceği sınırlar içinde kalarak, harcamayı
farz kıldığı dünya malına ihtiras göstermeden,
cihadı sürdürmeye çağırmaktadır. Eğer
bu davanın yükümlülüklerini yerine getirmezlerse yüce
Allah onları bu davanın üstlenilmesi ve kabul edilmesi
şerefinden mahrum etmekle ve yerlerine bu davanın yükümlülüklerini
yerine getiren ve değerini bilen bir başka toplum
getirmekle tehdit etmektedir. Bu tehdit surenin atmosferine uygun
düşen sert dehşet verici bir tehdittir. Ayrıca bu
son kesim de, o zamanlar münafıkların
dışında, müslümanların saflarında var
olan çeşitli ruhsal durumları tedavi etmek hedefi
olduğuna işaret de vardır. Buna ek olarak bu son
kesim gönülleri rivayetlerde meşhur olan davaya canla
başla sarılma, kendini bütün benliği ile davaya
verme ve fedakârlık gibi özellikleri yerleştirmek için
tedavi etmektedir. Müslüman toplumda bu karekterlerin her
ikisini de taşıyan insanlar vardı. Ve Kur'an
davadan geri kalanları yüce ve şerefli seviyeye yüceltmek
için gönülleri tedavi edip eğitiyordu.
"Nankörlük edip Allah yolundan alıkoyanlar ve
kendilerine doğru yol belli olduktan sonra peygamberi
incitenler, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Allah onların
işlerini boşa çıkaracaktır."
Bu ifade yüce Allah'ın kesin kararı ve verilmiş
sözüdür. Şöyle ki, inkar edenler, insanlara ulaşmasın
diye hak davanın karşısına dikilenler, güç
kullanarak, para harcayarak, hileye başvurarak ya da herhangi
bir aracı kullanarak insanları hak davadan çevirenler.
Resulullah'a sağlığında savaş açarak,
gittiği yolunda O'na aykırı davranarak hak
davanın dışında başka saflara
katılarak... Ya da ölümünden sonra Peygambere dini ile
şeriati ile, getirdiği sistem ile sünnetine uyanlar ile
ve davası üzere bulunanlar ile "Kendilerine
doğru yol belli olduktan sonra" Peygamberin
getirdiği davanın hak olduğunu öğrenip fakat
heveslerine uyduktan sonra. İnatları kendilerini
azdırdıktan, arzuları kendilerini kör ettikten ve
dünya menfaati kendilerini peşinden sürükledikten sonra...
Evet bunlardan sonra Peygambere düşmanlık edenler...
Evet yüce Allah'ın kesin kararı ve verilmiş sözüdür
ki bu inkarcı düşmanlar "Allah'a
hiçbir zarar veremezler." Onlar
Allah'a zarar verme konusunda adları anılmaya
değmeyecek kadar zayıf ve cılızdırlar.
Fakat ayetin amacı bu değildir. Gaye o kafirler,
Allah'ın dinine, sistemine ve O'nun davasını güdenlere
asla zarar veremeyeceklerini belirtmektir. Onlar yüce Allah'ın
koyduğu kanunlarını ve adetini ne kadar güçlü
olurlarsa olsunlar ve bazı müslümanları belli bir süre
ne kadar incitirse incitsinler, asla değiştiremeyeceklerdir.
Çünkü onların bu yapacakları yüce Allah'ın gözettiği
bir hikmet dolayısı ile kendi izni ile geçici bir süre
meydana gelen beladır. Yoksa yüce Allah'ın adetine,
kanununa, nizamına, sistemine ve nizamı ile sistemini
izleyene kullarına yönelik gerçek bir zarar değildir.
Çünkü akibet belirlenmiştir. Akibet "Onların
işlerini boşa çıkaracaktır." Böylece
akibet tıpkı zehirli otları yiyen davarların
akibeti gibi kaybetmek, arzusuna ulaşamamak ve mahvolup
gitmektir. İnkar edenlerin, Allah'ın yolundan
insanları çevirenlerin, Peygambere düşmanlık
edenlerin korkunç akibetlerinin ışığı
altında, yüce Allah inananlara yöneliyor. Onları bu
akibete düşmekten sakındırıyor, kendilerini
Allah'a ve Peygambere itaate yönlendiriyor.
"Ey inananlar, Allah'a ve Resulüne itaat edin, işlerinizi
boşa çıkarmayın."
Bu emir o zamanlar İslam toplumunda itaatın mükemmelini
araştırmayan, ya da islamın koyduğu bazı
yükümlülükleri zor kabul eden veya islamın
karşısına dikilen ve O'nun her yönden gücünü
deneyen güçlü ve çetin, çeşit çeşit zümrelerle
cihad etmenin gerektirdiği fedakârlıkları
katlanılmaz sayan bir zümre olduğunu gösterir. Bu is
lamla çarpışan zümreleri müslümanlara ortak yararlar
ve akrabalık bağları bağlıyordu. Bu
bağlardan İslam inancının gerektirdiği
şekilde, tamamı ile vazgeçmek ve onları kesip
atmak son derece zordu.
Bu emir samimi müslümanların ruhlarına derin ve
şiddetli bir etki bırakmıştı. Bu emir
nedeni ile kalpleri ürpermiş, bunun sonucunda amellerini
boşa çıkaracak ve iyiliklerini yok edecek şeyler
yapmaktan korkmuşlardı.
Nasr oğlu Mervezli İmam Ahmed, kitabının
namaz bölümünde derki: Bize Ebu Kudame, Veki', Rey'li Ebu Cafer,
Enes oğlu Rabi', Ebulahye kanalı ile haber verdi. Ve
dedi ki: Resulullah'ın sahabeleri Allah'a şirk
koşulduğunda hiçbir amelin yarar sağlamadığı
gibi, bir insan "La ilahe illallah" derse ona hiçbir
günah zarar vermez görüşünde idiler. Bunun üzerine "Allah'a
ve Rasulüne itaat edin, işlerinizi boşa çıkarmayın."
ayeti indi. Bunun üzerine günahlarının iyi
amellerini geçersiz kılmasından korkmaya
başladılar.
Mübarek oğlu Abdullah, Ma'ruf oğlu Bekr, Hayyan
oğlu Mukatil, Nafi kanadından gelen bir habere göre Hz.
Ömer'in oğlu şöyle der: "Bizler Resulullah'ın
sahabeleri olarak, iyi amellerden ne yapılmışsa
hepsi kabul olunur diye düşünüyorduk. Nihayet şu ayet
indi: "Allah'a ve Resulüne itaat edin, işlerinizi
boşa çıkarmayın." Bu ayet inince bizler,
amellerimizi boşa çıkaran nedir ki? demeye
başladık. Sonra herhalde bunlar büyük günahlar ve
yüz kızartıcı sözler ve işlerdir diye yorum
yapmaya başladık. Nihayet "Allah kendisine ortak
koşma suçunu bağışlamaz. Bunun
dışındaki suçları dilediğine
bağışlar." (Nisa suresi, 116) ayeti indi.
Bu ayet inince bu konuda konuşmaktan vazgeçtik. Büyük
günah işleyenlerle yüz kızartıcı işler
yapıp ve sözler söyleyenlerin akibetlerinden korkmaya ve o
günahları işlemeyenlerin akibetlerinin iyi
olacağını ummaya başladık.
Bu hadis ve haberlerden, Kur'an ayetlerini Peygamberden alan
samimi müslümanların ruhsal durumları
nasıldı? Ayetler karşısında nasıl
ürperip titrerlerdi, nasıl sarsılır
korkarlardı? Ayetlerin düşmanlık ve
intikamına uğramaktan nasıl kaçınırlardı?
Ayetlere uygun kimseler olmak için, kendilerini o ayetlere
uydurmak için nasıl çabalarlardı? Bunlar bu hadis ve
haberlerden açıkça görülmektedir. İşte
Allah'ın kutsal sözlerini almadaki bu duyarlılıkla
müslümanlar bu ayette kınanan kimseler olmaktan
kurtulmuşlardı.
Sonra bu ayeti izleyen ayette, yüce Allah onlara, Resulullah'a
düşmanlık eden, ona itaat etmekten kaçınan sonra
da bu sapıklıkta ısrarlı olup şu dünyadan
kafir olarak göçüp giden kimselerin akibetlerini açıklıyor:
"Nankörlük edip Allah yoluna engel olan, sonra kafir
olarak ölenleri Allah affetmeyecektir."
Bağışlanma için fırsat yalnız bu dünyada
vardır. Tövbe kapısı kafirler ve isyankarlar için
bu dünyada can boğaza gelip dayanıncaya kadar açık
kalacaktır. Can boğaza gelip dayanınca ne tövbe
geçerli olacaktır ne bağışlanma
olacaktır. Artık fırsat bir daha geri gelmemek
üzere geçip gidecektir.
Bu ayet kafirlere seslendiği gibi müminlere de
seslenmektedir. ama kafirler için bu ayet, tövbe kapıları
kapanmadan önce durumlarını düzeltmeleri ve tövbe
etmeleri için bir korkutma müminler için ise, kendilerini bu uğursuz,
bu tehlikeli yola yaklaştıracak tüm araçlardan ve
vesilelerden kaçındırma ve uyarı anlamı
taşır.
Biz bütün bunları daha sonra gelen ayetlerde,
gevşemenin yasaklanmasından, barışa davet
edilmesinden anlıyoruz. Nitekim bir önceki ayette de
Peygambere düşmanlık eden inkarcıların
akibetleri açıklanmıştır.
"Sakın gevşemeyin. Üstün olduğunuz halde
barışa davet etmeyin. Allah sizinle beraberdir. O
amellerinizi asla eksiltmez."
Bu ayet müminleri sakındırmakta ve Peygambere düşmanlık
eden inkarcıların akibetlerini, onların gözleri
önüne koymakta ve onları bu akibetin uzaktaki hayalinden
bile sakındırmaktadır.
Bu sakındırma, müslümanların arasında
bitip tükenmek bilmeyen cihadın yükümlülüklerini ve
sürekli meşakkatini ağır bulan, cihad
karşısında azim ve kararlılıkları
gevşeyen barış ve ateşkes arzulayarak
savaşların güçlüklerinden kurtulup rahata kavuşmak
isteyen kimselerin olduklarını ima etmektedir. Belki de
bunların bazılarının müşriklerle
akrabalık ve kan bağları vardı. Ya da müşriklerle
karşılık yarar ve mal bağları vardı.
İşte bu faktörler onları barışa ve
ateşkes istemeye yöneltiyordu. İnsan ruhu hep aynı
ruhtur. İşte İslam terbiyesi bu
gevşekliği ve bu gibi insanın
yaratılışında doğuştan var olan
duyguları kendine özel araçlarla tedavi eder. Ve İslam
terbiye sistemi bu alanda gerçekten olmazı
başarmıştır. Fakat bu, bazı ruhların
derinliklerinde -özellikle Medine döneminin ilk yıllarında
olmak üzere- bu gibi kalıntıların
olmadığı anlamına gelmez. Nitekim bu ayet o
çeşit kalıntıların bir kısmını
tedavi etmektedir. Şimdi biz Kur'an'ın ruhları
nasıl ele aldığına bir göz atalım.
Bizler terbiye konusunda Kur'an'ın atmış
olduğu adımları izlemek ve araştırmak
zorundayız. Ve buna muhtacız çünkü o günkü insanların
ruhları ile bugünkü insanların ruhları hep
aynıdır.
"Sakın gevşemeyin. Üstün olduğunuz halde
barışa davet etmeyin. Allah sizinle beraberdir. O
amellerinizi asla eksiltmez."
Sizler üstün ve galipsiniz. O halde gevşeyip de
kafirleri barışa çağırmayın. Siz inanç
sistemi ve hayat görüşü bakımından daha
üstünsünüz. Sizler en üstünsünüz çünkü yücelerin
yücesi ile bağınız ve bağlantınız
var. Sizler, sistem bakımından, hedef
bakımından ve gaye bakımından daha
üstünsünüz. Sizler duyguca, ahlakça ve hareketçe daha
üstünsünüz. Sonra... Ve sizler güç, konum ve destek bakımından
en üstünsünüz. Çünkü en üstün kuvvet sizinle birliktedir.
"Allah sizinle beraberdir." Şu halde siz
yalnız değilsiniz. Yüce, Cabbar, herşeye gücü
yeten, en üstün olan Allah sizlerle birliktedir. O sizlere yardımcıdır,
sizlerle birliktedir. Sizleri savunmaktadır. Allah sizlerle
birlik olduktan sonra, bu düşmanlarınız ne anlam
ifade eder? Bütün gönülden bağışladıklarınız,
tüm yaptıklarınız ve yapmak zorunda
kaldığınız tüm fedakarlıklar sizin
lehinize hesaba dahil edilecek ve yüce Allah onların bir
zerresini bile gözardı etmeyecektir. "O
amellerinizi asla eksiltmeyecektir." Yüce
Allah amellerinizden bir zerre bile kesmez. Yaptıklarınızın
sonuçlarından, semerelerinden ve mükafatından size
ulaşmayan bir zerre bile kalmaz.
Şu halde yüce Allah'ın kendisini en üstün kıldığı,
kendisi ile birlikte olduğunu, yaptığı
amellerin zerre kadar karşılığını
eksik etmeyeceğini dolayısı ile yüce Allah'ın
katında şerefli olacağını, yardım
edilip mükafat göreceğini bildirmiş olduğu bir
kimse, neden gevşer, kendini zayıf görüp de düşmanı
barışa çağırır?
El atılan birinci nokta bu... İkinci noktada ise müslümanların
bazı fedakarlıklara katlanmak zorunda kalabilecekleri dünya
hayatının değersizliği ifade edilirken
ahirette mükafatlarını tam olarak alacakları ve bu
mükafatları elde etmek için de ağır bir mali
bedel ödemek zorunda kalmayacakları belirtilmektedir:
"Doğrusu dünya hayatı ancak oyun ve
eğlencedir. Eğer iman eder sakınırsanız
Allah size mükafatlarınızı verir ve sizden
mallarınızın tümünü sarf etmenizi istemez."
Dünya hayatı, eğer bu hayatın gerisinde daha
şerefli ve daha kalıcı bir hedef olmazsa, yüce
Allah'ın sisteminden uzak olarak hayat sürülürse ancak bir
oyun ve bir eğlenceden ibarettir. Bu öyle bir sistemdir ki,
bu dünya hayatını ahiretin tarlası ve halifelik
nimetini ebedi ahiret yurdunu elde etmenin aracı olarak
kılar. İşte ayetin ikinci paragrafında
işaret edilen nokta budur. "Eğer iman eder
sakınırsanız Allah size mükafatınızı
verir." Dünya hayatını bir oyun ve bir
eğlence olmaktan çıkaran ve ona ciddiyet
damgasını vuran, onu hayvansal seviyeden çıkarıp
yücelerin yücesine bağlı olan doğru yoldaki
halifelik seviyesine yükselten ancak ve ancak iman ve takvadır...
İşte o gün, Allah'tan korkan müminin can-ı gönülden
feda ettiği dünya hayatındaki şeyler boşa
gitmez, yok olmaz. İşte ebedi ahiret yurdunda bol mükafat
ancak bununla elde edilir. Tabi bununla birlikte yüce Allah,
insanlardan tüm mallarını harcamalarını
istemiyor. Getirdiği yükümlülüklerle ve farzlarla onları
sıkıntıya sokmak istemiyor. Çünkü O ruhların
ve nefislerin yaratılış ve fıtrat itibarı
ile dünya malına düşkün olduklarını
bilmektedir. Ve yüce Allah bir kimseye ancak yapabileceğini
yükler. Dolayısı ile yüce Allah, kullarının
mallarının tümünü harcamalarını isteyip de
onları sıkıntıya sokup, kinlerini ortaya çıkarmayacak
kadar onlara karşı merhametlidir.
"Eğer sizden onları isteyip de sizi zorlasa,
cimrilik edecektiniz. O da kinlerinizi ortaya çıkaracaktı."
Bu ifade lütuf sahibi, herşeyi bilen yüce Allah'ın
hikmetini göstermekte, bu dinin yükümlülüklerinde gözetmiş
olduğu çok hassas planlamayı, yükümlülükleri
getirirken insanın fıtrat ve
yaratılışı nasıl gözettiğini ve bu
dinin insanın tüm yetenekleri güçleri ve genel durumu ile,
insanın insanlığı ile nasıl uyum içinde
olduğunu ortaya koyan bir ifadedir. Bu din, insanî, kutsal
bir nizam kurmak için getirilmiş kutsal bir inanç
sistemidir. Bu din kutsal bir sistemdir dedik, çünkü bu dinin
sistemini ve kurallarını belirleyen yüce Allah'tır.
İnsanî bir sistemdir dedik, çünkü yüce Allah insanlara
yükümlülükler koyarken insanın gücünü ve ihtiyaçlarını
gözetmiştir. Çünkü insanoğlunu yaratan O' dur. O
halde yarattıklarını en iyi bilen de O' dur ve O
herşeyi bilen lütuf sahibidir.
En sonunda, yüce Allah insanları, Allah yolunda harcama
çağrısı karşısında gerçek ruhsal
durumları ile yüzyüze getiriyor. Ve ruhların dünya
malına olan düşkünlüklerini Kur'an'ın çeşitli
araçları ile tedavi ediyor, nitekim aynı ruhları
cihad çağrısı karşısında
canlarına düşkün oldukları zaman da tedavi
etmişti."İşte sizler, Allah yolunda
harcamaya çağrılıyorsunuz; fakat içinizden
kiminiz cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse o ancak kendisine
cimrilik eder. Allah zengindir, sizler fakirsiniz. Eğer yüz
çevirecek olursanız, yerinize başka bir toplum gelir de
onlar sizin gibi olmazlar."
Bu ayet, o günkü müslüman toplumun gerçek durumunu yansıtan
ve her toplumda insanların mallarını Allah yolunda
harcama çağrısı karşısındaki ruhsal
durumlarını gösteren bir tablo çizmektedir. Ayet onların
arasında cimrilik edecekler çıkabileceğini ifade
etmektedir. Bunun anlamı hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak
cimrilik etmeyenler de çıkabileceğidir. Ve bu durum gerçekten
meydana gelmiştir. Bunun örneklerini doğrulayan birçok
rivayetler kaydettiği gibi Kur'an-ı Kerim'de birçok
yerlerinde belirtir. İslam dini bu alanda, hoşnutlukla
can-ı gönülden verme ve fedakarlık etmenin ve verip
harcayarak ferahlık duymanın olağanüstü sayılabilecek
örneklerini gerçekleştirmiş ve insanlığa
sunmuştur. Ancak şu kadar var ki, bu söylediklerimiz
ortada mala karşı düşkün kimselerin olabileceğine
engel değildir. Herhalde bazıları için canı
ile cömertlik etmek, malı ile cömertlik etmekten çok daha
kolaydı.
Kur'an-ı Kerim, bu ayette bu tür cimriliği ele
almakta ve tedavi etmektedir: "Kim
cimrilik ederse o ancak kendisine cimrilik eder."
İnsanların can-ı gönülden Allah yolunda harcadıkları
ancak ve ancak kendileri için biriktirilmiş bir sermayedir,
sermayeye muhtaç olacakları o gün, sahip oldukları
herşeyden soyutlanmış olarak mahşere gelip
toplanacakları gün o sermayeyi önlerinde hazır
bulacaklardır. Eğer Allah yolunda harcamakta cimri
davranırlarsa, ancak ve ancak kendilerine cimri
davranmış olurlar. Ancak kendi sermayelerini
azaltmış olurlar, mal harcamaktan kaçınırlarsa
kendi nefisleri için harcamamış olurlar, kendilerini
kendi elleri ile gelecekte mahrumiyete düşürmüş
olurlar.
Evet... Şu halde yüce Allah onlardan mal harcamayı
ancak kendileri adına hayır dilediği için,
nasiplerini çoğaltmak için kendi nasiplerini saklamak ve
biriktirmek için istemektedir. Harcayıp sarfettikleri
şeylerden hiçbirisi yüce Allah'a erişmediği gibi
kendisi onların harcadıkları şeylere muhtaç
da değildir.
"Allah zengindir sizler ise fakirlersiniz."
Size mallarınızı veren O'dur.
Harcadığınız şeyleri kendi katında
sizlerin adına biriktiren O'dur. Dünyada size verdiklerine
kendisi asla muhtaç değildir. Ahiret için biriktirdiğiniz
sermayelerinize de muhtaç değildir. Her iki dünyada da ve
her iki durumda da sizler O'na muhtaçsınız. Dünyada
O'nun vereceği rızka muhtaç olan sizlersiniz. Sizler rızık
namına hiçbir şeye güç yetiremezsiniz. Elde ettiğiniz
ne varsa ancak O'nun sizlere bahşettiği şeylerdir.
Ve ahirette O'nun vereceği karşılığa
muhtaç olan da sizlersiniz. Size rızıkla ihsanda
bulunan da O'dur. Sizler ise üzerinize gerekli olan hiçbir
şeyi veremezsiniz O'na. Üstelik ahirette de sizlerin
biriktirmiş olduğunuz bir sermayeniz de yoktur. Ancak sözkonusu
olan O'nun sizlere ihsanıdır.
O halde bu cimrilik niye? Bu ihtiras niye? Ellerinizde ne
varsa, harcadıklarınıza karşılık
elde edeceğiniz ne varsa hepsi yüce Allah'ın
katından gelmektedir ve O'nun ihsanıdır.
Arkasından son hüküm gelmektedir. Bu da bu konuda bütün
sözleri kesip atan bir hükümdür.
Yüce Allah'ın kendi davasını götürmeniz için
sizleri seçmesi, sizlere verilmiş bir şeref, bir ihsan
ve bir bağıştır. Eğer sizler bu ihsana
layık olmaya çalışmaz iseniz, sizler bu
makamın yükümlülüklerini yerine getirmez iseniz ve sizler
kendinize verilen şeyin değerini kavramaz da bunun
dışındaki herşeyi değersiz görmezseniz
yüce Allah bahşetmiş olduğu şeyleri geri
alır ve ihsanı bahşetmek için sizin dışınızda,
bunun değerini bilecekleri seçer. '
"Eğer ondan yüz çevirirseniz yerinize sizden başka
bir toplum getirir de onlar sizin gibi olmazlar."
Bu ayet, imanın tadını tadan, onun Allah
katında şerefini ve şu kainattaki yerini hisseden
kimse için ürpertici bir uyarıdır. Çünkü inanan
insan bu büyük ve kutsal sırrı beraberinde
taşır, yeryüzünde Allah'ın kalbine
bahşetmiş olduğu güç ile benliğine
vermiş olduğu nur ile yürür, Mevlasının
işareti üzerinde olmak üzere, yeryüzünde dolaşır.
İnsanın gerek niteliğini taşıyan ve
O'nunla bütünleşerek yaşayan bir insanın, bir süre
sonra ondan mahrum edildiğini, bu
sığınağın dışına
atıldığını,
kapandığını düşünelim. Bu insan bu yeni
hayata dayanamaz, ondan zevk alamaz. Hatta yaşadığı
yeni hayat önce Rabbine bağlı iken sonra önüne
perdeler gerilen kimse için cehenneme döner.
Gerçekten iman büyük bir bağıştır. Buna
şu kainatta hiçbir şey denk değildir. İman,
terazinin bir kefesine, imanın dışında ne
varsa kefenin öbürüne koyulup karşılaştırılınca,
hayat değersiz mi değersiz, dünya malı önemsiz mi
önemsizdir.
İşte bunun için bu uyarı bir müminin karşılaşabileceği
en korkunç bir uyarıdır. Çünkü mümin bu uyarıyı
yüce Allah'tan almaktadır.
MUHAMMED SURESİNİN SONU
|
|
O |
|
O |
|