15- Allah'a karşı gelmekten sakınanlara söz
verilen cennet şöyledir: İçinde bozulmayan sudan
ırmaklar, tadı değişmeyen sütten
ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar
ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için orada her
türlü meyve, Rablerinden de bağışlanma
vardır. Bunların durumu, ateşte ebedi kalan ve
bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su
içirilen kimselerin durumu gibi olurmu hiç?
Bu gibi maddi dekorlu azap sahneleri Kur'an'ın birçok
yerlerinde gelir. Bazen bu tablolarla birlikte manevi dekorlu
tablolar gelirken bazen de ne maddi ve ne de manevi dekorsuz nimet
ve azap tabloları başka yerlerde yeralır.
İnsanlığı yaratan Allah
yarattığını en iyi tanıyan, gönüllerine
etki edecek etkeni ve kendilerini eğitecek uygun motifi en
iyi bilendir. Sonra bir de onları nimetlendirecek ve
azaplandıracak en uygun yöntemi de yine en iyi O bilir.
İnsanlar sınıf sınıftır.
İnsanların ruhları çeşit çeşit,
karekterleri de yine ayrı ayrıdır. Bütün insanlar,
temel yapı bakımından birdirler. Ancak bir fert
olarak her insan diğerinden farklıdır. Bundan
dolayı yüce Allah, kulları hakkında araçsız
olan bilgisine uygun olarak, çeşit çeşit nimetleri,
azapları nimet ve üzüntüleri ayrı ayrı
sıralamıştır.
Bazı insanlar vardır ki onları eğitmek amel
etmeye istek ve gayretlerini harekete geçirmek, için tadı
doğal olan tatlı su nehirlerinin veya
ekşimemiş süt ırmaklarının veyahut süzme
bal nehirlerinin veya içenlere tat veren şarap
ırmaklarının kendilerine verilmesi uygun düşer.
Ayrıca bunlar mükafat (ödül) olarak uygun olduğu gibi
gönüllerini hoşnut etmeye de elverişlidir. Veya bu
kimselere verilecek çeşit çeşit meyveler ve bununla
birlikte cehennem azabından kurtulmalarını ve
cennetlerden yararlanmalarını sağlayan Rablerinden
bir bağış da uygun olabilir. Kısacası bu
gibilerin hem eğitilmelerine uygun ve hem de mükafat olarak
verilmeye elverişli nimetler verilecektir.
Bazı insanlar da vermiş olduğu sayılara
sığmaz nimetlerine karşılık Allah'a
şükretmiş olmak için ibadet ederler. Ya da Allah'ı
sevdikleri için ve kendisine sevenin sevgilisine yaklaşmayı
arzu etmesi misali, itaatlarla kendisine yaklaşmış
olmak için ibadet ederler. Veya bu gibiler Allah'ın
kendilerini hoşnut olmadığı bir durumda görmesinden
utandıkları için ibadet ederler. Bunun ötesinde
ibadetlerinde cenneti, cehennemi nimeti ve azabı sözün tam
anlamı ile gözetmezler. Böylelerine hem eğitim ve hem
de karşılık olarak Allah'ın onlara "İman
edip iyi ameller işleyenlere gelince Allah onlara sevgi
armağan edecektir." (Meryem suresi, 96) sözü ya da
kendilerinin
"Doğru
bir yerde kudret sahibi bir hükümdarın katında."
(Kamer suresi, 55) olacaklarını
bilmeleri yeterlidir.
Resulullah'ın ayakları şişinceye dek namaz
kıldığı, Hz. Aişe'nin de: "Ey
Allah'ın Resulü gelmiş ve geçmiş tüm günahların
bağışlandığı halde, niçin böyle
yapıyorsun?" diye hayretle sorduğu zaman, buna
karşılık Peygamberin: "Ey Aişe! Ben çok
şükreden bir kul olmayayım mı?" diye cevap
verdiği nakledilir.(Hadis Müslim'in sahihinde Vehb oğlu
Abdullah yolu ile nakleder)
Rabiatül Adeviyye: "Şayet cennet ve cehennem olmasa
hiçbir kimse Allah'a ibadet etmeyecek, hiçbir kimse O'ndan
korkmayacak mıydı?" der.
Süfyanü's Sevri: Rabia'ya senin imanının özü
nedir? diye sorunca, ona şöyle cevap verir: "O'na ve
cehenneminden korktuğum için ne de cenneti aşkına
ibadet ediyorum. Böyle davranıp da kötü bir işçi
gibi olmak ve ücret için O'na ibadet ediyor durumuna düşmemek
isterim" der.
Hem bu mizaçta, bu duyguda, bu ruh halı içinde ve hem de
az önce belirtilen karekterde çeşit çeşit insanlar
vardır. Bunların tümü -Allah'ın
yarattığı nimetin, azabın ve çeşit çeşit
mükafatın ve cezanın içinde- hem yeryüzünde terbiye
olmaya ve hem de yüce Allah'ın katında bir
karşılık olmaya uygun öğeler bulurlar.
Genel olarak göze çarpan odur ki, Kur'an'ın iniş süreci
boyu, onu dinleyenler terbiye ve nefsi eğitme
basamaklarında yükseldikçe, bu nimetin ve azabın
şekilleri de o derece incelip şeffaflaşıyor.
Dinleyenlerin çeşitlerine göre ve ayetin haber verdiği
çeşit çeşit durumlara göre incelip
şeffaflaşıyor. Ki bu durumlar bütün çağlar
boyu insanlık toplumunda tekrarlanıp duran örnekler ve
durumlardır.
Burada iki çeşit karşılık göze çarpıyor:
Şu nehirler, tüm meyveler ve yüce Allah'tan günahların
bağışlanması mükafatı, diğeri ise, "Ateşte
ebedi kalan ve bağırsaklarını pa
rça
parça edecek kaynar su içirilen kimse."
Bu çok şiddetli ve somut bir azap biçimi olup, savaş
konulu surenin atmosferine ve müşriklerin kaba mizaçlarına
uygun düşmektedir. Onlar herşeyden yararlanmakta ve
tıpkı hayvanlar gibi yiyip içmektedirler. Buradaki hava
kaba bir oburluk ve şuursuzca yeme içme havasıdır.
Buna ceza olarak da, kaynar sular, aynen hayvanlar gibi,
yediklerini içine doldurdukları ve yiyeceklerin
emildiği bağırsaklarının paramparça
edilmesidir. Bunlarla onların durumları ve üslupları
bir olmadığı gibi, alacakları
karşılık ta bir olmayacaktır.
Surenin başında saldırı ile başlayan
ve surenin sonuna kadar bitip tükenmez şiddetli bir
savaş atmosferi içinde süregelen ilk bölüm bu ifadelerle
son buluyor. Bu gezinti münafıklarla yapılmaktadır.
Onların Peygamberin ve Kur'an'ın
karşısındaki tutumları, Allah'ın hükmünü
yüceltmek için, O'nun müslümanlara farz kıldığı
cihad karşısındaki tavırları ve son
olarak yahudilerle olan ilişkileri ve yahudilerle birlik olup
islama ve müslümanlara gizlice komplo kurmaları bu bölümde
ele alınmaktadır.
Münafıklık hareketi Medine'de ortaya çıkmış
bir harekettir. Mekke'de münafıklığı
gerektirecek bir neden olmadığı için münafıklık
da olmamıştı. Müslümanlar Mekke'de düşkün
durumda olup zulüm gördüklerinden hiç kimse münafık
olmaya gerek duymamış. Yüce Allah Medine'de Evs ve
Hazreç kabileleri ile islamı ve müslümanları güçlendirince,
İslam kabile kabile ev ev, yayılıp da, her yuvaya
girince Hz. Muhammed'in ve islamın yücelip güçlenmesini hoş
görmeyen ve aynı zamanda islama açıkça düşmanlık
yapamayan birtakım kimseler müslüman görünmek, istemeye
istemeye kendilerini müslümanmış gibi göstermek
zorunda kaldılar. Oysa içlerinden islama ve Peygambere kin
ve nefret dolu idiler. Bunların başında da
meşhur Selul oğlu Übeyy oğlu Abdullah gelmekte
idi.
Medine döneminin ilk başlarında, Medine'de
yahudilerin var olması, askeri, ekonomik ve örgütlenme
gücünü ellerinde bulundurmaları, Hz. Muhammed'in dininin
ve taraftarlarının ortaya çıkışlarından
hoşlanmamaları, işte yahudilerin Medine'de bu
durumda olmaları münafıkları yüreklendiriyordu.
Bu kin ve bu nefret münafıklarla yahudileri çabucak
biraraya getirdi. Ve ellerine geçen her fırsatta, komplo ve
hile yoluna başvurdular. Müslümanlar zor ve zayıf
duruma düşünce düşmanlıklarını açıktan
açığa gösteriyorlar, kinlerini açıkça
kusuyorlardı. Müslümanlar güç kazanıp
rahatlayınca, hileler gizlenmeye ve tuzaklar
karanlıklarda kurulmaya başlanıyordu. Münafıklar
Medine döneminin ortalarına kadar hem İslam hem de müslümanlar
için gerçek bir tehlike oluşturdular.
Medine'de inen surelerde münafıklardan söz edilmiş,
hileleri anlatılmış, müslümanlara komploları
ve gizli oyunları ve onlarla olan ilişkileri
kınanmıştır. Nitekim aynı surelerde
onların yahudilerle ilişkileri onlardan taktik
almaları ve bazı karmaşık komplolara onlarla
birlikte girişmeleri de tekrarlanıp durmuştur.
İşte aşağıdaki ayet münafıkları
ve yahudileri ele alan yerlerden birisidir.