İman edip iyi amel işleyenler zaman zaman en hoş
nimetlerden yararlanırlar. Ama burada yapılan
karşılaştırma müminlerin gerçek ve muazzam
payları ile ki -o cennettir- kafirlerin toplam payları
arasında yapılmaktadır. Zaten onların bundan
başka da pay ve nasipleri yoktur.
Müminler paylarını altlarından ırmaklar
akan cennetlerde yüce Allah'ın elinden alırlar.
Onları cennete koyan yüce Allah'tır. O halde
onların payları çok yüce, şerefli ve yüksek bir
paydır. Onlar bu payı yüce Allah'ın huzurunda
O'nun yüce katında imanlarına ve iyi amellerine bir
karşılık olarak, yücelik ve şerefte salih
amelden kaynaklanan yüceliğe uygun olarak elde ederler.
İnkar edenlerin payı ise "hayvanların
yediği gibi" yiyip eğlenmektir... Bu
kendilerinden insanlık karekterini ve
nişanlarını silip süpüren rezil edici bir
ifadedir. Çünkü bu ifadenin onlar için verdiği çağrışım
açgözlü ve oburca yiyen hayvan çağrışımıdır.
Hiçbir tat almaksızın iyi ya da çirkin olup olmadığına
bakmaksızın bulduğunu yiyen duygusuz hayvan yemesi
çağrışımıdır. Bu öyle bir yeme ki
ortada onu frenleyen ne irade vardır, ne tercih sözkonusudur
ne üzerine bekçi olacâk gözcü vardır ve ne de onu
engelleyecek bir vicdan!
Hayvanlık yemede ve eğlencede ortaya çıkar.
İsterse servet ve nimet dolu köşklerde yetişen birçoklarında
olduğu gibi, ortada nice bir yemek zevki ve eğlenceler
arası seçiminde eğitilmiş bir his ve duygu olsun
farketmez. İnsanın amaç edinip peşinden
koşacağı nimetten yararlanma biçimi bu değildir.
Amaç nefsine ve iradesine hakim olan ve hayat için özel değerleri
olan insanın duyarlılığıdır. Böyle
bir insan şehvetin baskısına boyun eğmeyen,
lezzetin gevşemediği bir iradenin ürünü olarak, Allah
katındaki hoş olan şeyleri tercih eder.
Hayatın tamamı yemek sofrası ve eğlence
fırsatı olarak değerlendirilemez. Böyle görülüp
de bundan sonra hedefsiz yaşayarak Allah tarafından izin
verilenlerle yasak edilenler konusunda aldırış
etmeksizin, hayat sürülemez.
İnsanın hayat hakkında ve hayatın
sağlam temellerine dayalı özel bir düşünce
sistemi, hedefi ve iradesi vardır. Ki bu sağlam temeller
hayatın yaratıcısı olan yüce Allah'tan alınmıştır.
Eğer insan bütün bunları yitirirse insan türünün
belirleyici özelliklerinden en önemlilerini ve yüce Allah'ın
insanı üstün tutmasına neden olan özelliklerin en
önemlilerini yitirmiş demektir.
İman edenlerle inkara sapanlar arasında yapılan
karşılaştırmalar zinciri burada
Resulullah'ı yurdundan çıkaran, Mekke halkına bir
uyarı ve kendilerinden daha güçlü iken yok edilen eski
şehirlerin halkları ile kendileri arasında bir
karşılaştırma sergilemektedir.
Bu ayetin Resulullah Mekke'den çıkıp Medine'ye
hicret ederken yolda kendisini teselli etmek ve üzüntüsünü
gidermek için indiği rivayet edilir. Yine rivayete göre, bu
ayetin bir başka amacı da İslam davasının
karşısına dikilen ve o davayı benimseyen
kişilere işkence eden ve sonunda da onları
yurtlarını (topraklarını) ailelerini ve
mallarını bırakıp kaçarak inançları
uğruna hicrete zorlayan zorba müşriklerin birer hiç
olduklarını vurgulamaktır.
Sonra yüce Allah karşılaştırmaya devam
ediyor. Kendisinin neden müminlerin dostu olduğunu, onlara
neden dünyada zafer ve şeref bahşettikten sonra
ahirette de altlarından ırmaklar akan cennetlere
koyacağını açıklarken, kafirlerin neden hiç
dostlarının olmadığını, neden dünyada
hayvanlar gibi alçakça hayat sürdükten sonra
mahvedileceklerini, ahirette neden azap edileceklerini, neden
sürekli ateşte kalma cezasına çarptırılacaklarını
belirtiyor.
Bu, her iki zümrenin durumları hakkında gerek sistem
gerek yaşama üslubu bakımından köklü bir farktır.
Bir kere iman edenlerin "Rabbleri katından
gelmiş bir delilleri vardır. Dolayısı ile
gerçeği (Hakkı) görmüşler ve
tanımışlardır. Gerçeğin
kaynağından kuşkusuzca emin olmuşlar,
Rabblerine bağlanmışlar ve gerçeği O'ndan
almışlardır. Alırlarken de bunun O'nun yüce
katından geldiğinden kuşkusuzca emin olmuşlar,
aldatılıp sapıtılmadıklarının
kesin bilgisini elde etmişlerdir. İnkar edenlere ise kötü
amelleri iyi gösterilmiş ve onlar da kötü amellerini iyi
görmüşlerdir. Amellerinin kötü olduğunu görememişler,
doğruluğundan kuşkusuzca emin
olamamışlardır. Ve başvuracakları
herhangi bir prensibe,
karşılaştıracakları bir temele ve
kendilerine hakkı batıldan ayıracak olan herhangi
bir ışığa sahip olmadan "Keyfi
arzularına uymuşlardır." hiç bunlarla
onlar bir olurlar mı? Bunlar birbirlerinden gerek durum gerek
sistem ve gerekse yönelme bakımından çok farklıdırlar.
Bu nedenle değerleri, alacakları karşılık
ve akibetleri aynı olamaz.