Bu başlangıç hiçbir ön hazırlık ve çalışma
olmadan yapılan saldırıyı simgeliyor.
İnkara saparak Allah yolundan yüz çevirenlerin -ister
sadece kendileri yüz çevirmiş olsunlar isterse kendileri
ile birlikte başkalarını da engellemiş
olsunlar fark etmez- yüzyüze geldikleri amellerinin boşa çıkarılışı
yaptıkları bu amellerin tamamen boşa çıkarıldığını
ve iptal edildiğini ifade ediyor. Ancak ne var ki bu anlam
bir hareket içinde somutlaşıyor. Çünkü bir de bakıyoruz
ki bu yaptıkları ameller darma dağınık ve
yoldan çıkmıştır... Bu
dağılmanın ve yoldan çıkmanın sonucuna
baktığımızda, birde ne görelim, görülen
manzara amellerin yok oluşu, görülen, amellerin kayboluşu.
Bunlar ise amellere, canlılık veren hareketlerdir. Sanki
o ameller birer canlı kişidirler ve yoldan çıkarılmış,
ortadan kaldırılmışlardır. Bu hareket,
anlama bir derinlik kazandırmakta ve anlamın çağrışımlarını
yansıtmaktadır. Sanki bir savaş sahnesi ile
karşı karşıyayız. Bu savaşta ameller
insanlardan, insanlar da amellerden ürküp kaçmaktadır ve
sonunda da ameller kaybolup gitmektedir.
Belki de boşa çıkarılan bu amellerden
özellikle yaptıkları sonra da arkasından bir yarar
umdukları ve dışardan bakılınca düzgün
görülen ameller kastedilmektedir. Ancak iman olmadıktan
sonra iyi amelin ne kıymeti vardır? O halde bu iyilik
tamamen şeklî olup herhangi bir gerçeği ifade
etmemektedir. İtibar edilen, dikkate alınan o amelin
yapılmasını doğuran etkendir yoksa amelin
şekli değildir. Bazen amelin etkeni iyi ve hoş
birşey olabilir. Ancak o amel bir iman temeline
dayanmayınca, gelip geçici olarak dikkatsizce yapılan
şey ya da alışılmamış bir duygu olur.
Böyle bir amel vicdanda değişmez ve apaçık bir
şekilde yer etmiş, hayatın geniş açık
çizgisine bağlı olan bir sisteme ya da, varlık
aleminin köklü yasasına bağlı değildir.
O halde insan ruhu, her yönelişinde, kendisinden harekete
geçsin ve her davranışında ve yönelişinde
kendisine başvuracağı bir kaynağa
bağlansın diye mutlaka iman etmelidir. İşte o
zaman iyi amelin bir anlamı, bir hedefi, bir sürekliliği
ve ilahi sistem uyarınca vereceği sonuçları olur.
Bu ilahi sistem bu kainatın tüm elemanlarını bir
kanuna bağlar, her amel ve her harekete bir fonksiyon yükler.
Ve bu varlık aleminin bünyesinde fonksiyonunu yapmasında
ve gayesine varmasında da bir etki bahşeder.
Öte yandan
vardır.
Ayette yer alan birinci "iman edenler" deyimi, Hz.
Muhammed'e indirilen Kur'an'a iman etmeyi de içerir. Ancak ne var
ki ifadenin akışı Kur'an'ı, "Rabbleri
tarafından bir hak" olma niteliği ile nitelemek
ve bu anlamı pekiştirip yerleştirmek için ön
plana çıkarıyor ve gözler önüne seriyor. Vicdanda
yer etmiş bir imanın yanısıra, hayatta
dışa vuran amel etmek de gerekir. Amel, imanın
varlığını,
canlılığını ve çağlayıp
kaynadığını gösteren bir meyvedir.
İşte yüce Allah, inkar edenlerin amellerini,
şeklen ve dış görünüş açısından
güzel görünseler bile, iptal edip boşa çıkarmasına
karşılık, bu iman edenlerin "...hallerini düzeltmiştir."
Yüce Allah iyi bile olsa kafirin amelini boşa çıkarırken,
müminin günahını bağışlamaktadır.
Bu da imanın değerini, Allah katında ve gerçek
hayattaki kıymetini ortaya çıkaran mutlak ve tam bir
karşılaştırmadır.
"Ve Allah hallerini düzeltmiştir." Bir
kimsenin durumunun düzeltilmesi, kıymet, değer ve sonuç
açısından iman nimetinden sonra gelen büyük bir
nimettir. Ayetin bu ifadesi, iç huzuru, rahat, hoşnutluk ve
esenlik çağrışımı vermektedir.
insanın zihni sağlıklı olunca, duygu ve düşünce
de düzgün ve doğru olur, kal ve vicdan huzurlu olur, duygu
ve sinirler rahata kavuşur, ruh hoşnut olur, ruh güvenlik
ve esenlikten yararlanır... Bütün bunlar elde edildikten
sonra, hangi nimet ve faydalanma eksik kalır? Doğrusu bu,
parlak, aydınlık ışık dolu bir ufuktur.
Neden mümin olanların günahları
bağışlanır ve durumları düzeltilirken,
inkara dalanların amelleri boşa çıkarılmıştır?
Bu bir kayırma değildir. Tesadüf de değildir.
Rastgele hiç değildir. Bu tam anlamı ile bir olgudur.
Bu olgunun değişmez bir temeli vardır. Bu olgu
Allah'ın gökleri yeri hak üzere yarattığı ve
temel olarak hakkı seçtiği gün, varlık aleminin
boyun eğmiş olduğu ezeli, köklü kanuna bağlıdır:
"Bunun sebebi inkar edenlerin, batıla uymaları,
inananların da Rabbinden gelen hakka uymuş
olmalarındandır."
Batılın şu varlık aleminin benliğine
işleyen kökleri yoktur. Dolayısı ile batıl
gelip geçicidir, yok olmaya mahkumdur. Batılın
peşinden giden herkes ve batılın ürünü olan herşey
de böyle gitmeye ve yok olmaya mahkumdur. Dolayısı ile
inkara sapanlar batılın peşinden gittiklerinden
amelleri yok olmuş ve kendilerine yararlı en ufak bir
kırıntı kalmamıştır o amellerden...
Hak ise, köklü ve değişmezdir. Gökler ve yeryüzü
hakkın temeli üzere ayaktadır. Ve hak kainatın
derinliklerine kök salmıştır. Dolayısı
ile hakka yapışan ve hak üzere olan herşey
varlığını sürdürür. Müminler Rabbleri katından
gelen hakka uydukları için, yüce Allah elbette onların
günahlarını bağışlayacak ve
durumlarını düzeltecektir. Dolayısı ile bu,
değişmez temelleri ve ezeli nedenleri olan
kararlaştırılmış ve apaçık bir
olgudur. O halde, bu dikkatsizce yapılan, tesadüfen ve
rastgele olan bir olgu değildir.
"Allah onların durumlarını insanlara böyle
anlatır."
Allah kendilerini ölçmek ve değerlendirmek için başvuracakları
kuralları onlara böylece verir. Onlar da birşeyi
değerlendirmek için başvurdukları ve kendilerinin
de bağlısı oldukları ölçüyü öğrenirler
de ölçme ve değerlendirmede yanılgıya düşmezler.
KAFİRLERİN BOYUNLARINI VURUN
Surenin birinci ayetinin belirlemiş olduğu bu ilke müminlere
kafirlere karşı savaş emrinin verilmesini
doğurmuştur. Çünkü müminler sabit değişmez
hak yoldadırlar. Bu hakkın yeryüzünde kök salması,
yeryüzüne egemen olması, insanların ve hayatın
kaderine hakim olması gerekir. Bundan hedef ise
insanların hakka ulaşmaları ve
hayatlarını bu ilkeye göre temellendirmeleridir.
İnanmayanlar ise, ortadan kaldırılması ve
izleri hayattan silinmesi gereken batıl yoldadırlar.