37- Aranızdaki ilerlemek isteyenler için de, geriye
gitmeyi tercih edenler için de.
38- Herkes tutumunun ve davranışlarının
tutsağıdır.
Her öz sorumluluğunu ve yükünü kendi omuzlarında
taşır. Kendini nereye koymak isterse oraya koyar.
Özünü ya ilerletir, ya geriye götürür. Ya onurlandırır
ya alçaltır. Herkes davranışlarının
tutsağı, yaptığı işlerin
bağımlısıdır. Yüce Allah göre göre
izleyeceği yolu tanıtmıştır.
Duygulandırıcı evrensel tablolar ve herşeyi
yutup yokeden "sakar" cehennemi tabloları
karşısında yapılan bu duyuru son derece etkili
ve akılları başlara toplayıcıdır.
Yaptıkları işlerin tutsağı ve
davranışlarının bağımlısı
olan insan sahneleri önünde çalışma defteri sağ
taraftan verilecek olanların bağlardan çözük
olacakları, kösteklerden arınmış bir
özgürlüğün tadını yaşayacakları ilan
ediliyor. Onlar bu rahatlık içinde günahkârlara niçin bu
kötü sonla yüzyüze geldiklerini sorma hakkına bile
salıp olacaklardır. Okuyoruz:
39- Yalnız defterleri sağ yanlarından verilenler
hariç.
40- Onlar cennetlerde ağırlanırlar. Sorarlar.
41- Günahkârlara:
42- "Sakar'a (cehenneme) girmenizin sebebi nedir?"
diye.
43- Cehennemlikler derler ki; "Biz namaz kılanlardan
değildik.
44- Yoksulların karnını doyurmazdık.
45 Bizim gibi olanlarla birlikte asılsız ve bozguncu
konuşmalara dalardık.
46- Hesap verme gücünü inkar ederdik.
47- Sonunda bi de ölüm gelip çattı."
Çalışma defterleri sağ yanlarından
verilenlerin her türlü bağımlılıktan,
tutsaklıktan, bağdan ve köstekten uzak olmaları
onların iyiliklerini bereketlendirip kat kat arttıran yüce
Allah'ın lütfunun sonucudur. Bu umutlu sonucun burada açıklanması
ve dikkatlere sunulması her türlü kalbi etkileyecek bir
nitelik taşır. Bu açıklama ilk başta yüce
Allah'ın ayetlerini yalanlayan, şimdi ise kendilerini yüz
kızartıcı bir pozisyonda gören ve uzun uzun
itiraflarla içlerini döken günahkarların kalplerini
etkiler. Oysa dünyada önem vermedikleri, adam yerine koymadıkları
müminler şimdi üstün ve onurlu bir konumdadırlar ve
üstün konumlarının rahatlığı içinde
kendilerine
"Sakar'a
(cehenneme) sürüklenmenizin sebebi nedir?" diye
sorarlar.
Öte yandan bu açıklama dünya da günahkârlardan çok
çeken müminlerin kalplerini de etkiler. Şimdi ise kendileri
onurlu bir konumda iken kendini beğenmiş düşmanları
o onur kırıcı duruma düşmüşlerdir.
Sahne o kadar canlıdır ki, her iki gurubun kalbinde de
şu anda varmış ve her iki taraf orada yerini
almış izlenimini uyandırıyor. Sahnenin bu
çarpıcı canlılığı dünya hayatının
defterini bütün dekoru ile birlikte dürmekte, bu hayatı
noktalanmış ve geçip gitmiş bir geçmişe dönüştürmektedir.
Günahkârların uzun ve ayrıntılı
itirafları kendilerini "sakar" cehennemine sürükleyen
çok sayıda günahı içeriyor. Onlar müminler karşısında
başları eğik ve
aşağılanmış bir pozisyonda bu suçlarını
kendi dilleri ile itiraf ediyorlar. Okuyalım:
"Biz namaz kılanlardan değildik."
Burada "namaz kılmak" tümü ile "iman
etme"yi anlatan dolaylı bir ifadedir. Bu ifade biçimi,
bu inanç sisteminde namazın
taşıdığı önemi vurgulamakta, onu imanın
göstergesi ve sembolü olarak tanıtmaktadır. Buna göre
namazı inkar etmek kafirliğin delili olmakta, sahibini müminlerin
safının dışına çıkarmaktadır.
Devam ediyoruz:
"Yoksulların karnını doyurmazdık."
Bu günah, imansızlığın peşinden
geliyor. Çünkü iman etmek yüce Allah'ın doğrudan
kendisine yönelik bir ibadetken, yoksulların
karnını doyurmak yine Allah'a yönelik, fakat uygulama
alanı kullar olan bir ibadettir. Yoksulların
karnını doyurma ibadetinin Kur'an'da sık sık
vurgulanması, Kur'an'ın
karşılaştığı toplumda
yardımlaşma duygusunun zayıf olduğunu, o
acımasız ortamda yoksulların gözetilmediğini
kanıtlar. Gerçi o toplumun insanları iş öğünmeye,
hava atmaya sıra gelince el açıklığı ile,
cömertlikle bol bol övünürlerdi. Fakat sıra fakirlere
yardım eli uzatmaya, gösterişsiz ve içtenlikli
merhamete gelince yan çizerlerdi. Devam ediyoruz:
"Bizim gibi olanlarla birlikte asılsız ve
bozguncu konuşmalara dalardık."
Bu tutum inancı hafife almayı, imana karşı
saygısızlığı, onu oyun ve eğlence
yerine koymayı, umursamaz ve önemsemez bir boşboğazlıkla
onun hakkında ulu-orta gevezelik etmeyi simgeler. Oysa iman
ve inanç konusu insan hayatındaki en önemli ve en ciddi
konudur. insan gönlünde ve bilincinde hayattaki diğer her
konudan önce bu konuya yer vermelidir. Çünkü insanın düşüncesi,
bilinci, duygu sistemi, değerleri ve ölçüleri bu temele
dayanır. insan hayat yolunda ilerlerken gereken
ışığı bu temel kaynaktan alacaktır.
Öyleyse nasıl bu konuda ciddi bir görüş edinmez,
nasıl olur da bu konuyu ciddiye almaz da kendisi gibi
lafazanlara uyarak o konuda ileri-geri konuşmalar yapar,
kendisi gibi ciddiyetsizlerle birlikte olarak bu konuyu
eğlenceye alır. Devam ediyoruz:
"Hesap verme gününü inkar ederdik."
İşte belaların ana kaynağı, merkezi
burasıdır. Çünkü insan ahiret gününü, hesaplaşma
gününü inkar edince elindeki bütün ölçüler bozulur, kafasındaki
bütün değerler alt-üst olur, hayatı şu
kısacık dünya ömrü ile sınırlandırdığı
için zihnindeki hayat alanı daralır, her şeyin
sonucunu şu kısacık hayat alanındaki gerçekleşmelerle
karşılaştırır, bu sonuçlar ruhunu tatmin
etmez, son ve önemli değerlendirme olgusunu hiç hesaba
almaz. Bundan dolayı ahirete ve orada
karşılaşacağı sona ilişkin bozuk
değerlendirmesinden önce tüm ölçüleri, elindeki tüm
dünya işleri bozulur. Böylece en kötü sonla yüzyüze
gelir.
Günahkârlar "biz İşte böyle idik, namaz kılmazdık,
yoksulların karnını doyurmazdık, sorumsuz
gevezelere uyarak bu inanç sistemi hakkında ileri-geri
konuşurduk, hesaplaşma gününü inkar ederdik"
diyorlar. Ne zamana kadar?
"Sonunda bize ölüm gelip çattı."
Bütün kuşkuları dağıtan, bütün şüphelere
son veren, işi kestirip atan ölüm. O kesin akıbetten
sonra artık ne pişman olmaya, ne tevbe etmeye ve ne iyi
davranışlar yapmaya zaman ve fırsat kalmaz.
Bu kötü ve alçaltıcı durum sunulduktan sonra günahkârların
akıbetlerinin değişebileceğine ilişkin bütün.
umutlar kırılıyor. Okuyoruz: