O |
Müddessir
|
O |
|
31- Biz cehennem görevlilerini meleklerden seçtik, sayılarını
da kafirler için sınav konusu yaptık ki kitap
verilenler bunun hak olduğunu anlasınlar, mü'minlerinde
imanı pekişsin.Mü'minler Şüphe
etmesin.Kalplerinde hastalık olanlar ve kafirler:''Allah
bununla ne demek istedi desinler.İşte böyle,Allah
dilediğini saptırır,dilediğinide hidayete
eriştirir.Rabbinin ordularının
sayısını ancak kendisi bilir.Bu insan için bir öğüttür.
Böylece kendilerine kutsal kitap verilenlerin buna inanmalarını
ve müminlerin imanlarının pekişmesini istedik,
kendilerine kutsal kitap verilenler ile müminlerin kuşkudan
arınmalarını diledik. Bu arada kalplerinde
hastalık olanlar ile kafirlerin `Allah bu örneği ne amaçla
veriyor?" demelerine zemin hazırladık.
İşte Allah böylece dilediklerini saptırır ve
dilediklerini doğru yola erdirir. Rabbinin
ordularını sadece kendisi bilir. Bu insanlara yönelik
bir hatırlatma, bir öğüttür.
Ayet, müşrikler tarafından tartışma ve
demogoji konusu yapılan sözkonusu on dokuz cehennem
görevlisinin kökenini anlatarak söze giriyor. Okuyalım:
"Biz cehennem görevlilerini meleklerden seçtik."
Demek ki, bu cehennem görevlileri o yapısal
özelliklerini ve güçlerini sadece yüce Allah'ın
bildiği yaratıklardandırlar. Yüce Allah başka
bir ayette onları bize tanıtırken "Onlar
Allah'ın verdiği emirlere karşı gelmezler,
aldıkları emirleri aynen yerine get irirler"
buyuruyor."
(Tahrim 6) Başka bir deyimle onların Allah'ın
emirlerine itaatkâr olduklarını ve aldıkları
emirleri yerine getirecek güçte olduklarını belirtiyor.
Buna göre onlar kendilerine verilen görevleri yerine
getirmelerine imkan verecek güçle donatılmışlardır.
O halde madem ki, "Sakar"ın güvenlik görevlileri
olarak atandılar, daha önce yüce Allah tarafından bu görevin
gerektirdiği güçle donatılmışlar demektir.
Hiç kuşkusuz bu görevin gerektirdiği gücün ne olduğunu
yüce Allah biliyor. Bu durumda şu zavallı
insancıkların onları kaba güçle safdışı
bırakmaları, görev yapamaz duruma getirmeleri
sözkonusu bile değildir. O insancıkları bu
melekleri tepeleyecekleri yolundaki sözleri, sadece yüce Allah'ın
yaratıcılığına ve
planlayıcılığına ilişkin koyu
cahilliklerini gösterir. Devam ediyoruz:
"Onların sayılarını kafirler için sınav
konusu yaptık."
Bu sayısal bilgi onların kalplerinde
tartışma arzusu uyandırır. Onlar nerede teslim
olacaklarını, nerede
tartışacaklarını ayır edemezler. Bu konu,
tamamın Allah'ın tekelinde olan bir gayp konusudur.
insanoğlunun bu konuda az ya da çok hiçbir bilgisi yoktur.
Yüce Allah'ın bu konuda verdiği bilgi bu alandaki gerçeğin
tek kaynağıdır. insanın bu konudaki tutumu
şu olmalıdır: Allah'ın verdiği bilgiyi
almalı, bu konuda verilen bilginin verildiği kadarı
ile en hayırlı sonuç olduğuna güvenmelidir, bu
konuda tartışmanın yersizliğini
kavramalıdır. Çünkü insan ancak daha önceki bilgisi
ile çelişen, bağdaşmayan yeni bir bilgiyi
tartışma konusu yapabilir. Bu sayının neden on
dokuz olduğu -ki bu on dokuzun anlamı ne olursa olsun-
konusu ise varlık aleminde şu gördüğümüz ahengi
kuran ve her şeyi belirli bir plana göre yaratan yüce
Allah'ın bildiği bir konudur. Bu sayı, benzeri
sayılar gibidir. Tartışma hastası olan kimse
karşısına çıkan diğer sayıları
da tartışma konusu yapabilir, aynı itirazcı
eğilime kapılarak öbür anlaşılmaz konulara
da itiraz edebilir. Meselâ niçin gökler yedidir? Niçin
kaplumbağalar binlerce yıl yaşayabiliyorlar? Niçin
insan yavrusu ana karnında dokuz ay kalıyor? Niçin
insan kuru balçıktan ve cinler dumansız alevden
yaratıldı? Niçin, niçin, niçin? Bu soruların tek
cevabı vardır: Çünkü yaratma eyleminin tek yetkilisi
olan yüce Allah diler ve dilediğini yapar. Bu tür tartışmalarda
söylenecek son ve kestirme söz budur. Devam ediyoruz:
"Böylece kendilerine kutsal kitap verilenlerin buna
inanmalarını ve müminlerin imanlarının
pekişmesini istedik, kendilerine kitap verilenler ile müminlerin
kuşkudan arınmalarını diledik."
"Sakar" bekçilerinin sayısına ilişkin
bu bilgi bu gruplardan birinin ön bilgisini kesinleştirecek,
öbürünün de imanını pekiştirecektir. Çünkü
kendilerine daha önce kutsal kitap verilmiş olanların
bu konuda mutlaka bir önbilgileri vardı. Şimdi bu
bilgiyi Kur'an'dan işittiklerinde bu kutsal kitabın eski
ön bilgilerini doğruladığını görürler.
Müminlere gelince Rabblerinin her sözü onların
imanlarını pekiştirir. Çünkü onların
kalpleri açık ve Allah'a bağlıdır. Bu yüzden
bütün gerçekleri dolaysız biçimde algılamaya
elverişlidirler. Yüce Allah katından bu kalplere gelen
her gerçek onların Allah'a
yakınlığını arttırır.
Onların kalpleri yüce Allah'ın bu sayının
ardındaki hikmetin ve yaratma eylemine ilişkin
duyarlı planın bilencine varmakta gecikmez. Böylece bu
kalplerin imanı daha da artar. Bu gerçek hem kendilerine
kitap verilenlerin ve hem de müminlerin kalplerine yer eder de
artık onlar Allah katından gelen hiçbir bilgiyi kuşku
ile karşılamazlar. Devam ediyoruz:
"Bu arada kalplerinde hastalık olanlar ile kafirlerin
`Allah bu örneği ne amaçlı veriyor?' demelerine zemin
hazırladık."
Böylece aynı gerçek birbirinden farklı kalplerde
iki değişik etki meydana getiriyor. Kendilerine daha
önce kutsal kitap verilenler ön bilgilerini kesinleştirir
ve müminler imanlarını pekiştirirken kafirler ile
hasta kalplı münafıklar
şaşkınlığa düşerek "Allah
bu örneği ne amaçla veriyor?" diye soruyorlar. Bu
ikinci kategoridekiler ne bu yabancısı oldukları
konunun hikmetini kavrıyorlar, ne yüce Allah'ın her
yaratma eyleminin gerisinde mutlaka bir hikmet olduğunu
peşin olarak kabul ediyorlar, ne bu bilginin doğru
olduğuna güveniyorlar ve ne de bu gayp sırrının
açıklanmasında, gayp aleminden alınarak bilinenler
dünyasına aktarılmasında hayır olduğuna
inanıyorlar. Devam ediyoruz:
"İşte Allah böylece dilediklerini saptırır
ve dilediklerini doğru yola erdirir."
Bu şekilde, yani gerçekleri gündeme getirerek, ayetleri
sunarak. Farklı kalpler bu gerçekleri ve ayetleri farklı
biçimde algılıyor. Allah'ın dileği
uyarınca bir grup bu gerçekler aracılığı
ile doğru yola ererken başka bir grup
saptırıyor. Herşey sonunda yüce Allah'ın
özgür ve kayıtsız iradesine varıp dayanıyor.
Şu insanoğulları hem doğru yola hem de
sapıklığa açık iki yönlü bir yetenekle
yaratılmışlar, sınırsız "güç"ün
elinden çıkmışlardır. Doğru yolda yürüyen
de sapıtan da onları bu iki yönlü yetenekle donatarak
yaratmış olan yüce Allah'ın dileğinin
sınırları içinde hareket ediyor. Yüce Allah
özgür dileğinin sınırları içinde ve gizli
hikmeti uyarınca onlara şu ya da bu yönde hareket etme
olanağı tanımıştır.
Yüce Allah'ın dileğinin özgür olduğuna ve
varlık aleminde meydana gelen her gelişmenin sonunda
varıp bu dileğe dayandığına ilişkin
düşünce geniş ufuklu, eksiksiz bir düşüncedir.
Bu düşünce akılları, determinizim (gerekircilik)
ve özgür irade konusundaki dar kafalı
tartışmalardan uzak tutar. Bu tartışma hiçbir
sağlıklı ve tutarlı sonuca varamaz. Çünkü
ele aldığı konuya dar bir açıdan bakmakta, yüce
Allah'ın sınırsız yetki alanına giren bir
problemi, sınırlı insan aklının, insan
deneyimlerinin ve insan düşüncelerinin dar kalıplarına
sıkıştırarak çözmeye kalkışmaktadır.
Yüce Allah bize doğru yolu ve
sapıklığı gösterdi. Tarafımızdan
izlendiğinde bizi doğru yola, başarıya ve
mutluluğa erdirecek olan yöntemi belirlediği gibi hangi
yöntemlere saptığımız takdirde yoldan çıkacağımızı,
mutsuz ve başarısız olacağımızı
da açıkladı. Bunun ötesinde başka bir bilmekle
bizi yükümlü tutmadı, bunun ötesinde bir şey bilme gücünü
bize vermedi. Ayrıca bize "Benim iradem
sınırsız ve dileğim geçerlidir" dedi.
Öyleyse bize düşen şudur: Gücümüz oranında bu
sınırsız iradenin ve bu geçerli dileğin ne
olduğunu düşünmeli, doğruya erdirici yöntemi
tutmalı, saptırıcı yöntemlerden uzak durmalı
ve bize özünü kavrama yeteneği verilmemiş olan gizli
gayb sırları etrafında kısır
tartışmalara dalmamayız. İşte kelam
bilginlerinin "kader" konusunda harcadıkları
çabalara baktığımızda, bu
tartışmaların alanı dışına
kaydırılmış, yararsız, anlamsız ve
boşa gitmiş çabalar olduğunu görürüz.
Bizler, bizim için bir gayb sırrı olan Allah'ın
dileğini bilemeyiz. Fakat neleri yaparsak bize
bağışından pay vereceğini,
vaadettiği keremini hakketmek için bizden ne istediğini
biliyoruz. Öyleyse gücümüzü yükümlülüklerimizi yerine
getirme yolunda harcamalı, dileğinin bize ilişkin
sırlarım O'na bırakmalıyız. Nasıl
olsa O'nun dileği gerçekleşecektir. Biz bu dileğin
ne olduğunu gerçekleşince öğrenebileceğiz,
onu daha önce bilemeyiz. Bu dileğin arkasında O'nun bir
hikmeti olacaktır ki, onu da herşeyi
sınırsız bilgisi ile kuşatan yüce Allah'tan
başka hiç kimse bilemez. İşte müminin düşünme
yolu ve akıl yürütme yöntemi budur. Devam ediyoruz:
"Rabbinin ordularını sadece
kendisi bilir."
Bu orduların mahiyeti, görevleri ve güçleri birer gayb
sırrıdır. Yüce Allah bu konularda dilediği
oranda açıklama yapar. O'nun açıklamaları bu
konuda söylenebilecek son sözdür. Bu kesin sözden sonra hiç
kimse tartışma açmaya, demogojiye girişmeye, yüce
Allah'ın açıklamadığı sırları
bilmeye kalkışmaya yetkili değildir. Bu
sırları öğrenmenin yolu da yoktur. Devam ediyoruz:
"Bu insanlara yönelik bir hatırlatmadır."
Bu "hatırlatma" ya Rabbinin orduları ya
"sakar" cehennemi ya da bu cehennemin güvenlik
görevlileridir ki, bu görevliler de aslında Allah'ın
ordusunun bir kesimini oluştururlar. Bunlara uyarma ve dikkat
çekme amacı ile değiniliyor, yoksa tartışma
ve demogoji konusu yapılsınlar diye değil. Bu tür
hatırlatmalardan mümin kalpler ders alır, sapık
kalpler ise bunları tartışma ve demogoji konusu
yaparlar.
Gayb aleminin sırlarından biri olan bu gerçeğin
açıklanmasından, doğru yola erdirici ve
sapıklığa sürükleyici yöntemlerin tanıtılmasından
sonra ahiret, "sakar" cehennemi "Allah'ın
orduları" gerçekleri ile şu alemde görülen,
fakat insanların umursamaz bakışlarla
yanlarında geçip gittikleri evrensel olgular arasında
bağ kuruluyor. Bu olgular yaratıcı gücün bir planı,
bir ön projesi olduğunu haykırır; bunun
yanısıra aynı olgular, bize bu planın ve ön
projenin arkasında bir amacın, bir hedefin, bir
hesaplaşmanın, bir ödül ve ceza dağıtma
işleminin olduğu mesajını verir.
Okuyalım:
|
|
O |
|
O |
|