Elimizdeki birçok rivayete göre bu ayetlerde kasdedilen kişi
Velid b. Muğire'dir. Nitekim ibn-i Cerir'in ibn-i Abdalâ,
Muhammed b. Savra, Muammer, Ubbade b. Mansur kanalı ile
ikrime'ye dayanarak verdiği bilgiye göre birgün Velid b. Muğire,
Peygamberimize gelir. Rasulullah ona Kur'an okur. Bunun üzerine
O'na karşı düşmanlık duyguları
yumuşar gibi olur. Durum Ebu Cehillin kulağına
gidince derhal Velid'in yanma koşar. Ona "Amca,
hemşehrilerin aralarında senin için mal toplamak
istiyorlar der. Velid in Niçin diye sorması üzerine ona
şu karşılığı verir: "Sana
vermek için. Çünkü sen Muhammed e varmış. Ondan sus
payı sızdırmaya
kalkışmışsın:' Ebu Cehil bu sözleri ile
Velid'in bam teline basıyor, onu en çok üstünlük tasladığı
zenginliği konusunda tahrik etmek istiyordu. Nitekim "Kureyşliler
benim en zenginleri olduğumu bilirler der.
Bunun üzerine Ebu Cehil kendisine "Öyleyse Muhammed hakkında
öyle bir söz söyle ki, hemşehrilerin onun sözlerini
reddettiğini, ona karşı sempati
duymadığını anlasınlar" der. Velid
bu isteğe şu karşılığı verir:
"Onun için ne diyeyim ki? Vallahi aranızda benim kadar
şiirden anlayanınız, onun recezini, kasidesini, cin
kaynaklısını kısacası her türünü benim
gibi iyi bileniniz yoktur. Vallahi Muhammed'in okudukları
bunların hiç birine benzemiyor. Vallahi O'nun okuduklarındâ
ayrı bir tat, ayrı bir çekicilik vardır. O önüne
kattığını kırıp geçirir. O'nun
okudukları üstündür, onların üzerine çıkmak mümkün
değildir:' Ebu Cehil, sözleri biten Velid'e "Vallahi,
Muhammed hakkında bir söz söylemedikçe hemşehrilerini
memnun edemezsin" der. Bunun üzerine Velid "Öyleyse
beni bırak da O'nun için ne söyleyeceğimi düşüneyim"
der. Bir süre düşündükten sonra "Muhammed'in
okudukları, başkalarından aktarılmış
bir büyüdür" der. Bunun üzerine bu surenin "Şu
adamın işini bana bırak" ayeti ile
başlayarak "On dokuz tane görevlisi vardır"
ayetinin sonuna kadar süren bölümü iner.
Başka bir rivayete göre Velid'in Peygamberimize karşı
yumuşaması üzerine ileri gelen Kureyşliler "Eğer
Velid, dininden dönerse bütün Kureyşliler dinlerinden dönerler"
derler. Bunun üzerine bu işi bana bırakın, hepiniz
adına onu çözerim diyen Ebu Cehil, hemen Velid'in yanına
koşar. Velid uzun uzun düşündükten sonra
Peygamberimizden dinlediği Kur'an hakkında "O
eskilerden aktarılmış bir büyüdür. Görmüyor
musunuz, karı ile kocayı, evlad ile babayı, köle
ile efendiyi birbirinden ayırıyor" der.
İşte rivayetlerin bize aktardıkları olay
budur. Kur'an burada ona canlı ve etkileyici bir
anlatımla değiniyor. Söze şu bel
kırıcı, korkunç tehditle giriyor: "Şu
adamın işini bana bırak."
Ayet, Peygamberimize sesleniyor. Anlamı şu: Şu
adamı bana bırak. Ben onu yaratırken yalnız
başına idi. Şimdi gururlandığı bol
servetin, gözünden ayırmadığı
evlatların, şımarmasına ve daha çoğunu
istemesine yol açan öbür dünya nimetlerin hiçbiri o zaman yanında
yoktu. Onun işini bana bırak. Hileleri ve tuzakları
ile kafanı yorma. Onunla doğrudan doğruya ben
savaşacağım.
Bu ayeti okurken insanın tüyleri diken diken oluyor.
Yüce Allah'ın ezici, kahredici gücünün harekete geçtiğini
düşününce yüreklerde zelzele kopuyor. Çünkü bu ezici
güç şu zavallı, miskin, güçsüz ve minnacık
yaratığı tepelemek için harekete geçiyor. Ayet bu
zelzeleyi bu zelzeleye tutulması sözkonusu olmayan
okuyucunun ve dinleyicinin kalbinde kopardığına göre
bu zelzeleye tutulan zavallının hâlini varın siz düşünün!
Ayetler bu zavallı yaratığın durumunu uzun
uzun anlatıyor. Onun gerçeğe yüz çevirdiğini,
Allah'ın ayetlerine inatla karşı çıktığını
anlatmadan önce yüce Allah tarafından kendisine
bağışlanan nimetlere parmak basıyor. Bu açıklamalara
göre o yaratılırken yapayalnızdı, hiçbir
şeyi yoktu, çırılçıplaktı. Sonra yüce
Allah kendisine bol servet verdi, gözünün önünden ayırmaya
kıyamadığı çok sayıda evladı oldu,
o bu servet içinde ve evlatlar ortasında güvenli ve mağrur
bir hayat yaşıyordu. Hayatı her yönden yolundaydı,
her istediğini kolayca elde edebiliyordu. Buna rağmen;
"Halâ daha çoğunu vermemi bekliyor."
Gözü bir türlü doymuyor, şükretmiyor, kendisine
verilenlerle yetinmiyor. Belki de surenin sonuna doğru
okuyacağımız "Aslında bunların her
biri, kendisine okunmaya hazır kutsal sayfalar inmesini
istiyor" ayetinde sözü edilenlerden biridir de kendisine
vahiy indirilmesini, kutsal kitap verilmesini istiyor. Çünkü
Peygamberimize peygamberlik verildi diye O'nu kıskananlardan
biri idi.
Adam bu aşırı ihtirası yüzünden sert bir
dille azarlanıyor, paylanıyor. Çünkü ne bir iyilik ne
bir ibadet ne bir şükür yapmış ki, sahip
olduğundan fazlasını istemeye yüzü olsun. Okuyalım:
"Hayır, hayır! O ayetlerimize inatla
karşı çıkıyor."
Ayetin orjinalinde geçen "kellâ" sözcüğü
bir paylama, azarlama edatıdır. O gerçeği gösteren
kanıtlara ve imana erdiren gerçeklere inatla karşı
çıkmış, islam çağrısının
önüne dikilmiş, Peygamber'e savaş açmış,
kendini ve başlarını hak yoldan
alıkoymuş, Kur'an ve islam hakkında
asılsız iddialar ortaya atmıştır.
Bu paylamayı kolaylığı zorluğa,
rahatı sıkıntıya dönüştüren bir tehdit
izliyor. Okuyoruz:
"Onu sarp bir yokuşa saracağım."
Burada hareket hâlinde sıkıntıyı donduran,
somutlaştıran bir ifade ile karşı
karşıyayız. Sebebine gelince yokuş çıkmak
en sıkıntılı, en yorucu yolculuk türüdür.
Bir de yokuş çıkmanın irade dışı
bir itme ile yapıldığını düşünürsek
çekilen sıkıntının ve duyulan
yorgunluğun ne kadar artacağını kolayca
kestirebiliriz. Bu ifade aynı zamanda somut bir gerçeği
dile getirir. Çünkü düz, kolay ve iç açıcı iman
yolundan ayrılan kimse sarp, sıkıntılı ve
nefes kesici bir patikaya düşmüş olur; sürekli endişe,
bunalım, gerilim ve baskı altında yaşar, sanki
göğe tırmanıyor gibi nefesi tıkanır;
susuz ve azıksız çıkılan bir yolculukta
ıssız ve tehlikeli izlerde taban teper, üstelik yolunun
sonunda varacağı bir amaç, kazanacağı bir
huzur da göremez.
Sonra şu gülünçlük örneği eşsiz tablo
canlandırılıyor. Bir de bakıyoruz ki, bu
zavallı yaratık zihnini yoruyor, sinirlerini geriyor,
alnını kırıştırıyor, yüz
hatlarım ve mimiklerini oynatıyor. Bütün bunları
Kur'an'da bir kusur bulmak, onu karalayacak bir söz hazırlamak
için yapıyor. Okuyoruz:
"O düşündü ve değerlendirme yaptı.
Kahrolası, nasıl bir değerlendirme yaptı? Bir
daha kahrolası, nasıl bir değerlendirme yaptı?
Sonra baktı. Sonra suratını astı,
kaşlarını çattı. Sonra yüz çevirdi,
büyüklük tasladı. Ve dedi ki; `Bu Kur'an eskilerden
aktarılmış bir büyüdür. O kesinlikle insan
sözüdür."
Ardarda sıralanan jest ve mimik görüntüleri. Birbirini
izleyen beyin dalgaları ve sıra sıra hareketler
seriliyor gözlerimizin önüne, Sanki anlam sunan sözcükler karşısında
değil de resim çizen bir fırça karşısında,
daha doğrusu kare kare görüntü sunan hareketli bir film
şeridi karşısındayız.
Karelerin birinde adam düşünüyor, kafa yoruyor. Bunun
yanısıra hüküm ifade eden bir beddua ile karşılaşıyor;
"Kahrolası" diye. Ayrıca "Nasıl
bir değerlendirme yaptı?" denilerek
davranışı yadırganıyor, alay
bombardımanına tutuluyor. Sonra vurgulama, mesajı
pekiştirme amacı ile bu beddua ve yadırgama
tekrarlanıyor;