Sure, Peygamberimizi ağır ve son derece önemli bir
görevi üstlenmeye çağıran yüce bir sesleniş ile
söze giriyor. Bu görev insanlığı uyarma, onu dünyada
kötülükten, ahirette cehennemden kurtarma, henüz fırsat
elde iken onu doğru yola iletme görevidir. Bu görev o
günlerde bir insana -bu insan bir peygamber de olsa-
yüklenebilecek son derece ağır ve zor bir görevdi.
Çünkü o günlerin insanlığı öylesine sapık,
öylesine günahkar, öylesine inatçı, öylesine söz
dinlemez, öylesine azgın, öylesine gözü kara, öylesine
kaypak ve öylesine gerçekten uzaklaşmış idi ki,
onu gerçeğin sesini dinlemeye çağırmak dünyadaki
yükümlülüklerin en ağırı, en
sıkıntılısı niteliğinde idi.
Evet, "Ey örtüye bürünerek saklanan Muhammed,
kalk da uyar." Peygamberlik misyonunun en belirgin
görevi olarak "uyarmak" farkında olmadan
sapıklık akıntısına kapılıp
giden gafillere "kendilerini bekleyen yakın bir
tehlikeyi haber vermektir. Bu uygulama, yüce Allah'ın
kullarına yönelik rahmetinin açık bir göstergesidir.
Sebebine gelince kullar yoldan sapmakla yüce Allah'ın görkemli
egemenliğinde bir eksilme meydana getiremeyecekleri gibi
doğru yola girmekle de O'nun sınırsız mülküne
herhangi bir katkıda bulunamazlar. Buna rağmen yüce
Allah'ın onları ahiretin acıklı azabından,
dünyanın mahvedici kötülüklerinden kurtarmak için
gösterdiği yoğun ilgi, Peygamberleri
aracılığı ile onları af dilemeye çağırması
ve onları keremi ile affederek cennetine koyması O'nun
engin merhametinin gereğinden başka birşey
değildir.
Şimdi de Peygamberimizin kendine dönülerek başkalarını
uyarma görevinin arkasından Rabbinin büyüklüğünü
dile getirmeye çağrılıyor:
"Rabbinin büyüklüğünü dile getir."
Sadece Rabbini büyük bil. Yüceltmeye lâyık olan tek büyük
O'dur. Bu direktif ilahlığa ve tek Allah'lığa
ilişkin "iman" dayanaklı düşüncenin
anlamının önemli bir yanını belirler.
Herkes, herşey, her değer ve her gerçek küçüktür.
Büyük olan sadece Allah'tır. Tek ve eşsiz olan
Allah'ın büyüklüğünü ve yüceliği
karşısında bütün kütleler, bütün hacimler,
bütün güçler, bütün değerler, bütün olaylar, bütün
gelişmeler, bütün anlamlar, bütün şekiller küçülür,
sönük ve belirsiz kalır.
Peygamberimizin insanlığı uyarma görevini
omuzlarken, bu görevin sıkıntılarını,
baskılarını ve zorluklarını bu bilinçle,
bu düşünce ile göğüslemeye yönlendiriliyor.
Çünkü kendisini uyarma görevine atayan Rabbinin tek "büyük"
olduğu gerçeğine bağlanınca bütün komplolar,
bütün kaba güçler, bütün engeller gözünde küçülecektir.
islama çağırma görevinin sıkıntıları
ve zorlukları bu düşünceyi, bu bilinci sürekli
biçimde taze tutmayı gerektirecek kadar
ağırdır.
Daha sonra Peygamberimize "temizlenme" direktifi
veriliyor:
"Elbiselerini temizle."
"Elbise temizliği" arap dilinde Dolaylı
olarak kalp, ahlâk ve davranış temizliği
anlamını taşır. Amaç elbiselerin örtülüğü
öz kişiliğin, bu kişiliği oluşturan tüm
özelliklerin ve niteliklerin temizliğidir. Temizlik,
peygamberliğin doğasının en ayrılmaz
sıfatı olduğu gibi yüceler alemi ile ilişki
kurabilmenin de vazgeçilmez şartıdır.
Bunların yanısıra uyarmanın ve duyurmanın
şartları ile başedebilmek için, çeşitli
akımlar, çeşitli arzular, çeşitli kanallar ve
dehlizler arasında çağrı görevini yürütebilmek
için de temizlik gereklidir. Dava adamı görevini yaparken
kendisini çeşitli kirlerle, pisliklerle, tortularla ve
lekelerle sarılmış, kuşatılmış
bulacaktır. Bu olumsuz şartlar ortasında
kirlenmeden kirlileri kurtarabilmek için, lekeliler ile ilişki
kurarken lekelenmemek, üzerine çamur sıçratmamak için her
bakımdan tam anlamda temiz olmaya ihtiyacı vardır.
Bu direktif peygamberliğin, çağrı işlevinin,
çeşitli ortamlarda, çeşitli toplumlarda, çeşitli
şartlarda ve kalplerde bu görevi yürütmenin
şartlarına yönelik ince ve derin anlamlı bir
vurgulamadır.
Daha sonra Peygamberimize Allah'a ortak koşmaktan ve azaba
çarpılmayı gerektiren davranışlardan uzak
durması telkin ediliyor.
Peygamberimiz, peygamber olmadan önce bile müşriklikten
ve azaba çarpılmayı gerektirecek iğrençliklerden
uzak durmuştu. Sağlıklı fıtratı bu tür
bir sapıklığı, böylesine lekeli bir inanca
kapılmayı, bu çeşit ahlâk bozukluklarını
ve kirli gelenekleri reddetmişti. Onun hiçbir cahiliye
uygulamasına katıldığı görülmemiştir.
Buna rağmen kendisine niçin bu direktif veriliyor? Amaç barış
ve uzlaşma kabul etmez bir farklılığı,
bir saf ayrımını açık açık
duyurmaktır. Çünkü islam yolu ile müşriklik
akımı, hiçbir noktada buluşmayan iki ayrı
yoldur. Bunun yanısıra bu direktifle sözkonusu iğrençliğin
kirinden uzak durma yönünde duyarlı bir bilinç oluşturma
amacı da güdülmüştür. Ayetin orjinalinde geçen
"rics" sözcüğü aslında "azab"
anlamındayken zamanla azaba uğramayı gerektiren
davranışlar anlamını
kazanmıştır.
Bir sonraki ayette Peygamberimize kendini hiçe sayılması,
harcadığı çabaları Başa kakmaması,
büyütmemesi ve çok görmemesi direktifi veriliyor.
"Yaptığın iyiliği çok görüp başa
kakma."
Peygamberimiz yeni görevi sırasında çok
özverilerde bulunacak, çok şeyini feda edecek, hesaba
gelmez emek, çaba ve enerji harcayacaktır. Fakat Allah Ondan
özverilerini çok görmemesini, büyütmemesini ve başa
kakmamasını istiyor. Fedakârlıklarının
hesabını tutan insanlar bu davayı yürütemezler.
Bu dava bağlılarından o kadar çok fedakârlıklar
ister ki insan ancak yaptıklarını hemen unutursa bu
istekleri göğüsleyebilir. Hatta gerçek dava adamı bu
yoldaki özverilerini hiç aklına bile getirmemelidir. O
kadar kendini Allah'a adamış olmalıdır ki, bütün
emeklerini ve gayretlerini yüce Allah'ın kendine yönelik
lütfu ve bağışı olarak
algılamalıdır. Gerçekten bu yoldaki çabalar yüce
Allah'ın kullarına sunduğu bir
ayrıcalıktır. Yüce Allah tarafından seçilmiş
olmanın ve bu yolda çalışma
başarısına erdirilmenin göstergesidir. Buna göre
bu uğurda çalışma fırsatına
kavuşmak yüce Allah'a şükretmeyi gerektiren bir
seçilme, bir ayıklanma, bir onurlandırmadır; yoksa
başa kakılacak ve gözde büyütülecek bir angarya değildir.
Okuduğumuz ayetlerin sonuncusunda Peygamberimize Rabbi için
sabretmesi direktifi veriliyor:
"Rabbin için sabret."
Sabır, bu dava ile ilgili her yükümlülük sırasında,
ya da her direnme gerektiren zorluk karşısında
tekrarlanan bir direktiftir. Sabır bu çetin savaşın,
insanları Allah'a çağırma savaşının
en vazgeçilmez azığı ve cephanesidir. Bu
savaş aynı anda iki ayrı cephede verilecektir.
Cephelerden birinde nefsin ihtiraslarına ve gönüllerin
arzularına karşı savaş verilirken öbür
cephede ihtiraslarının şeytanları
tarafından güdülen, kişisel arzularının dürtüleri
tarafından itilen davanın düşmanları ile
savaşılacaktır. Bu savaş sürekli, kesintisiz
ve çetin bir savaştır. Tek azığı, tek
cephanesi. Yalnız Allah'ın rızasını amaçlayan,
O'nun vereceği ödülden başka hiçbir şeyde gözü
olmayan sabırdır.
SUR'A ÜFLENDİGİ ZAMAN
Peygamberimize yönelik bu direktiflerin arkasından O'nun
başkalarına yönelteceği uyarılarla
karşılaşıyoruz. Bu uyarılar
Peygamberimizin geleceğini haber verdiği "o çetin
gün"ü zihinde canlandıracak bir dille ifade ediliyor:
Okuyalım: