O

Mücadele

O

   

1- Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü işitti. Allah sizin konuşmanızı işitir. Çünkü Allah işitendir, bilendir.

2- Sizden eşlerine zihar yapanlar, bilmelidir ki o kadınlar, onların anaları değildir. Onların anaları, ancak kendilerini doğurmuş kadınlardır. Şüphesiz onlar çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar. Şüphesiz Allah, affedici, bağışlayıcıdır.

3- Eşlerinden zihar ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin eşleriyle temas etmeden önce bir köleyi hürriyetine kavuşturmaları gerekir. Size öğütlenen budur. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.

4- Buna imkan bulamayan kimse, temas etmeden önce aralıksız olarak iki ay oruç tutar. Buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurur. Bu kolaylık, Allah'a ve peygamberine inanmış olmanızdan ötürüdür; bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. İnkar edenler için çok yakıcı azap vardır.

İslam öncesi Arap geleneğinde adamın biri hanımına kızıp "Sen annem bacım gibisin" dediğinde eşi ona haram olmuş kabul edilirdi. Fakat ondan boşanmış da olmaz, öyle ortada kalırdı. Ona ne helal sayılırdı ki, aralarında evlilik ilişkileri devam etsin. Ne de boşanmış olurdu ki, kendisine başka bir yol arasın. İşte bu da cahiliye döneminde kadının karşılaştığı büyük zorluklardan biriydi.

Bu ayetlerin değindiği olay meydana geldiği sırada islam dininin zihara ilişkin hükmü henüz daha belirlenmemişti.

İmam-ı Ahmed'in Said ibni İbrahim'den ve Yakup'dan o da babasından, o da Muhammed ibni İshak'tan, o da Yusuf ibni Abdullah ibni Selam'dan o da Huveyle binti Sa'lebe'den aldığı hadiste deniyor ki: Huveyle şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki yüce Allah Mücadele suresinin baş tarafını ben ve Evs ibni Samit hakkında indirmiştir... Ben Evs'in yanındaydım. Evs yaşlı bir ihtiyardı, huysuzlaşmıştı. Birgün yanıma girdi. Onunla biraz atıştım. O da öfkelenerek: "Sen artık bana annem-bacım gibisin" dedi. Sonra çıkıp gitti. Bir süre kavminin meclisinde oturdu. Sonra gelip yanıma girdi. Bir de baktım ki, bana el uzatmaya çalışıyor. Huveyle'nin canını elinde tutan Allah'a yemin ederim ki olmaz! Sen az önceki sözlerini söylediğin halde, Allah ve peygamberi hakkımızdaki hükmünü vermediği müddetçe bana dokunamazsın! dedim. Üzerime atıldı. Ben ise ondan sakındım. Normal bir kadının güçsüz bir ihtiyarı alt etmesi gibi ben de onu mağlup ettim. Ve üzerimden attım. Sonra komşularıma gittim. Onlardan bir elbise emanet aldım. Çıktım. Allah'ın elçisine gittim. O'nun önünde oturdum. Kocamın bana yaptıklarını birbir anlattım. Onun kötü huyluluğundan çektiklerimi peygambere şikayet ettim. Hz. Peygamber ise hep: "Amcanın oğlu yaşlı bir ihtiyardır. O'na iyi davran, Allah'tan kork" diyordu. Ben oradan ayrılmadan hakkımda Kur'an ayetleri indi. Hz. Peygamber vahiy geldiğinde kendinden geçtiği gibi kendinden geçti, ayıldığı zaman bana: "Ey Huveyle, yüce Allah senin ve eşinin hakkında Kur'an ayetleri indirdi" dedi. Sonra bana Mücadele suresinin 1.2.3. ve 4. ayetlerini okudu.

Sonra bana dedi ki: "Ona söyle bir köle azad etsin." Ben ise ona: "Ey Allah'ın elçisi; onun azad edecek kölesi yok ki" dedim. "Ardarda iki ay oruç tutsun" buyurdu. Yine ben dedim ki: "O ihtiyar bir adamdır. Nasıl oruç tutsun ki?!" Buyurdu ki: "Altmış yoksula bir deve yükü hurma dağıtsın." "Ey Allah'ın elçisi Allah'a yemin ederim ki onun bu kadar imkanı yok" dedim. Hz. Peygamber buyurdu ki: "Biz ona bir Arak hurma yardım edeceğiz." Bunun üzerine `Ben de ona bir Arak yardımda bulunurum' dedim. Resulullah: "Çok yerinde, çok güzel ettin. Git, onun yerine onları sadaka olarak dağıt. Sonra da amcanın oğluna iyi davran" buyurdu. Ben de gittim, dediklerini yaptım. (Bu hadisi Ebu Davud, Talak, Muhammed ibni İshak ibni Yesar'dan iki kanalla rivayet etmiştir)

İşte yüce Allah, Hz. Peygamber ile bu konuyu onunla konuşmaya gelen kadın arasında geçen bu karşılıklı konuşmayı duymuştur. Yüce Allah'ın yedi göğün üstünden hakkında hükmünü indirdiği mesele de budur. Böylece bu kadının hakkını vermiş, hem onun hem de kocasının gönlünü rahatlatmış ve müslümanlara da böylesi ailevi günlük bir sorunda yol göstermiştir.

Ve işte böyle bir durumu konu edinerek başlamaktadır Kur'an'daki surelerden biri. Yüceler aleminden inerken herbir sözüne varlığın her yanından kendisine karşılık verilen Allah'ın ölümsüz kitabının bir suresi işte böyle bir açıklama ile başlıyor: "Seninle kocası hakkında tartışan kadının sözlerini yüce Allah işitmiştir." Normal müslümanlar içinden bir kadının kişisel bir sorununu yüce Allah ele almıştır. Bu iş, O'nun göklerin ve yerin çarkını döndürmesine engel olmamıştır. Göklerin ve yerin işleri O'nu bu konuda hüküm vermekten alıkoyamamıştır!

Bu gerçekten büyük bir iştir. Böyle hayret verici bir olayın meydana gelmesi, bir insan topluluğunun yüce Allah'ın kendilerine böyle yakın olduğunu, küçük büyük tüm işlerinin başında hazır bulunduğunu, günlük sorunları ile ilgilendiğini, normal sıkıntı ve kriz anlarında onların elinden tuttuğunu köklü biçimde kavranması gerçekten büyük bir olaydır. Onunla ilgilenen büyük ve aşkın... Yüce ve ulu, herşeye egemen ve ihtişam sahibi, göklerin ve yerin egemenliğine sahip zengin ve övgüye layık olan Allah olur da bu ilgilenme önemli olmaz mı?

Hz. Aişe der ki: Bütün sesleri işiten Allah'a hamdolsun Peygamberle konuşmaya gelen kadın Havle idi. Evin bir tarafında peygamberle konuşuyordu. Ben onun ne dediğini duyamıyordum. Yüce Allah onun hakkında: "Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü Allah işitti" ayetini indirdi.(Buhari, Nesai)

Havle veya bu ismin küçültme ve daha fazla anlam kazandırma şekli olan Huveyle'nin olayı aktarışında ve O'nun bu eylemde oynadığı rolde, kalkıp Hz. Peygambere gidişinde, onunla sorununu tartışmasında ve Kur'an-ı Kerim'in bu olayın hükmünü ortaya koymasında... Evet bütün bunlarda o eşsiz topluluğun o hayret verici dönemdeki hayatından bir tablo yer almaktadır. O'nun bu doğrudan ilişkisinin bilincinde olduğunu, tüm işlerinde yüce Allah'tan direktif ve yönlendirme beklediğini ve yüce Allah'ın da bu bekleyişe karşılık verdiğini ortaya koymaktadır. İşte bu bekleyiş, bütün bir topluluğu Allah'ın himayesi altına almaktadır. Onu koruyan Allah'tır artık. Bu topluluğun tamamı artık küçük bir çocuğun, babası, eğiticisi ve koruyucusunun himayesini aradığı gibi Allah'ın himayesini aramaktadır!

Kur'an'ın üslubu ile olayın aktarılışına baktığımızda, etkileme, mesaj verme, eğitme ve yönlendirmenin hükmü belirleme ile atbaşı gittiğini, onun arasına yerleştirildiğini ve hemen ardından geldiğini görüyoruz. Zaten bu Kur'an-ı Kerim'in değişmeyen eşsiz üslubudur:

"Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü işitti. Allah sizin konuşmanızı işitir. Çünkü Allah işitendir, görendir."

Bu hayret edilecek derecede etkili bir dokunuşa sahip bir giriştir... Siz ikiniz yalnız değildiniz... Yüce Allah sizin ikinizle beraberdi. Ve O sizin söylediklerinizi işitiyordu. Kadının söylediklerini duyuyordu O. Kocası hakkında seninle tartıştığını ve Allah'a şikayette bulunduğunu birbir işitiyordu, olayın tamamını biliyordu. Sizin karşılıklı konuşmanızı ve bu konuşmada sözkonusu olan herşeyi biliyordu. Çünkü yüce Allah işiten ve görendir. İşitir ve görür. Bu O'nun her zamanki halidir. Yüce Allah'ın üçüncü bir şahıs olarak katıldığı bu olay da O'nun bu halinin sadece bir tablosudur. Bunların hepsi kalpleri titreten dokunuşlar ve temaslardır. Bundan sonra işin aslı anlatılıyor. Oradaki durumun gerçek yönü ortaya konuyor:

"Sizden eşlerine zihar yapanlar, bilmelidir ki o kadınlar, onların anaları değildir. Onların anaları, ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar. Şüphesiz Allah, affedici ve bağışlayıcıdır: '

İşte bu meselenin kökünden halledilmesidir. Buna göre cahiliye dönemindeki bu zihar geleneği, sağlıklı bir temele dayanmamaktadır. Temelsizdir. Çünkü insanın eşi onun annesi değildir ki, annesi gibi ona haram olsun. Anne insanı doğuran kadındır. Rastgele söylenen bir sözle kişinin eşinin onun annesine dönüşmesi imkansızdır. Bu manasız-tutarsız bir sözdür. Gerçeğe aykırı düşmektedir. Basmakalıp, uydurma bir sözdür. Doğruya ters düşmektedir. Hayattaki işlerin açıklıkla ve tam bir şekilde hakka ve realiteye dayanmaları gerekmektedir. Bu kadar karmakarışık hale gelmemeli ve bu kadar çelişkilerle yoğrulmamalıdır. "Şüphesiz Allah bağışlayan ve affedendir." Yani bu konuda daha önce geçmiş olan hataları günahları bağışlar.

Meselenin aslını bu şekilde açık ve belirlenmiş halde ortaya koyduktan sonra konuya ilişkin kesin hüküm geliyor:

"Eşlerinden zihar ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin eşleriyle temas etmeden önce bir köleyi hürriyetine kavuşturmaları gerekir. Size öğütlenen budur. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır."

Yüce Allah bir dizi günahların affedilip bağışlanması için köle azad etmeyi bir süreye kadar o zamanki savaş düzeninin zorunlu kıldığı kölelik düzeninden kurtulmanın araçlarından biri olarak kullanmıştır. Sonuçta köleliği buna benzer yollarla ortadan kaldırmıştır.

Ayet-i Kerimede geçen "Sonra dediklerine dönüş yapanlar" cümlesinin anlamı ile ilgili değişik görüşler ileri sürülmüştür. Biz bu görüşlerden "Onlar zihar ile kendilerine haram kıldıkları ilişkiye tekrar dönüş yapanlardır" diyen görüşü tercih ediyoruz. Zira ayetlerin akışına en uygun gelen anlamı budur ayetin. Buna göre ilişkiye geçmeden önce bir köle azad etmek gerekir. Ardından deniyor ki: "Size böyle öğüt verilmektedir." Yani kefaret, hiçbir doğru ve gerçek temele dayanmayan zihar eylemine bir daha dönülmemesi için bir hatırlatma ve bir öğüttür. "Yüce Allah'ın sizin yaptıklarınızdan haberi vardır." Onun gerçeğini bilir. Meydana gelişini bilir. O konudaki niyetini bilir.

Bu yorum cümlesi kalpleri uyarmak, ruhları terbiye edip eğitmek, yüce Allah'ın herşeyin içini ve dışını kuşatan bilgisi ve mahareti ile herşeyin dışında bulunduğuna dikkat çekmek için hüküm tamamlanmadan önce geliyor:

"Buna imkan bulamayan kimse, temas etmeden önce aralıksız olarak iki ay oruç tutmalıdır. Buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurur. Bu kolaylık Allah a ve peygamberine inanmış olmanızdan ötürüdür, bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır; inkar edenler için can yakıcı azap vardır."

Ardından açıklayıcı ve yönlendirici yorum geliyor: "Bu Allah'a ve peygamberine iman etmeniz içindir." Halbuki onlar inanmış kimselerdir. Yalnız bu açıklama ve bu kefaretler ayrıca onları Allah'ın emrine ve kesin hükmüne bağlayan durumları... Evet işte bu durumlar insanın imanını gerçekleştirir. Hayatı imana bağlar. Hayat gerçeği içinde imana apaçık bir güç kazandırır. "Bunlar Allah'ın sınırlarıdır." Bunları koymuştur ki, insanlar burada dursun. Onları geçmesinler. Yüce Allah bu sınırları tanımayanlara ve onları çiğnemekten sakınmayanlara gazap eder. "İnkar edenler için can yakıcı bir azap vardır." Haddi aşmaları, meydan okumaları, iman etmemeleri ve inananlar gibi Allah'ın sınırları yanında durmamaları yüzünden...

KAFİRLER AŞAĞILANACAKTIR

Ayet-i Kerimenin "İnkar edenler için can yakıcı bir azap vardır" şeklindeki son cümlesi hem önceki ayetin sonu ile uyum sağlamaktadır, hem de Allah'a ve peygamberine karşı gelenlerden söz eden bundan sonraki ayetle önceki ayet arasında köprü görevini yapmaktadır. Bu, Kur'an-ı Kerim'in bir konudan diğerine geçerken hayret verici güzellikte bir bağ kurmada kullandığı metodunun gereğidir:

 

 

O

 

O